CumartesiYIL 1925, Van’dan büyük ve hüzünlü bir kafile Trabzon’a doğru yola çıkıyor. Din âlimleri, şeyhler, eşraf, nüfuzlu kişiler. Trabzon’a kadar kara yolu ile gidecekler, oradan vapura bindirilecek ve her biri kendine ayrılan sürgün yerine ulaştırılacak. Kafileyi jandarmalar, kolluk güçleri götürüyor. Şehirde kederli, mağmum, mâtemli bir hava var. Büyükleri, babaları, hocaları, mürşidleri sürülenler ağlıyor için için. Yüksek sesle ağlamak, feryad etmek de suç.

Bu kafilenin içinde Bediüzzaman Said Nursî de bulunuyor. Bir suçu falan yok. İnzivaya çekilmiş, dünyadan kopmuş, ibadet ve tefekkürle meşgul iken alınmış, sürgünler kafilesine konulmuştur.

Bin bir türlü zahmetle Trabzon’a, oradan İstanbul’a ulaşılıyor. Bediüzzaman’ın sürgün yeri Isparta civarındaki Barla nahiyesidir. Karadan yolu bile yoktur. Mahkûm göl üzerinden bir sandalla Barla tarafına götürülür ve yerine bırakılır. Bediüzzaman’ın “İkinci Said” devri burada başlar, Risale-i Nur’lar burada kaleme alınır. Ailesinden ve yakınlarından uzakta, beş parasız, sıkı gözetim ve tarassut altında, dünya ihtiyaçları bakımından bir lokma, bir hırka ile yetinerek yakın tarihimizin en büyük islâmî iman hareketi Barla’dan başlar, başlatılır.

Bediüzzaman, ölüm tarihi olan 1960’a kadar sürgünlerde, hapislerde, sıkıntı ve baskı altında yaşar. Ölümünden birkaç gün önce Urfa’ya gelir, orada bir otel odasında hastalanır, ölüm yatağına düşer. Dahiliye vekili (İçişleri Bakanı) Namık Gedik’in adamları ona son anlarında bile rahat vermezler. “Hükümetin emri vardır, hemen Isparta’ya geri döneceksiniz” diye tazyik ederler, rahatsızlık verirler.

Bediüzzaman 1960’ın Nisan ayının bir günü vefat eder. Cenazesine yurdun her yerinden akın akın Müslümanlar gelir; Hazret-i İbrahim atamızın (aleyhisselâm) makamı olan Halilürrahman’da bir revak altına açılan kabre konur.

27 Mayıs ihtilâlinin kopmasına az kalmıştır. Ülke bir kazan gibi fokur fokur kaynamaktadır. İhtilâlden sonra yalancı gazeteler, “Hükümet öldürdüğü üniversite gençlerinin cesetlerini yem fabrikalarında kıyma yaptırıp yok etti” şeklinde yalanlar uydurmuşlardır.

27 Mayıs sabaha doğru ihtilâl patlak verir, Adnan Menderes iktidarı yıkılır; cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, çoğunlukta olan Demokrat Parti milletvekilleri, bazı büyük bürokratlar tutuklanır.

İçişleri Bakanı Dr. Namık Gedik, tutuklu iken esrarengiz bir şekilde “intihar ettirilir.” Güya, sorgulandığı odanın penceresinden aşağı atlayarak canına kıymış!

O

Dr. Namık Gedik

ki, 1959’da

Silistreli Şeyh Süleyman Hilmi Efendi

Hazretleri vefat ettiği zaman, vasiyeti üzerine Eyüb Sultan’a gömülmesine izin vermemiş, cenaze kafilesini yoldan çevirtmiş,

“Karacaahmet’te bir çukur kazın, içine atın!”

demişti.

Ankara’da ihtilâlciler, pencereden düşen Dr. Namık Gedik için alelacele bir çukur kazdırırlar ve cesedini içine attırırlar.

Cenazesi kefenlenmiş midir, cenaze namazı kılınmış mıdır, bilmiyorum…

Gelelim Bediüzzaman’a.

27 Mayıs’tan sonra, bu mübarek zatın ölüsünden de korkarlar ve

mezarının açılarak cesedinin bilinmeyen bir yere gizlice gömülmesini karara bağlarlar.

Kardeşi

Abdülhakim Efendiyi

Konya’dan alırlar, uçakla Urfa’ya götürürler, şehirde sokağa çıkma yasağı ilan ederler, mezarı açtırırlar, cesedi bir tabuta koyarlar, tabut uçağa sığmaz, başka bir uçak getirtirler.

