Pazar

 

Geleneksel Sanatları ve Zanaatları Canlandırmak

Bizde herkes şöyle işler istiyor: (1) Sigortası olsun. (2) Emekliliği olsun. (3) İşe gidip gelmek için servisi olsun. (4) Öğle yemeği olsun. (5) Haftada iki gün tatil olsun. (6) Sendikal hakları olsun. (7) Toplu sözleşmesi olsun. (8) Yüksek maaş veya ücreti olsun. (9) İş ağır ve çok yorucu olmasın… vs.

Milyonlarca işsizin hepsine böyle şeyler bulmak mümkün değildir. Başka türlü işler de vardır. Bir örnek vereyim:

vatandaşın biri az ücretli, diyelim ayda 750 liralık bir işte çalışmaktadır.

Bu para ile ailesini geçindirememektedir.

Evde part-time iş yapabilecek iki kişi vardır.

Bunlar ayda 250-300 lira kazanç sağlayacak birer iş yaparlar. Yol parası yok, vakit kaybetmek yok, bir işyerinde çalışmanın verdiği sıkıntılar yok. Günde üçer dörder saat keyiflerince çalışırlar. Aile reisinin 750’si, diğer iki işten de

550 lira

diyelim,

toplam 1300 lira eder

, bu bütçe ile sıkıntıdan kurtulurlar. Sendikalar böyle işlerden hoşlanmaz. Mâlum…

Evde yapılacak bu işler nelerdir? Geleneksel el sanatları ve zanaatlarıdır.

Ülkemize heryıl maşallah büyük sayıda turist geliyor. Bunlar, hatıra olarak bazı eşyalar almak isterler.

Bu hatıra eşyasının bir kısmı evlerde üretilebilir. Duyduğuma göre Nevşehir taraflarında köylü hanımlar evlerde bebek yapıp turistlere satıyormuş.

Yaz aylarında halkın gezmeye, piknik yapmaya gittiği yerlerde, yol kenarlarında, kaliteli ve dükkanlarda pek bulunmayan ürünler teşhir edilse satılmaz mı, çalışıp üretenler para kazanmaz mı? Mesela

patlıcan reçeli, yeşil

(ham)

ceviz reçeli, havuç reçeli… El dokuması ve el işlemeli kumaşlar, örtüler… Ağaç oyma işleri…

Ülkemizde üç geleneksel sanat çok inkişaf etmiştir (gelişmiştir):

Hat sanatı, ebru sanatı, tezhib

(süsleme)

sanatı.

Ebru konusunda dünya birincisi oluduğumuz söylenebilir. Bunlar gibi daha 250 sanat ve zanaatımız bulunmaktadır. Bunların bir kısmını pek âlâ canlandırabiliriz.

Çömlekçilik

deyip geçmeyelim. Artık insanlar testilerden su içmiyor, toprak çanaklarda yemek yemiyor ama müzelerimizdeki eski pişmiş toprak eşyanın replikalarını yaparak turistlere satabiliriz, yurt içinde de salonlarımızı, vitrinlerimizi böyle eşya ile süsleyebiliriz. Komşumuz Yunanistan’da böyle eserler turistlere satılıyor da bizde niçin satılmasın?

İran’da, Hindistan’da, daha nice ülkede geleneksel sanatlar ve zanaatlar çok gelişmiştir. Onlardan ders ve ibret almalıyız. Kurslar açılarak yüz binlerce vatandaşımıza sanat ve zanaat öğretilmelidir.

Devlet bu işi yapamaz. Bu işler için ayrılacak fonları, bütçeleri birileri talan eder, sanat manat yapılmaz, üretim olmaz. Bu işleri holdingler, vakıflar, dernekler, cemaatler, tarikatlar yapabilir.

Dikkat edilecek birinci husus şudur: Bu sanat ve zanaatlar hobi olarak öğretilmeyecek, bunlarla para kazanıp geçinecek muhtaç kimselere öğretilecektir. El sanatları ve zanaatları köşe dönme vasıtası değil, öncelikle geçim vasıtasıdır.

