Üstad Bediüazzamanın kıymetini tam manasıyla anlamak için 1940’lı yılların karanlık Türkiyesinde yaşamış olmak gerekir.

Eski camilerin onda sekizinin kapatılmış, yıkılmış, kiraya verilmiş, olduğu zulüm ve zalam yılları.

Allahü Ekber diyerek gerçek Ezan-ı Muhammedî okumanın yasak olduğu yıllar.

Gizlice din ve Kur’an dersi okutan fedakar ve cefakar hocaların yakalandıkları zaman katiller, caniler gibi zincirlenip zindana atıldığı yıllar.

Tağutî diktatörlük rejiminin İslama, Ümmete, Şeriata, mukaddesata savaş ilan etmiş olduğu yıllar.

İşte bu karanlık devirde, sürgünde bulunan, hiçbir maddî imkana sahip olmayan, devamlı tarassut altında tutulan Üstad hazretleri bu milletin imanını kurtarmak için akıllara durgunluk verecek hizmetler etmiş ve ‘avn-i ilahî ile büyük fütuhata nail olmuştur.

Hazret-i Üstadın bu hayırlı yoldaki Üstadları kimlerdir? Bunu bizzat kendisinin cümlelerinden okuyalım:

*Hem üstadlarımdan

Mevlânâ Celâleleddin

‘in nefsine dediği gibi dedim…

(6. Mektup)

*Üstadım

İmam-ı Rabbânî

, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki…

(8. Mektup)

*…İşte bu hâle giriftar olanlar, mizan-ı Şeriatı elde tutmak ve usulü’d-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve

İmam-ı Gazâlî ve İmam-ı Rabbânî gibi muhakkıkîn-i evliyanın

talimatlarını rehber etmek gerektir.

(29. Mektup)

*

Gavs-ı Âzam

(r.a.) Fütuhu’l-Gayb’ıyla bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi,

İmam-ı Rabbânî

de (r.a.) Mektubat’ıyla bir enîs, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti.

(26. Lem’a)

*İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam ve İmam-ı Gazali…

(Emirdağ Lahikası)

*Eski Said’in ve Yeni Said’in mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risale-i Nur’la alâkadarlıkları cihetiyle çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi mühim bir üstadım olan Mevlânâ Celâeddin’i ziyaret için gitmiştim…

(Emirdağ Lahikası)

*Demek, nasıl ben ve biz, İmam-ı Gazâli ile irtibatımız var, kopmuyor; çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor…

(12. Şua)

*… o tarihte

Mutezile, Râfizî, Cebrî

ve

perde altında zındıklar, mülhidler,

İslâmiyeti zedeleyen çok

firak-ı dâlle

meydana gelmiştiler. Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında

Buhârî, Müslim, İmam-ı Âzam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel ve İmam-ı Gazâli ve Gavs-ı âzam ve Cüneyd-i Bağdadî

gibi pekçok eâzım-ı İslâmiye imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlûp ettiler.

(13. Şua)


*Risale-i Nur ve şakirdlerinin bir üstadı olan

Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazalî

ve beni

Hazret-i Ali

ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.

(Kastamonu Lahikası)

*İşte, bak:

Hazret-i Hasan’ın neslinden

gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa

Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir Geylânî

ve

Hazret-i Hüseyin’in neslinden gelen imamlar,

hususan

Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık

ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.

(19. Mektup)

*…Hattâ onlardan bir tanesi olan

Seyyid Ahmed es-Sünûsî

, milyonlar müride kumandanlık ediyor.

Seyyid İdris

gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor.

Seyyid Yahyâ

gibi bir başka seyyid, yüz binler adamlara emirlik ediyor, ve hâkezâ… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kahramanlar çok olduğu gibi,

Seyyid Abdülkadir Geylânî, Seyyid Ebu’l-Hasen Şâzelî, Seyyid Ahmed Bedevî

gibi mânevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.

(29. Mektup)

*Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufu ehl-i velâyetçe kabul edilen

üç evliya-yı azimenin

en âzamı o Hazret-i Gavs-ı Geylânî’dir

.

(8. Lem’a)

*İlahi! Günahlar beni lal etti. İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, seyyidim ve senedim şeyh Abdülkadir Geylani’nin sesiyle Senin dergah-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya aşina nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum…

(Mesnevi-i Nuriye)

*…

Mevlâna Halid Zülcenâheyn’in

Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilât-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği…

(1. Şua)

*…İşte şu sırdandır ki, en büyük velîler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ,

Celâleddin-i Süyûti

gibi uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan velîler, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine Sahabeye yetişemiyorlar.

(27. Söz)

*Sonra, ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan

Celâleddin Süyutî

gibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte,

bahsedeceğimiz hadiseler, mucizeler, böyle elden ele-kuvvetli, emin, müteaddit ve çok, belki hadsiz ellerden-sağlam olarak bize gelmiş.