Tayyare havalanır, bir semt-i meçhule yol alır, bilinmeyen bir yere iner, tabut ıssız bir yerde gömülür, üzeri düzlenir.

Bu bir rivayettir.

İkinci rivayette, tabutun Akdeniz’e atıldığı iddiası yer almaktadır.

Hazret’in biraderi

Abdülmecid Efendiye

göz dağı verilir, kimseye söylemeyeceksin denilir, onun ölümünden sonra bu sırrın çözümü âhirete, Mahkeme-i Rûz-i Ceza’ya kalır.

Geçen gün köydeydim, ayda bir kere bile radyo haberleri dinlemem, o gün dinleyeceğim tuttu.

Bediüzzaman’ın Barla’da ulu çam ormanı içinde, bir ağacın kalın dalları üzerine yapılmış kulübe gibi bir yeri varmış, oraya çıkar, inzivaya çekilir; ibadet, zikr ü taat ile meşgul olurmuş.

Risale-i Nur’da bu ağaçtan bahseder. İşte

birtakım sinsi kişiler ve güçler bu ağacı kesmişler.

Bir Müslüman büyüğünün mezarını açıp na’şını götüren zihniyet, ondan hatıra kalan bir ağaca tahammül edemedi. Bu memlekette Bediüzzaman’ı seven çoktur ama tam mânâsıyla anlayan kaç kişi çıkar acaba?

Bediüzzaman bir iman, İslâm, Kur’ân kahramanıdır.

Din ve Şeriat konusunda en ufak bir tâviz bile vermemiştir. Bir keresinde ağır ceza mahkemesinde başkan ona

başındaki islâmî serpuşunu, imameyi çıkartmasını ihtar edince

, Bediüzzaman,

“Bunu ancak başımla beraber çıkartabilirsiniz”

cevabını vermişti.

Bu büyük zat milyonlarca Türkiyeli Müslümanın veliyyünimetidir. O, dünya işleriyle, beşerî patırtılarla meşgul olmamış,

bütün varlığını iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat hakikatlarını müdafaaya ve yaymaya vermişti.

Milyonlarca insanın imanlarının kurtulmasına vesile olmuştur. Kendisini hayır dualarla anmak boynumuzun borcudur.

Halkımızı dinsizleştirmek, ülkemizi İslâm’dan uzaklaştırmak isteyen sinsi güçler Bediüzzaman’a karşı dinmek bilmeyen korkunç bir kin beslemektedir.

Hâlâ anlayamadılar ki, Bediüzzaman’ın Kürt konusundaki nasihatleri tutulmuş olsaydı ülkemiz bugünkü duruma gelmeyecekti.

Bediüzzaman bir muhabbet

(sevgi),

barış, âsâyiş kahramanıdır.

“Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur”

diyen bu zattan ne istiyorlar?

Bediüzzaman bir ihlâs ve istikamet

(doğruluk, dürüstlük)

sembolü idi. Kimseden para, yardım, hediye kabul etmeden akıllara durgunluk verecek bir fütühata nâil olmuştur.

Kanaatle yaşar, bir kuru ekmekle nice günler geçinirdi.

O kadar yüksek, mürüvvetli, âlicenab idi ki,

kendisine büyük kötülükler eden kimselere bile beddua etmezdi; islâhları, hidayetleri için dua ederdi.

Bediüzzaman’ın açtığı iman, İslâm, Kur’ân, Şeriat çığırı devam ediyor mu? Çok şükür devam ediyor ama

bence, onun sağlığındaki kadar parlak bir şekilde değil.

Nurcu olmak başka, Bediüzzaman gibi bir dâhiyi hakkıyla anlamak başka şeydir.

Dinî bir cemaat, islâmî meşruiyet temellerini Bediüzzaman’a, Risale-i Nurlara dayandırmak istiyor ama uygulamada, aksiyon planında o zata, onun eserlerine ve metoduna aykırı nice işler yapıyor.

Nurculukta para toplamak var mı?

Zekatları, fitreleri, kurban paralarını bile fıkıh ve Şeriat kurallarına aykırı olarak devşirmek var mı?

Risale-i Nur meslek ve meşrebinde

politikaya bulaşmak

var mı? Şeriat hükümlerine, fıkıh maddelerine aykırı içtihadlar yapmak, fetvalar vermek var mı?

Bediüzzaman’a rahmet olsun.

O vazifesini hakkıyla yaptı. . 07 Ocak 2001