Sanata yatkın, ahlaklı ve karakterli, çalışkan gençlerimizi gruplar halinde yabancı ülkelere göndererek onlara altın bilezikler kazandırmalıyız.

Bu işler çok ciddî organizasyon ister. Mesela Özbekistan’a 25 öğrenci gönderilmelidir. Orada Behzat Güzel Sanatlar Mektebi vardır. Okusunlar, sanat öğrensinler ve Türkiye’ye dönüp üretim yapsınlar.

Yabancı ülkelere gidecek gençler politikaya ve ülkelerin iç işlerine karışmayacaklar, din propagandası yapmayacaklar, fitne ve fesat çıkartmaktan kaçınacaklardır. Bunların başında, kendilerini çekip çevirecek, disiplini sağlayacak, yönlendirecek idareciler ve hocalar bulunmalıdır.

İran, geleneksel sanatlar ve zanaatlar bakımından çok zengindir. Oraya da öğrenci gönderilmelidir. Yabancı ülkelerdeki el sanatı ve zanaat atölyelerine de çırak gönderilmeli, usta yetişmesi için çalışılmalıdır.

Hindistan’da, dünyanın birçok ülkesinde

el yapımı kağıt sanatı

vardır. İstanbul’da vaktiyle Kağıthane’de el yapımı kağıt üretiliyormuş. Bu sanat veya zanaat niçin canlandırılmasın? Doğu Türkistan’da bu sanat canlıdır (Hoten kağıdı). Oradan bir usta getirilerek pekala bizde de canlandırılabilir.

Bir yandan dış dünyaya öğrenci göndererek, bir yandan ülkemize dışarıdan usta getirerek onlarca, hattâ birkaç yüz sanat ve zanaatın temellerini atmak mümkündür.

Ebru sanatı

nasıl yaygın hale geldiyse, diğer sanatlar da gelişebilir. El yapımı cam sanatı… El dokuması kumaş sanatı… Kaliteli, estetik, sanatlı olmak şartıyla çömlekçi sanatı… Sedefçilik sanatı… Papye maşe (Papier maché) sanatı… Tüften (yumuşak volkanik taş) yapılan eşya sanatı… El yapımı kağıtları ve el dokuması kumaşları tabiî (doğal) boyalarla boyama sanatı…

Bu dediğim işler yapılırsa, başarılı olunursa

on sene sonra bir milyon vatandaşımıza doğrudan doğruya veya dolaylı olarak iş sahası açılmış olur.

Şu anda ülkemizin en çok turist çeken üç binası

Topkapı Sarayı, Ayasofya ve Sultanahmet camileridir.

Bunların etrafında geleneksel ve millî hatıra eşyası yoktur. Çin’den, Hint’ten gelme ıvır zıvırlar satılıyor. Niçin Türkiye’de üretilmiş estetik el sanatı ve zanaat objeleri satılmasın? Belediyelerimizin bu konuya el atmaları gerekir. Devletimizin (bu iş için ortaya konulacak paraların sülükler ve asalaklar tarafından hortumlanmaması şartıyla) destek vermesi gerekir.

Dinî cemaat, dernek ve vakıflar da iyi bilmelidirler ki, din hizmetleri sadece dindarlıkla, hâfız kursu ile olmaz. Sanat da lazımdır, zarurîdir. Sadece hat, ebru, tezhip kurslarıyla da iş bitmez. Yüzlerce sanat ve zanaat öğretilmelidir.

Büyük bir tarikat şeyhi, büyük bir cemaat hocaefendisi zengin müridlerine “Evlerinizdeki salonların tavanına ahşaptan, millî-dinî sanatımıza uygun güzel bir tavan göbeği yaptırıp monte edeceksiniz” emrini verse, ahşap sanatımız birden bire gelişir.

