Risale-i Nur ve müellifi Bediüzzaman

İmana, İslâma, Kur’âna, Sünnete, Şeriata, Ümmete, en karanlık devirlerde büyük hizmet etmiştir ve bugün de etmektedir. Binaenaleyh bütün Ehl-i Sünnet Müslümanlarının, Nurcu olmasalar da, Nurlara sempati ile bakmaları gerekir.

Bediüzzaman hazretlerinin vefatından sonra Risale-i Nur hareketini kimler temsil eder?.. Bu soruya verilecek cevap şudur: Üstadın yolundan giden, Risale-i Nur prensiplerine sadık olan has hizmetkar ağabeyler temsil eder.

Aktif politika yapanlar temsil etmez. Ehl-i Sünnetten ayrılmış olanlar temsil etmez. İhlasa gölge düşürenler temsil etmez. İttihad-ı zedeleyenler temsil etmez. Enaniyetlerini terk etmeyenler temsil etmez.

İman ve İslâm hizmetlerini şahsî veya siyasî emellerine, nüfuzlarına, prestijlerine alet edenler temsil etmez.

Hizmet için Kur’ânın, Sünnetin, Şeriatın, İslâm Ahlâkı’nın doğru bulmadığı, izin vermediği yollarla

para toplayanlar

temsil etmez. Be adam, geride ne kaldı?

El-cevap: Bediüzzaman’ın ve Risale-i Nur’un has hizmetkarları kalmıştır. Bârekallah onlara!..

Risale-i Nur âsâyişin ihlaline, sivil darbe teşebbüsüne, hele Müslüman düşmanlarıyla işbirliği yapılmasına izin vermez.

Risale-i Nur taqiyye ve kitmana izin vermez. Risale-i Nur, meşreb farklılıkları yüzünden Müslümanlar arasında fitne ve fesat çıkmasına ve çıkarılmasına için vermez . Risale-i Nur prensiplerinden biri de Müslümanlara şefkatle, merhametle, hilm ile muamele edilmesidir.

Üstadın kesinlikle izin vermemesine karşılık,

Risale-i Nur’u sadeleştirenler, Risale-i Nur hizmetlerini şu veya bu şekilde siyasete alet edenler

sadık, vefalı ve gerçek Nurcu değildir.

Bediüzzaman hazretlerinin üstadlarından biri de

İmamı Rabbanî

hazretleridir.

İmamı Rabbanî Ehl-i Sünnetin bayraklaşmış büyüklerindendir.

Bediüzzamanı ve Risale-i Nur’u Ehl-i Sünnet dışına çekmeye, bid’atlara alet etmeye yeltenmek ölümcül bir hatâ ve yanlıştır.

Müslümanlara kan kusturan, medâris-i İslâmiyeyi kapatan, camileri yıkan, ulema ve meşayihi asan, bu mübarek vatanda İslâmın kökünü kazımak için uğraşan Süfyanların, zalimlerin ve habîslerin ahfadını destekleyen kimseler gerçek Nurcu olamaz.

Hiçbir Nurcu ehven varken eşeddi desteklemez.

Nurculuğun esaslarından biri de

İttihad-ı İslâmdır.

Her Nurcu Müslümanların birleşmesini ister ve bu yolda çalışır. Tefrika için çalışanlar Nurcu değildir. Nurcu yalan söylemez, iftira etmez, gıybet ve tecessüs etmez. Nurcu nifak ve şikak yangınlarını söndürmeye çalışır.

Nurcu Ehl-i iman, Ehl-i Kur’ân, Ehl-i Kıble olan, Muhammedî

(Salat ve selam olsun ona)

hedy yolundan giden Müslüman kardeşlerine düşmanlık yapmaz. Risale-i Nur hizmetlerine gölge düşüren yanlışlıklar yapılması büyük bir ayıp ve kayıptır.

Nâçizane ve âcizane kaleme aldığım bu yazıma kızan bir Müslüman çıkarsa eyvallah derim. Müslüman dostlarıma ve Müslüman düşmanlarıma selam ve hürmetler.

