Perşembe

 

Bediüzzaman Said Nursî hazretleri, bazılarının göstermek istediği gibi “Nurcu Büyüğü” değil, bir İslâm büyüğüdür. Bu zat, en zor şartlar altında iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat, Sünnet için çalışmıştır. O, tam mânâsıyla bir zâhid idi, yâni dünyaya arka çevirmişti. İtikad ve amelde yüzde yüz Ehl-i Sünnet çizgisinde olmuş; ahlâk, fazilet, takva itibarıyla Selef-i Sâlihîn efendilerimizin yolundan yürümüştür.

Müslüman olup da bu zata hürmet etmemek, onu sevmemek, ona rahmet okumamak mümkün değildir. Yakın tarihimizde halkımızın imanını kurtarmak için büyük hizmetler yapmış, gayretler göstermiş, biiznillah azîm fütühata nail olmuştur.

Bediüzzamanı kimler sevmez?

Türkiye halkını İslâm’dan çıkartmak isteyen şu mâlum taife onu sevmez. Bir de, bu taifeye benzemiş, benzetilmişler sevmezler.

Bediüzzamanın özellikleri nelerdir?

(1) O din, iman, Kur’ân hizmetlerini para, maddî menfaat, dünya çıkarı elde etmeye âlet etmemiştir. Tamamen garazsız ivazsız, ihlâsla çalışmıştır. Fakir yaşamış, fakir ölmüştür. 1960’da Urfa’da bir otel odasında can verdiği zaman, geride bıraktığı bütün şahsî eşyalarının değeri 150 küsur liraydı.

(2) Nefsine de önem vermemiştir. Hizmetini daima nefsinden önemli görmüştür. Şöhrete tâlib olmamış, şöhretin âfet olduğu prensibine bağlı kalmıştır. Alkışlardan, medihlerden uzak durmuştur.

(3) İtikad konusunda sahih sünnî çizgide olmuştur.

(4) Fıkıh ve Şeriat hükümleri sahasında da Ehl-i Sünnet dairesi içinde olmuş, bağlı bulunduğu Şafiî mezhebini uygulamıştır.

(5) İmame, giyim kuşam gibi hususlarda şeair-i islâmiyeye bağlı kalmıştır. Bir keresinde tutuklu olarak muhakeme edilirken mahkeme reisi, başındaki sarığı çıkartmasını istemiş, Hazret ona “Bu sarığı ancak başımla birlikte çıkartabilirsiniz…” cevabını vermiştir.

(6) Kanaat tükenmez bir hazinedir, hikmetini bütün hayatı boyunca yaşayışına hakim kılmış; iktisat ve tasarrufla kut-i lâ yemutla geçinmiştir.

(7) Kendisine mahsus evradı ve ezkârı vardı. Bunlara muntazaman devam etmiştir.

(8) Kendisine en ağır zulümleri ve haksızlıkları yapanlara bile beddua etmemiş, islahlarına dua etmiştir.

(9) Talebelerine ve Müslümanlara birliği, beraberliği, ihtilâf ve tefrikadan kaçınmayı tavsiye etmiştir. Onun sağlığında Nur Talebelerinin çeşitli parça ve şubeye ayrılması düşünülebilecek bir şey değildi.

(10) Bediüzzaman hazretleri dinî, imanî, Kur’ânî, şer’î hizmetlerin yürütülmesi için para toplamamış, talebelerinin de toplamasına rıza göstermemiş, izin vermemiştir.

(11) O, saldırgan din düşmanlarına karşı en ufak bir taviz vermemiş, onların rüesasını öğmemiş, onlara hoş görünmek için dine ve şer’a aykırı bir siyaset takip etmemiştir.

(12) Ahirzamanda, Allah’ı inkâr eden Bolşeviklere karşı Müslümanların Hıristiyanlarla ittifak etmesini uygun görmekle birlikte, “Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik” gibi yakınlaşmaların kapısını açmamıştır.

(13) Dine, imana, Kur’ân’a, şeriata, Sünnete hizmet için bir metod geliştirmiş, ancak bu metodu din içinde yeni bir din haline getirmemişitr.

(14) İman ve inanç hükümlerinde, ibadette, ahlâkta, dünya hayatı prensiplerinde Peygamber Efendimizi (Salat ve selam olsun O’na) örnek ve önder olarak kabul etmiştir. Bunu da edebiyat ve lâf ile yapmamış, aksiyonuyla, amel ve tatbikatıyla göstermiştir.