On altıncı asır sonlarında

Sumatra adasındaki Açe sultanlığı

İstanbul’a elçi göndererek, kendilerine saldıran

Portekiz haçlılarına karşı Osmanlı’dan yardım

istemişlerdi. Osmanlı devleti, Kızıldeniz’den kalkan bir donanma ile onlara şunları göndermişti:

1. Savaş gemisi inşa etme ustaları.

2. Top dökümü ustaları.

3. Barut üretimi ustaları.

4. Hattatlar.

5. Müzehhibler yani tezhip sanatkarları.

Savaş âletlerinin ve malzemesinin yanında sanatkârlar…

Osmanlılar medenî ve vasıflı Müslümanlardı…

Sanatı terk edenler, sanatla ilgilenmeyenler, sanata önem vermeyenler, sanatkâr yetiştirmeyenler medenî değil, bedevîdir. (Bu konu ile ilgilenen bir belediye veya başka bir kuruluş çıkarsa, BEDİR YAYINEVİ’ne telefon numarası bıraksınlar, irtibata geçelim, konuşalım, müzakere ve istişare edelim, çareler ve çözümler arayalım. İki bardak iyi çaydan başka bir şey istemem. Bedir’in telefonu: 0212/519 36 18)

(İkinci yazı)

SUÇUM BÜYÜKMÜŞ


Bendenizi defterden silmişler, kara listeye almışlar. Suçum büyükmüş… Diyaloğa karşıymışım, Diyaloğu tenkit ediyormuşum… Sünnî bir Müslüman olarak ne yapacaktım?

Bu Diyalog bid’ati de nerden çıktı?

Hangi muteber, klasik, güvenilir din kitabında

“Diyalog ve Hoşgörü”

diye bir inanç, bir bölüm, bir madde var.

Diyalog 1960’lı yıllarda

Vatican

(Papalık) tarafından, İslâm dünyasında yeni bir misyonerlik yapmak üzere çıkartılmış gayr-i İslâmî bir doktrindir. (Papalığın bu konuda kitabı var…)

Bana dünyayı verseler, yine de böyle din dışı, Kur’ân’a ve Sünnete aykırı, İslâm’ın tek hak din olduğu inancına zıt bir görüşü benimsemem. Açıkça, samimî olarak beyan ediyorum:

İslâm’da diyalog inancı yoktur. Bazılarının iddia ettiği gibi

“Üç hak İbrahimî din”

yoktur.

Bir tek hak ibrahimî din vardır, o da İslâm’dır.

İslâm’ı, Kur’ân’ı, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve davetini red ve tekzib eden münkirler ve kâfirler asla ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.

Kelime-i şehadet bir bütündür. İçinde iki esas bulunmaktadır. Bu iki esasın da birlikte ikrar edilmesi gerekir. Kafirlerin hatırı için

“Muhammed Resulullah”

kısmı

meskutün anh

geçilemez. Diyalogçuların bendenize boykot uygulaması gülünçtür

Böyle bir şey cemaat fanatizmine ve asabiyetine uygun düşer ama İslâm ve iman kardeşliğine uymaz. Kaç kere yazdım, bir kere daha teklif ediyorum:

Diyalog doktrin ve ideolojisinin İslâm’a, Kur’ân’a, Sünnete uyup uymadığı konusunda beynelislâm


(Müslümanlar arası)

bir ulema meclisi toplansın.

Bu meclise sadece icazetli din uleması alınsın, icazetsizler alınmasın. Onlar meseleyi müzakere etsinler ve fetva versinler.

  • Ehl-i Kitap ehl-i necat mıdır?
  • Ehl-i Kitab ehl-i Cennet midir?
  • Yüce dinimizde diyalog var mıdır?
  • Dinin temellerinden, usulünden, zarurî temel hükümlerinden taviz verilerek diyalog yapılabilir mi?
  • Kafirleri dost ve velî edinmek caiz midir?
  • Kelime-i Şehadet’in ikinci cümlesini söylememek, ikrar etmemek İslâm’a ve iman’a uyar mı? 09 Kasım 2009