Bediüzzamanın Üstadları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Aralık 2018
Üstad Bediüazzamanın kıymetini tam manasıyla anlamak için 1940’lı yılların karanlık Türkiyesinde yaşamış olmak gerekir.
Eski camilerin onda sekizinin kapatılmış, yıkılmış, kiraya verilmiş, olduğu zulüm ve zalam yılları.
Allahü Ekber diyerek gerçek Ezan-ı Muhammedî okumanın yasak olduğu yıllar.
Gizlice din ve Kur’an dersi okutan fedakar ve cefakar hocaların yakalandıkları zaman katiller, caniler gibi zincirlenip zindana atıldığı yıllar.
Tağutî diktatörlük rejiminin İslama, Ümmete, Şeriata, mukaddesata savaş ilan etmiş olduğu yıllar.
İşte bu karanlık devirde, sürgünde bulunan, hiçbir maddî imkana sahip olmayan, devamlı tarassut altında tutulan Üstad hazretleri bu milletin imanını kurtarmak için akıllara durgunluk verecek hizmetler etmiş ve ‘avn-i ilahî ile büyük fütuhata nail olmuştur.
Hazret-i Üstadın bu hayırlı yoldaki Üstadları kimlerdir? Bunu bizzat kendisinin cümlelerinden okuyalım:
*Hem üstadlarımdan
‘in nefsine dediği gibi dedim…
*Üstadım
, aşk-ı mecazîyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki…
*…İşte bu hâle giriftar olanlar, mizan-ı Şeriatı elde tutmak ve usulü’d-din ulemasının düsturlarını kendine ölçü ittihaz etmek ve
talimatlarını rehber etmek gerektir.
*
(r.a.) Fütuhu’l-Gayb’ıyla bana bir üstad ve tabib ve mürşid olduğu gibi,
de (r.a.) Mektubat’ıyla bir enîs, bir müşfik, bir hoca hükmüne geçti.
*İşte bu sır içindir ki, Yeni Said’in hususi üstadı olan İmam-ı Rabbani, Gavs-ı Azam ve İmam-ı Gazali…
*Eski Said’in ve Yeni Said’in mühim üstadlarından olan ve onun müridleri olan Mevlevîlerin her yerde Risale-i Nur’la alâkadarlıkları cihetiyle çok alâkadar olduğum ve İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi mühim bir üstadım olan Mevlânâ Celâeddin’i ziyaret için gitmiştim…
*Demek, nasıl ben ve biz, İmam-ı Gazâli ile irtibatımız var, kopmuyor; çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor…
*… o tarihte
ve
İslâmiyeti zedeleyen çok
meydana gelmiştiler. Şeriat ve itikad noktasında ehemmiyetli sarsıntılar olması hengâmında
gibi pekçok eâzım-ı İslâmiye imdada yetişip o fitne-i diniyeyi mağlûp ettiler.
*Risale-i Nur ve şakirdlerinin bir üstadı olan
ve beni
ile bağlayan yegâne üstadımı beğenmemek değil, belki bütün kuvvetleriyle onların takip ettiği mesleği ehl-i dalâletin hücumundan kurtarmak ve muhafaza etmektir.
*İşte, bak:
gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa
ve
hususan
ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur’âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler.
*…Hattâ onlardan bir tanesi olan
, milyonlar müride kumandanlık ediyor.
gibi diğer bir zat, yüz binden fazla Müslümanlara kumandanlık ediyor.
gibi bir başka seyyid, yüz binler adamlara emirlik ediyor, ve hâkezâ… Bu seyyidler kabilesinin efradlarında böyle zâhirî kahramanlar çok olduğu gibi,
gibi mânevî kahramanların kahramanları dahi varlarmış.
*Hazret-i Şeyhin vefatından sonra hayatta oldukları gibi tasarrufu ehl-i velâyetçe kabul edilen
.