Bendeniz Nurculuğun kahramanlık günlerini görmüş bir kimseyim. 1940’lı yılların sonlarında Galatasaray Lisesi’nde öğrenciydim. Risale-i Nur’larla tanışmama, merhum arkadaşım Sandıklılı Said Mutlu vesile olmuştur. (Said 1966’da Sandıklı’da eczacılık yapıyordu, esef verici bir cinayete kurban gitti. Nur içinde yatsın…) O tarihlerde Risale-i Nur’ların matbaada bastırılması yasaktı. Nur talebelerinin biri Isparta’da, biri Kastamonu’da iki teksir makinaları vardı. Bunlar, kol ile çalıştırılan büyücek bir daktilo makinası cesametinde ilkel makinalardı. Risaleler mumlu kağıtla bunlarda basılır, ciltlenir, gizlice dağıtılırdı. Said Mutlu Galatasaray Lisesi’nde, Risale-i Nur’ları, sınıfta öğretmenlerin ders verdiği kürsünün çekmecesinde saklardı. O kürsü her öğretmenin gelip geçtiği bir yer olduğundan çekmeceye hiçbiri sahip çıkmazdı, böylece o değerli din ve iman kitapları orada güven içinde bulunurdu.

Sanırım 1951 yılıydı. Teknik Üniversite’de öğrenci olan Muhsin Alev, Üstad’ın “Gençlik Rehberi”ni matbaada bastırtmış, bu yüzden ağır cezada dâvâ açılmıştı. Bu dâvâda bulunmak için İstanbul’a gelen Bediüzzaman hazretlerini Sirkeci’de Hocapaşa Maliye şubesi arkasındaki Akşehir Palas otelinde, Galatasaray’dan üç öğrencilik bir grup ziyaret etmiş, elini öperek duasını almıştık. Bizimle bir müddet sohbet etmiş, ayrılacağımız zaman “Bu görüşmemiz bir ders mahiyetinde oldu, siz benim talebelerim oldunuz…” buyurmuştu.

Üstad Bediüzzaman hazretleri, 1960 baharında bir Ramazan günü, misafireten bulunduğu Urfa’da bir otel odasında ahirete yürüdü. Cenazesine yurdun her yerinden akın akın Müslümanlar geldi. O tarihte Diyanet İşleri Başkanlığı’nda mütercim olarak memuriyet yapıyordum. Ben de gittim. Lakin hükümetin kararıyla cenaze, bildirilen günden önce gömülmüştü, namazına yetişemedim. Üstadı Urfa’da Halilürrahman hazretlerinin makamında revaklar altına gömmüşlerdi. Kabri başında Fatiha okudum.

Adnan Menderes’in Dahiliye (İçişleri) Bakanı Namık Gedik iki büyük din âlimine ve önderine zulm etmiştir. Biri Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan, diğeri Bediüzzaman. Yaptıklarının cezasını dünyada çekmiş, 27 Mayıs hareketinden sonra Harbiye’de pencereden aşağı atılarak can vermiştir. O zaman, intihar etti demişlerdi!

Bediüzzaman hakkında Müslümanların dikkat etmeleri gereken iki husus vardır:

Birincisi, onun bir İslâm büyüğü oluşudur. Binaenaleyh dine, imana, Kur’ân’a, Şeriata, Sünnete hizmet eden bu zatı hangi tarikata, meşrebe mensup olurlarsa olsunlar bütün Müslümanlar sevmeli, kendisine hürmet etmeli, hayır dua ile anmalıdır.

İkincisi: Birtakım kimseler onu bir “Nurcu Büyüğü” gibi göstermemeli, ismi ve şahsiyeti etrafında bir tekel çemberi kurmamalıdır.

Bediüzzaman’ın ölümünden 44 yıl geçtikten sonra İslâmî harekete bakıyorum da, ne kadar büyük bir bozulma ve aslından uzaklaşma olduğunu açıkça görüyorum. Biz Müslümanların Bediüzzaman gibi büyüklerin ahlâkından ve hizmet metodlarından alacağımız çok dersler ve ibretler vardır.

Bundan kırk elli yıl önce tanıdığım Nur hizmetkârları ahlâk, fazilet, ihlâs, fedakârlık, feragat timsalleri idiler. Çoğu vefat etmiştir, kendilerine Hak’tan rahmet diliyorum. Kalanlara selâm ve hürmetler ederim.

Bilhassa 1960 darbesinden sonra Risale-i Nur talebeleri çok zulme uğradılar, zindanlarda inlediler, mahkemelerde süründüler, hattâ bir tanesi (Bergama’da olacak…) beraat eden kitaplarını geri almak için gittiği bir resmî dairede zalim ve hain bir bürokratın amansız bir yumruğu ile şehid olduydu.

Nurculuk çile yoludur, ahirette ebedî rahmet ve rahata kavuşmak için bu dünyada din, iman, Kur’ân, Şeriat, Sünnet için zahmet çekmek yoludur. Nurculuk şöhrete, maddî menfaate, benliğe, hırsa alet edilemez. Edenler tokat yerler. Bugün bazıları kendilerini has Nurcu olarak tanıtıyorlar. Nurculuk lâfla olmaz. Amelle, aksiyonla, ahlâkla, karakterle, faziletle, Bediüzzaman’ın metodu ile olur. 02 Nisan 2004