Bediüzzaman’a Selâm…
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 24 Aralık 2018
Merhum Üstad
(Allah ona rahmetiyle muamele buyursun) çok değerli, çok hizmet etmiş, çok fütuhata nail olmuş bir İslâm büyüğüdür. Başlıca özellikleri şunlardır:
1. Kur’ân, Sünnet,Cemaat yolunda olmuştur.
2. Bid’atlerden uzak durmuştur.
3. Haliq (Yaratan) veKur’ân yolunda yaptığı hizmetlerden dolayı mahlukattan (yaratıklardan) ücret, maaş almamıştır.
4. O bir ihlâs kahramanıdır.
5. Keşif ve keramet sahibidir.
6. En karanlık devirlerde ümidini yitirmemiş ve hizmetlerini sürdürmüştür.
7. “Belânın en şiddetlisi Peygamberlere
(Selam olsun onlara)
gelir. Sonra derece derece…” Hadis-i şerifinde haber verildiği üzere, ona gelen belâ ve musibetler mânevî derecesinin yüksekliğini gösterir.
8. Âdil ve fani dünyaya sırt çevirmiş; mal, mülk, servet edinmemiş, kût-i lâ yemut ile iktifa etmiş gerçek bir zâhiddir.
9.Kendisine çok eziyet ve zulm edenlere bile beddua etmemiş mürüvvetli ve sabırlı bir Müslümandır.
10. Şahsına, enesine pâye vermemiş, hizmeti ön planda tutmuştur.
11. Tek kelimeyle o bir iman, İslâm, Kur’ân, Sünnet, ihlâs kahramanıdır.
12. Milyonlarca Türkiyelinin imanının kurtulmasına vesile olmuştur.
Onun ve has talebelerinin çektikleri çileleri, mâruz kaldıkları baskıları bendeniz az buçuk biliyorum. Bunlar insan takatini aşan çilelerdir. Üstad’tan ve has talebelerinden Allah razı olsun, Resûl-i Kibriya’nın (salat ve selam olsun O’na) şefaatine nâil olsunlar; Türkiye’deki İslâm ümmeti onlara çok şey borçludur.
Üstad’ın ölümünden bu yana yarım yüz yıla yaklaşan bir zaman geçti. Genç nesiller o eski karanlık günleri, o çekilen eziyetleri tam mânâsıyla bilmiyor. Merhum Üstad Bediüzzaman hazretleri hakkında, gerçeklere uymayan birtakım lâflar ediliyor, iddialar ortaya atılıyor.
Üstadın, “İslâm’ın Allah katında tek hak, makbul, muteber, geçerli din olduğu” inancına aykırı hiçbir sözü yoktur.
Bugünkü Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü cereyanı ile onun arasında bağ kurulamaz.
Üstad dört hak mezhebin doğruluğuna, fıkhın lüzumuna inanmış bir alimdi.
Üstad tasavvufa ve turuk-i aliyyeye muhalif değildi. Telvihat-ı Tis’a risalesinde tasavvufu övmektedr.
Üstad Gavs-i Ekber Abdülkadir Geylanî’ye, İmamı Gazalî’ye, İmamı Rabbanî’ye bağlı ve hürmetkârdı.
Üstad hazretleri ölümüne kadar evradını ve ezkarını okumuştur.
Giyimde kuşamda, yeme içmede, maişette adat-ı islamiyyeye ve Şeriat-ı Garra-i Ahmediyye ahkamına bağlı kalmıştır.
Hiçbir konuda Frenkleri taklid etmemiştir.
Bir keresinde Ağır Ceza Mahkemesi reisi, başından sarığını çıkartması konusunda ısrar etmiş, Bediüzzaman “imamemi ancak başımla birlikte çıkartabilirsiniz” cevabını vermiştir.
Böyle büyük bir zatın bozuk bid’at cereyanlarıyla hiçbir ilgisi olamaz. O, Ehl-i Sünnet ve Cemaat yolundan kıl kadar ayrılmamıştır.
