Bediüzzaman’ın, Seyyid Rıza’nın, Âtıf Efendi’nin Kabirleri
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Ocak 2019
Perşembe
âdil bir mahkeme değildi. Başbakan
, iki bakanının idam edilmeleri cinayet; cumhurbaşkanının, iktidar partisi mensuplarının ağır cezalara çarptırılmaları zulümdü. Aradan uzun yıllar geçtikten sonra, İmralı adasında bir çukura gömülmüş olan Menderes’in cesedi çıkartıldı ve büyük törenle İstanbul’da Topkapı’da yapılmış olan türbeye gömüldü.
de âdil mahkemeler değildi. Karakuşî kararlarla binlerce din alimi, tarikat şeyhi, aydın, gazeteci, aşiret reisi, yazar idam edilmiştir.
bunlardan biridir. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra, bu kişilerin mezarları açılmalı, cesetleri yakınlarına verilmeli ve onlar üzerinde yazılı taş bulunan kabirlere konulmalıdır. Bunu yapmak bir insanlık borcudur. Bu gibi konularda zamanaşımı geçerli değildir.
gizli bir şekilde gömülen Kürt büyüklerinden Seyyid Rıza’nın ailesi ve yakınları dedelerinin cesedini alıp bilinen bir mezara koymak için devlete müracaat etmişler, lakin red cevabı almışlardır. Bu vatandaşlar devletten tazminat istemiyor, sadece büyüklerinin cesedini talep ediyor. Ne yapacaklar? Bir mezar yaptıracaklar, üzerine birkaç satır yazı yazdıracaklar, bayramlarda gelip başında Kur’an okuyacaklar, gelip geçenden bir Fatiha isteyeceklerdir. Onlara bunlar da çok görülüyor.
yıllardan beri büyük gayret sarf edenler, niçin İstiklâl Mahkemeleri mağdurlarının mezarları konusunda insanca davranmıyorlar?
Şu veya bu sebepten idam edilmiş…. Aradan 70-80 sene geçmiş, bırakın yakınları babalarının, dedelerinin, büyüklerinin ölüsüne sahip çıksınlar, onlara birer mezar yaptırsınlar.
1960’ta Urfa’daki mezarını açtılar, cesedini bir tabuta koydular, askeri bir uçakla başka bir yere götürüp gömdüler. Başında bir taş bile yok.
biliyordu, o da rahmet-i Rahman’a kavuştu…
İskilipli Atıf Efendiyi nâ-hak yere şehit ettiniz, bari cesedini verin de bir mezar yapılsın. Onun belki de varisi, akrabası kalmadı.
bin sıkıntı ve yokluk içinde yaşadı, öldü.
hocanın köyüne çekildi. 1970’li yıllarda İskilipli bir dostumu Melahat hanıma göndermiştim. Kapıyı çalmış, yaşlı bir hanım çıkmış. Dostum sormuş:
– Merhum Atıf Efendinin kızı Melahat hanım siz misiniz?
Ağlar gibi titrek bir sesle:
– Benim babam ölmedi ki… demiş. Yardım falan kabul etmemiş. Atıf Efendinin asıldığı gün,
Ne suçu vardı o din adamının? İsmi şimdi hatırımda değil, onun cesedi de taşlı kitabeli bir mezara konulmalıdır.
Biz farkında değiliz ama bunca zulmün ahı üzerimizde kara bulut gibi dolaşıyor.
Amerikalı bir politikacı, elime imkân geçerse Mekke ve Medine’ye atom bombası atarım dedi. Hollanda’da bir parti başkanı Kur’an’ın yasaklanmasını istedi. Bir başka Amerikalı Pakistan’ı bombalarım dedi.
Bir Müslüman, ülkesini işgal eden zalim güçlerle savaşırsa terörist oluyor, yukarıdaki delice ve canice lafları edenler olmuyor.
Amerikalı, Hollandalı veya bir başkası İslâm, Mekke, Medine, Kur’ân aleyhinde böyle konuşurken, birtakım Müslümanların onlarla dostluk yapması, onlara yaltaklanması, onları desteklemesi nasıl oluyor?