*İlahi! Günahlar beni lal etti. İsyanımın çokluğu yüzünden mahcubum. Gafletin şiddeti ise sesimi kıstı. İşte, ben de, seyyidim ve senedim şeyh Abdülkadir Geylani’nin sesiyle Senin dergah-ı rahmetinin kapısını çalıyor ve onun, kapıcıya aşina nidasıyla Senin mağfiret kapında nida ediyorum…
*…
Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakikat rüsuhuyla o zamanda meydan alan tevilât-ı fâsideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyade insanları daire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği…
*…İşte şu sırdandır ki, en büyük velîler Sahabe derecesine çıkamıyorlar. Hattâ,
gibi uyanık iken, çok defa sohbet-i Nebeviyeye mazhar olan velîler, Resûl-i Ekrem (a.s.m.) ile yakazaten görüşseler ve şu âlemde sohbetine müşerref olsalar, yine Sahabeye yetişemiyorlar.
*Sonra, ehl-i keşfin tasdikiyle, yetmiş defa Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm temessül edip yakaza halinde onun sohbetiyle müşerref olan
gibi allâmeler ve muhakkikler, ehâdis-i sahihanın elmaslarını, sair sözlerden ve mevzuattan tefrik ettiler. İşte,
*Has üstadlarımın dairesinde,
* * *
Yukarıdaki satırlar gösteriyor ki,
Selef-i sâlihîn, Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, eimme-i müctehidîn, evliyaurrahman, Sadat-ı kiram yolundadır.
Üstad Ehl-i Beyt-i Mustafa râhındadır. Üstad bir Nurcu büyüğü değil, bir İslam büyüğüdür. Üstadı maalesef başka boyalara sokmak isteyenler var.
Üstad, Muhammedî davet kendisine ulaştıktan sonra, bu daveti redd, inkâr ve tekzib edenlerin ehl-i necat ve ehl-i Cennet oldukları fasid inancını asla kabul etmez.
O Ehl-i Sünnet ve Cemaat, Sevad-ı Âzam dairesinde sabit-kademdir. Yukarıda bizzat onun dilinden listesini verdiğim muhterem üstadları bu iddialarımın müsbit delili değil midir:
Kendisini takdir ettiğim muhterem bir zat, yapılan ve yapılacak olan birtakım restorasyonlarla
aslına uygun hale getirilecek demiş… Bendeniz bu duâya âmin diyemem. Mevlana müzesinin aslına uygun hale getirilmesi, müze halinden çıkartılıp tekrar
yapılmakla olur.
Tekke, bu zamanda Hz. Mevlana efendimizin hakikî varis, vekil ve halifelerinden ehliyetli muhterem bir şeyhe teslim edilir, o da eskiden olduğu gibi orada namaz kıldırır ve ayin-i şerif yaptırır. Başka türlü aslına dönüş olmaz.
Şeyhin Kur’ana, Şeriata, Sünnete uyan bir Müslüman olması gerekir. Mevlana beş vakit namaz kılardı. Şeyh de kılacaktır. Târik-i salattan şeyh olmaz.
‘Âbid, zâhid, muttaqi, müteverri, mürüvvetli, âlim, arif, zarif, medenî bir zat olması gerekir.
Dergah-ı şerif müze olarak kalacak, bilet alınıp girilecek, içinde zikrulluh yapılmayacak ve sonra aslına dönecek… Olur mu böyle şey?
Gerçek Mevlevî
, ayrıca nevafil ile de meşgul olur. Parayla âyin ve sema yapmak… Mevlevilik lügatinde böyle şeyler yoktur. Çile çekmeyen kişi Mevlevî dervişi olamaz, sadece muhib olur.
Gerçekten muhib ise biz ona da hürmet ederiz. Mevlevî yüksek ahlâk ve karakter sahibidir.
Şeyh
Galatasaray Sultanisinde
Fransızca ders kitapları yazmıştır.
Mevlevilik edeb ve yüksek terbiye tarikatidir. Cahillikle Mevlevilik bir yerde olmaz.
Meşhur
Mevlevî şeyhiydi. Mevlevî tekkesine nâkıs olarak giren olgun olarak çıkar… Cahil giren alim çıkar. Mevlevî tekkesi bir Kur’an, Sünnet ve Şeriat Mektebidir.
Şeriat ve Şeriata uygun tasavvuf kanatlarıyla. İslam medreseleri Şeriati temsil eder ve öğretirdi; tarikatlar da tasavvufu.
Bu ikisi yıkılınca bugünkü manevî tahribat meydana geldi. İslam medreseleri aslına uygun şekilde açılmalıdır. Tasavvuf tekkeleri de yine aslına uygun şekilde açılmalıdır. Başka türlü salah olmaz. 25.09.2013