Onun “Muharref ve bozuk dinler de İbrahimî dindir, haktır… Onların da mensupları ehl-i necat ve Cennetliktir…” gibi vahim bid’at inançlarıyla alâkası yoktur.
Risale-i Nur’daki bazı gavamız, esrar ve dakaikin tevilleri vardır.
Dinimize, İmanımıza, Kur’ân’ımıza, Şeriatımıza, Sünnet-i seniyyeye hizmet etmiş büyüklerimizin hatıralarını koruyalım. Bid’atçilerin onları bozuk bid’at cereyanlarına alet etmelerine fırsat ve imkân vermeyelim.
Gelmiş geçmiş, halen hayatta olan bütün ulemâya, fukahaya, meşâyihe, kâmil mürşidlere, iman ve Kur’ân hizmetkârlarına, gerçek mücahidlere, evliyaullaha, ricalullaha selam ve hayır dua ederim. Ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun. Âmin…
İstanbul iki büyük cihan devletine başşehirlik yapmış bir merkez. Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorluklarına…
Onlardan biri
‘dir, yani
Yakın tarihte yaşadığımız ârızalar ve kazalar dolayısıyla, şu yirmi milyonluk İstanbul bir şehir olmaktan çıktı, dünyanın en büyük köyü haline geldi. Hattâ, dilim varmıyor ama yine de söyleyeyim, köylükten de çıktı, azim bir mezraa oldu.
1929’da İstanbul’un nüfusu ancak bir milyon civarındaymış ama o tarihte bu şehirde tam beş adet günlük Fransızca gazete neşr ediliyormuş…
Şu 2009 yılında İstanbul’un kültür seviyesi içler acısıdır.
Sovyetler Birliği dağıldı, Marksist ideoloji mahkûmu ülkeler ve halklar hür oldu. Oralara gidip gelmek kolaylaştı ama kültür, sanat, basın alâkalarımız istenildiği, olması gerektiği gibi kuvvetlenmedi.
İstanbul’da Ortaasya ve Kafkasya ülkelerinde yayınlanan gazetelerin, dergilerin, kitapların satıldığı bir yer var mıdır?
İran’da
adında İslâm harfleriyle Türkçe
kıymetli bir dergi yayınlanıyor. Bu dergi İstanbul’da niçin satılmıyor?
/Presspost.az/ diye yazar, internetten çıkartır, bilgisayarınızın sık arananlar bölümüne kayd eder, zaman zaman okursunuz.
Kardeş Azerbaycan’da çok güzel, çok şirin
çok ahenkli bir Türkçe konuşulmaktadır. Sovyet rejimi orada millî lisanı ve edebiyatı bozmaya çalıştı ve hayli tahribat yaptı ama
Azerbaycan’da
bizden ileridir.
Dünyanın birçok ülkesinde Fransız lisanı konuşulup yazılıyor. Fransa’da, Belçika’nın Vallon bölgesinde, İsviçre’nin bazı kantonlarında, Kanada’nın Quebec eyaletinde… Tunus’ta, Cezayir’de, Fas’ta, Lübnan’da, Senegal’de ve daha nice ülkede… Buralarda, edebî kültür Fransızcası ile yazılmış bir gazeteyi, dergiyi, kitabı okuyup anlayabilirsiniz. Maalesef Türkçenin çeşitli lehçelerini anlamak mümkün değildir. Meselâ bendeniz Doğu Türkistan’da yayınlanan bir gazeteyi veya kitabı okuyup anlayamam. Özbekistan Türkçesi için de durum aynıdır.
Biz Türkiyeliler Azerî lehçesini kolaylıkla anlarız, o lehçe ile konuşan bir kardeşimizle konuşup yazışabiliriz.
Lütfen ihmal etmeyelim ve Presspost gazetesini ve diğer Azerî dergi ve gazeteleri okuyalım. Ufkumuz genişlesin. Sovyetler Birliği zamanında hürriyet ve imkân yok diyorduk. Şimdi hürriyet de var, imkân da var. Üstelik bilgisayar var, internet var ve bizler maalesef yan gelip yatıyoruz.