* (İkinci yazı) Beyaz Türkler ve Padişah Tuğrası

27 Mayıs 1960 askerî darbesinden bir müddet sonra

, Dolmabahçe Sarayının ana caddeye bakan ihtişamlı giriş kapısının üzerindeki

TC levhası

kaldırılmış, altındaki tuğra meydana çıkartılmıştı.

Aradan elli küsur yıl geçtikten sonra,

İstanbul Üniversitesinin anıtsal kapısının üzerindeki tuğra da açılmış bulunuyor.

Tuğranın ortaya çıkartılması tebrike ve övgüye layık bir hizmettir. Ne yazık ki, bazı Beyaz gazeteler ve gazeteciler bunu kötülediler.

Fransa krallık rejimini yıktı ama kral heykellerini, kral isimlerini, kral eserlerini kaldırmadı.

İstanbul Üniversitesi binası

eskiden

Seraskerlik

(Genelkurmay Başkanlığı)

idi. Bugünkü kapı

Sultan Abdülaziz zamanında yapılmıştır

ve üzerinde

Türk hat sanatının şaheserleri listesinde yer alan büyük sülüs yazılar vardır.

Ortada

“Dâire-i Umûr-i Askeriyye”

yazılıdır. Millî Türk yazısı yasaklandıktan sonra bazı yobazlar bu yazıları kazımaya kalkışmışlarsa da,

Darülfünun müderrislerinden İsmail Hakkı Baltacıoğlu bu cinayeti önlemiştir.

Yazılar yerinde kalmış, üzerine mermer levhalar konularak kapatılmıştır.

1950 demokrasi inkılabından sonra büyük yazıların üzerindeki örtücü mermerler kaldırılmış, sadece en üstteki tuğranın üzeri açılamamıştı. Nihayet aradan seksen küsur yıl geçtikten sonra

Abdülaziz Han tuğrası

da açılmış bulunuyor.

Bir kısım Beyaz Türklerin

, bu açılışı tebrik ve tahsin edecekleri yerde kötülemeleri ayıptır. Bahaneleri de şu: TC harfleri kaldırılmış…

Yalan söylüyorlar!.. TC, İstanbul Üniversitesi kelimelerinin başına konulmuştur.

Yani hem tarihî bir eser ortaya çıkartılmış, hem de TC muhafaza edilmiştir.

Bir kısım Beyaz Türklerin ne kadar hoşgörüsüz, ne kadar holigan, ne kadar militan, ne kadar bağnaz, ne kadar tahammülsüz ve hazımsız, millî değerlere ne kadar saygısız oldukları

bir kere daha ortaya çıkmış bulunmaktadır.

Onlar kabul etmeseler bile,

Abdülaziz Han

ve diğer

Selatin-i Âl-i Osman Türkiye halkının çoğunluğunun ecdadı ve atasıdır.

Onların eserlerinin, hatıralarının korunması gerekir. Müslümanlar gelenin hatırı için gidene sövmek alçaklığını ve denaatini irtikab etmezler. Müslümanlar, gerçek tarihe, tarih ve kültür devamlılığına aykırı hiçbir inkılâbı kabul etmezler.

Faşist tek parti zamanında,

Padişahlık zamanından kalan birçok mermer kitabe maalesef vandalca ve düşmanca kazınıp tahrip edilmiştir. Bunlardan biri

Sultanahmetteki Cevrî Kalfa mektebinin binasının iki kitabesindeki tuğra ve bazı beyitlerdir.

Bana inanmayan gidip görebilir.

Tek parti zamanında memleket sathında on binden fazla cami, mescid, medrese, tekke, taş mektep, imaret binası da yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiştir.

Tarihî İslâm kabristanlarının çoğu da, ya tamamen, ya kısmen tahrip edilip düzlenmiştir.

Sadece Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Sabatay Sevi dinine mensup Selanikli Beyaz Türk Dönmelerin

tarihî mezarlığına dokunulmamıştır.

Şu anda Sur içi Fatih bölgesinde

400’e yakın caminin, mescidin, tekkenin isimleri vardır, binaları yoktur. Beyaz Türkler, yakın tarihimizde yapılan bu tahribatın ve vandallığın hesabını vermekle yükümlüdür.

Bu hesap onlardan âdil şekilde sorulmalıdır. 18.04.2014