“Ben Eşeğim” Diye Bağırtılan Tarihçi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Ocak 2019
Salı
8 NİSAN Pazar günü Büyükada’ya gitmiş, gördüklerimi, düşündüklerimi yazmıştım. Ada’ya her gidişimde, 1930’lu yıllarda orada bir kulüpte cereyan eden hadiseyi hatırlarım. Bunu tabiî ki, ben görmedim, bilenlerden işittim. İnanılacak gibi değil. Önceleri “Böyle birşey olabilir mi?” diye tereddüt geçiriyordum. Sonra, o tarihlerin Türkiye’sini bilen bir Fransız’ın kitabında konu ile ilgili bir paragraf okudum, vak’anın gerçekten yaşanmış olduğuna inandım. Gerçi Fransız isim vermiyor, zaten ben de vermeyeceğim…
Büyükada… Bir gece… Adanın lüks, mutena, ancak ekâbirin ve zenginlerin gidebildiği ve girebildiği bir kulüp… Her yer ışıl ışıl… Masalarda bazı seçkin şahıslar oturuyor, kimisinin yanında hanımları da var… Meşhur ve popüler bir tarihçi de orada… Yeniliyor, içiliyor, sohbet ediliyor… Penguen kuşuna benzeyen siyahlı beyazlı garsonlar harıl harıl hizmet veriyor… Oriste Pasam… Nefis Mercan balığımız var… Hay hay istakozunuzu getiriyorum… Burgulu açacaklarla şaraplar, şampanyalar açılıyor… Çin çin… Şerefinize…
O ne, o ne, o ne!.. Bu gece, kulübe devletli bir zat geliyor… Etrafı, avanesi haşem ve hademi ile… Pür tantana, pür velvele geliyor… Kulübün büyük salonunda bir telaş, bir heyecan, bir kaynaşma ki, sormayın… Oturuyorlar, masalar donanıyor, yeme içme faslı başlıyor…
Sonra olanlar oluyor… Boyu kadar kitap yazmış yaşlı tarihçi masanın üzerine çıkartılıyor ve “Ben bir eşeğim” diye bağırtılıyor. Herkes şaşkın, herkes sessiz, herkes taşlaşmış… Tarihçi ölmüştür… Bitkin, ezgin, perişan bir vaziyette masadan iniyor. Boynu bükük, başı eğik, sağa sola bakmadan sessiz sedasız çekilip gidiyor. Bir müddet sonra da kahrından vefat ediyor.
Bizim yakın tarihimiz bunun gibi nice meraklı, ibretli, kayda değer hâdisat ve vukuat ile doludur. Tarihçilerimiz, araştırıcılarımız, güçlü ediplerimiz niçin bunları toplayıp Letâif-i Rivâyât külliyatları yayınlamazlar?
Rivayetler duyuyoruz: Diyanet’e bâlâdan (yukarıdan) çok büyük baskılar yapılmış ve cuma hutbelerinde “Allah katında din İslâm’dır” âyetinin okunması yasaklanmış… Baskı ve yasağın kaynağı AB imiş… Sadece AB olmaz, bunun arkasında ABD ve İsrail’in de olması gerekir. (Son yıllarda medyada bu konuda bazı haberler ve yorumlar yayınlanmıştı.)
Yine Millî Eğitim Bakanlığı’na Derin Güçler baskı yapmışlar, direktif vermişler ve din dersleri kitaplarında bazı âyetlerin bulunmamasını istemişler. Bilhassa içlerinde “kâfir” kelimesi geçen âyetler okullarda çocuklara okutulmayacakmış… Bu DERİN GÜÇLER kimlerdir? Onların Türkiye’deki maşaları kimlerdir?
Süleyman bey, Cumhurbaşkanlığı sırasında Hürriyet gazetesine beyanat vermiş ve “Kur’ân’daki 300 küsur âyetin hükmü kalmamıştır, onların yerine pozitif kanunlar yapılmıştır” demişti. Gazete de bu cümleyi sür-manşet (başlık üstü) yapmıştı.
Yine derin güçler, Diyanet İşleri Başkanlığı’na çok ağır, çok derin, çok yaman, çok amansız baskılar yaparak hadîslerdeki “hurafelerin ayıklanmasını” istiyormuş. Peygamberimizin kaynağı, râvisi, senedi, silsilesi belli hiçbir hadîsine hurafe denilemez. Hadîsler için bu kelimeyi kullanan dinden çıkar, kâfir olur. Hadîslere hurafe diyen kâfirler ne yapmak istiyor?