Azerbaycan bizden küçük diyerek
kapılmayalım. O küçük ülkenin güçlü bir kültürü, sanatı, edebiyatı, mimarîsi vardır. Tedkik edelim, ibret, ders ve örnek alalım.
Azerî kardeşlerimizin hepsine selâm ve hürmet ederim.
HER Müslüman eline bir Kur’ân tercümesi, meali veya tefsiri alacak, bundan kendi kafasına, heva ve re’yine göre mânâ ve hüküm çıkartacak, böylece Müslümanlar Kur’ân’da birleşmiş olacaklar…
Böyle yapıldı da ne oldu? Birleşme mi oldu, yoksa anarşi ve kaos mu?
Bugün ülkemizde yüzlerce Kur’ân meali, tercümesi, tefsiri var. Bunların bir kısmında vahim hatalar bulunmaktadır. Tercüme, meal ve Türkçe tefsirler Kur’ân’ın yerini tutmaz. Kur’ân Allah kelâmıdır, tercümeler vs. kul kelâmıdır.
Meal, tercüme ve tefsir okurken şu hususlara dikkat etmek gerekir:
1.İcazetli, ehliyetli ve gerçek bir müfessir tarafından yapılmış olması.
2. Bu müfessirin salih, ‘âmil, faziletli, muhlis, iyi niyetli olması.
3. Okuyan Müslümanın kendi kafasına göre şer’î ve fıkhî hüküm çıkartmaması, hele ictihada hiç yeltenmemesi.
Herkesin kendi kafasına göre Kur’ân’dan hüküm çıkartması, yalan yanlış ictihad yapması fikri Mason Cemalüddin Afganî’nin ortaya attığı bir bid’attir. Ehl-i Sünnet Müslümanlarının bu tuzağa düşmemeleri gerekir.
Yüce Kur’ân gazete, dergi, roman, rasgele bir kitap gibi okunmaz. Din tahsili yapmamış, din bilimlerini öğrenmemiş, usûl-i tefsir nedir bilmeyen Müslümanlar icazetli bir âlimin nezaretinde muteber Kur’ân tefsiri okuyabilir.
Türkiye Müslümanları arasındaki anarşinin, kaosun, fitne ve fesadın, çekişmenin sebebi ehliyetsiz kimselerin yaptıkları, içinde vahim yanlışlar ve bozuk yorumlar bulunan meal, tercüme ve tefsirlerdir.
Kur’ân’da birleşmek istiyorsak şu şartlara çok dikkat etmemiz gerekir:
1. Kur’ân’da birleşmek için Kur’ân’ın doğru yorumunu kabul etmek gerekir.
2. Sünneti kabul etmek gerekir.
3. İcmâ-i ümmeti kabul etmek gerekir.
4. İcazetli ulemâ ve fukahayı kabul etmek gerekir.
5. Cahillerin, münafıkların, yarı muhtedilerin, din mıncıklayıcılarının dışlanması, tecrid edilmesi, saf dışı bırakılması gerekir.
Farmason Afganî’yi baş tacı edecek… Her Müslüman kendi kafasına göre ictihad yapabilir diyecek…Tasavvuf ve Tarikat Müslümanları müşrik ve kâfirdir diyecek… Kutsal din konularını ayağa düşürecek… Sonra da ehl-i sünnet ve ehl-i bid’at bütün Müslümanlar Kur’ân’da birleşecek… Olur mu böyle şey?
Bâtıl bid’at ve dalâlet fırkalarını tenkit etmek farzdır. Bu farz bilkülliye terk edilirse bütün Ümmet sorumlu olur.
Müslümanlar İslâm’ın ana caddesinde, sevad-ı âzamda birleşebilir. Bid’atle, dalâletle birleşme olmaz.
Küfür televizyonlarında dinî program şovları yapan ilâhiyatçılar Kur’ânKur’ân diyorlar ama Yüce kitabımızı bilerek, kasıtlı olarak, müteammiden yanlış yorumluyorlar. 16 Ekim 2009