(19. Mektup)

*Has üstadlarımın dairesinde,

Gümüşhaneli ve Mecmuatü’l-Ahzab sahibi Ahmed Ziyaeddin…

(13. Şua)

* * *

Yukarıdaki satırlar gösteriyor ki,

Üstad Bediüzzaman bir Ehl-i Sünnet büyüğüdür.

Selef-i sâlihîn, Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, eimme-i müctehidîn, evliyaurrahman, Sadat-ı kiram yolundadır.

Üstad Ehl-i Beyt-i Mustafa râhındadır. Üstad bir Nurcu büyüğü değil, bir İslam büyüğüdür. Üstadı maalesef başka boyalara sokmak isteyenler var.

Üstadın nazarında üç ibrahimî hak din yoktur, bir tek hak ibrahimî din vardır, o da İslamdır.

Üstad, Muhammedî davet kendisine ulaştıktan sonra, bu daveti redd, inkâr ve tekzib edenlerin ehl-i necat ve ehl-i Cennet oldukları fasid inancını asla kabul etmez.

O Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Sevad-ı Âzam dairesinde sabit-kademdir. Yukarıda bizzat onun dilinden listesini verdiğim muhterem üstadları bu iddialarımın müsbit delili değil midir:

(İkinci yazı) Mevlana Dergâhı Aslına Uygun Hale Getirilmelidir

Kendisini takdir ettiğim muhterem bir zat, yapılan ve yapılacak olan birtakım restorasyonlarla

Mevlana müzesi

aslına uygun hale getirilecek demiş… Bendeniz bu duâya âmin diyemem. Mevlana müzesinin aslına uygun hale getirilmesi, müze halinden çıkartılıp tekrar

Mevlevî Dergahı

yapılmakla olur.

Tekke, bu zamanda Hz. Mevlana efendimizin hakikî varis, vekil ve halifelerinden ehliyetli muhterem bir şeyhe teslim edilir, o da eskiden olduğu gibi orada namaz kıldırır ve ayin-i şerif yaptırır. Başka türlü aslına dönüş olmaz.

Şeyhin Kur’ana, Şeriata, Sünnete uyan bir Müslüman olması gerekir. Mevlana beş vakit namaz kılardı. Şeyh de kılacaktır. Târik-i salattan şeyh olmaz.

Şeyhin, Hz. Mevlana gibi Ehl-i Sünnet itikadına sahip olması gerekir.

‘Âbid, zâhid, muttaqi, müteverri, mürüvvetli, âlim, arif, zarif, medenî bir zat olması gerekir.

Tağutu sevenden şeyh olmaz, müteşeyyih olur.

Dergah-ı şerif müze olarak kalacak, bilet alınıp girilecek, içinde zikrulluh yapılmayacak ve sonra aslına dönecek… Olur mu böyle şey?

Mevleviliğin sekiz şartından birincisi devamlı taharet üzere olmaktır, yani yere abdestsiz basmamaktır.

Gerçek Mevlevî

beş vakit farz namazları dosdoğru kılar

, ayrıca nevafil ile de meşgul olur. Parayla âyin ve sema yapmak… Mevlevilik lügatinde böyle şeyler yoktur. Çile çekmeyen kişi Mevlevî dervişi olamaz, sadece muhib olur.

Gerçekten muhib ise biz ona da hürmet ederiz. Mevlevî yüksek ahlâk ve karakter sahibidir.

Eski Mevlevî meşayihi mükemmel Osmanlıca, Arapça, Farsça, son devirdekiler Fransızca bilirlerdi.

Şeyh

Orhan Selahaddin Efendi

Galatasaray Sultanisinde

Fransızca muallimi idi.

Fransızca ders kitapları yazmıştır.

Mevlevilik edeb ve yüksek terbiye tarikatidir. Cahillikle Mevlevilik bir yerde olmaz.

Meşhur

Şeyh Galib

Mevlevî şeyhiydi. Mevlevî tekkesine nâkıs olarak giren olgun olarak çıkar… Cahil giren alim çıkar. Mevlevî tekkesi bir Kur’an, Sünnet ve Şeriat Mektebidir.

Tekkeler ve tasavvuf Şeriata karşıymış. Sen bu yalanı bana yutturamazsın, bu külahı bana giydiremezsin..

Osmanlı devlet-i aliyyesi altı yüz küsur sene iki kanatla uçmuştur:

Şeriat ve Şeriata uygun tasavvuf kanatlarıyla. İslam medreseleri Şeriati temsil eder ve öğretirdi; tarikatlar da tasavvufu.

Bu ikisi yıkılınca bugünkü manevî tahribat meydana geldi. İslam medreseleri aslına uygun şekilde açılmalıdır. Tasavvuf tekkeleri de yine aslına uygun şekilde açılmalıdır. Başka türlü salah olmaz. 25.09.2013