İslâm onlara “Bizim dinimiz bize, sizin dininiz size” diyor. Bu adamlar bizim dinimize ne hakla ve selahiyetle karışıyor.
Birtakım Diyalogçular, Yahudiler ve Hıristiyanlar üzülmesin ve tedirgin olmasın diye Kelime-i Şehâdet’in ikinci cümlesinin, “Muhammed Resulullah” cümle-i tayyibesinin söylenmemesini istiyor. Onlar bu ilhamı nereden alıyor? Vatikan’dan mı?
Bazı ilâhiyat fakültelerinde yuvalanmış olan Fazlurrahmancılar, Kur’ân’ın ahkâm âyetlerinin bir kısmı tarihseldir, bu gün için geçerli değildir diye ayırım yapıyor. O Fazlurrahman ki, Pakistan’ın bin (1000 ) uleması, müftüsü, fukahası tarafından şiddetle tenkit edilmiş, aleyhinde fetva verilmiş ve ABD’ye kaçmak zorunda kalmıştı.
Ey Müslümanlar!.. Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz, bu adamlar neler yapmak istiyor?
(Diyanet, benim iddialarımı kabul etmez, bize baskı maskı yapılmıyor der ise Riyâset-i Celileden rica ve talep ediyorum: Cuma hutbeleri esnasında “Allah katında din İslâm’dır” âyetini metin ve meal olarak okutsunlar, biz de üzüntüden kurtulalım. Bunu yapmazlar, yapamazlar ise gerisi lâf u güzaftır.)
Kürtlere Kurulan Tuzaklar
KUZEY Irak’taki durum ve olup bitenler, öncelikle Türkiye Kürtlerine ve sair vatandaşlarımıza çok açık, çok şeffaf olarak gösterilmeli ve anlatılmalıdır.
(1) Türkiye’nin kolay, sancısız, kansız bir şekilde parçalanacağını sananlar ve umanlar büyük hatâ ediyor.
(2) ABD ve İsrail tarafından desteklenen maceracılara sempati besleyen Kürtler, şunu iyi bilmelidir ki, Irak’ın parçalanması ve bağımsız bir Kürdistan kurulmasının faturası çok ağır olacaktır.
(3) Tarih boyunca Kürdistan’da büyük miktarda Yahudi yaşamıştır ama günümüzde bu bölgede hiç Yahudi görünmüyor. Bunlar ne olmuştur? Bir kısmı İsrail’e göç etmiş, bir kısmı da kalmış ve dıştan Müslüman görünmektedir. Kürt Yahudileri konusunda bilgi edinmek isteyenlere http://haruth.com/jw/jewskurdistan.htlm sitesindeki malumatı tedkik etmelerini tavsiye ederim.
(4) Türkiye’deki halk; Türkler, Kürtler ve ötekiler o kadar kaynaşmış durumdadır ki, ayrılmaları mümkün değildir.
(5) Şu anda Kuzey Irak’taki Kürdistan’da korkunç bir kokuşma hüküm sürmektedir. Birtakım sahte kahramanlar doların milyarı ile Karun gibi zengin olmuşlardır. Böyle adamlara inanılmaz, onların peşinden gidilmez. Kılavuzu karga olanın burnu pislikten kurtulmaz.
(6) Türkiye’deki Kürtlerin ezici çoğunluğu Sünnî Kürttür. Bu Müslümanlar birtakım Yahudi Kürtlerin yalanlarına inanıp içi ateş dolu çukurlara ve tuzaklara düşmemelidir. Yakın tarihte sadece Kürtlere değil, Türklere ve Bütün Müslümanlara zulm edilmiştir. Pire yüzünden yorgan yakmak, papaza kızıp oruç bozmak akıllıca olmaz.
(7) Ortadoğu’daki yangının üçüncü bir dünya savaşına sebep olacağı anlaşılıyor. Türkiye’deki Türk, Kürt, Çerkes, Arnavut, Boşnak, Gürcü… bütün Müslümanların din kardeşliği bağlarına sımsıkı yapışmaları gerekir. Müslümanlar birbirinin dostu ve velisidir. Müslümanları bırakıp da Kürt veya başka bir posta bürünmüş Yahudilerin peşinden gitmenin sonu felâkettir. 18 Nisan 2007