Amerika sivil Müslümanları, kadınları, çocukları, ihtiyarları, yaralıları öldürürken terörizm olmuyor, Müslüman vatanını, hürriyetini, mukaddesatını savunursa oluyor.
Şanlıurfa’nın, Gazianteb’in, Kahraman Maraş’ın, öteki bölge ve şehirlerimizin yabancı ordularla çarpışması ve onları püskürtmesi… Onlar, şimdi Irak’a getirdikleri gibi vaktiyle bizim o şehirlerimize de medeniyet getirmişlerdi. Çanlı, Haçlı, Papaz şapkalı, şaraplı, fuhuşlu, fahişeli medeniyet.
Afganistan’a ne getirdiler? İran’a ne getirmek istiyorlar? Pakistan’ın da demokrat, uygar, dinsiz ve medenî olmasını istiyorlar. Sudan’ın da… Bütün İslâm dünyasını Irak gibi, Afganistan gibi yapmak istiyorlar.
Bu demokratlaştırma kademe kademe olacak. İslâm’ı sulandıracaklar… Koyu İslâm’dan açık İslâm’a, yoğun İslâm’dan ılımlısına, daha light daha light… Sulandıra sulandıra kendilerine zarar vermeyecek tavşan suyuna tirit bir İslâm çıkartmak istiyorlar. İndirilmiş (münzel) İslâm’ın yerine uydurulmuş bir İslâm türetmeye çalışıyorlar. Şeriatsız, fıkıhsız hafif mi hafif bir İslâm.
Bir tür ideoloji veya hümanizma. Yooo!.. Günahlarını almayalım. Müslümanları büsbütün dinden çıkartmak istemiyorlar. Mesela bir Müslüman ölünce, cenazesinin camiye getirilip namazının kılınmasına karşı değiller.
Onların en hoşlanmadıkları şey, Müslümanların kendi dinlerini yegâne/tek hak din kabul etmeleri. Bu inancı mutlaka yıkmak istiyorlar. İkincisi, İslâm’daki cihad farzından nefret ediyorlar.
Peki bu adamların asıl gayeleri nelerdir? İslâm dünyasının başta petrol olmak üzere zenginliklerini sömürmek istiyorlar. Bu maksatla kimisi dindar, kimisi dinsiz birtakım zalimleri kullanıyorlar. En çok korktukları şey nedir?.. İslâm birliğidir. Müslümanlar birleşirlerse işleri bitiktir.
Hilafet hakkında iki projeleri var:
– Her ne bahasına olursa olsun önlemek.
– Yahut, ehlî (evcil), ılımlı, fantoş bir Halife bulup Müslümanların başına geçirmek.
Türklerle Kürtleri, Sünnîlerle Alevileri ve Şiîleri, Araplarla Arap olmayanları birbirleriyle boğazlaştırmaya çalışıyorlar.
Bundan birkaç yıl önce
diye düzmece bir din kitabı yayınlamışlardı ama umduklarını bulamadılar, İslâm dünyası bunu reddetti. Müslümanlar bu yeni Haçlı Seferine karşı ne yapmalıdır?
Biricisi: Kur’ân hükümlerine sımsıkı sarılmak.
İkincisi: Peygamberin Sünnetine uymak.
Üçüncüsü: Namaz kılmak.
Dördüncüsü: Mümkün olduğu kadar farz namazları camide cemaatle kılmak.
Beşincisi: İslâm’ın (Siyasal İslâm’ın değil) sembolü olan
uymak.
Altıncısı: Cihad şuuruna sahip olmak.
Yedincisi: Ümmet bilincine sahip olmak, her türlü tefrikadan, fitne fesattan, bölücülükten uzak durmak.
Sekizincisi: Şeriatı kutsal tanımak ve hükümlerine tâbi olmak.
Dokuzuncusu: Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü tuzağına düşmemek.
Onuncusu: Sefih ve sapık medeniyetin hayat tarzını ve değerlerini reddetmek. 10 Ağustos 2007