Perşembe

 

Eskiden Osmanlı devletinin bir parçası olan Lübnan “interconfessionnel” bir toplum yapısına sahiptir. Yani orada çeşitli dinî cemaatler (milletler) bulunmaktadır. Lübnan devletinin siyasî yapısı da bu dinî çeşitliliğe göre tanzim edilmiştir. Orada

Cumhurbaşkanı Marunî Hıristiyan, Hükümet Başkanı Sünnî Müslüman, Meclis Başkanı Şii Müslümandır.

Kabinede Dürzi, Ermeni bakanlar bulunur.

Gerçekle yüzde yüz örtüşmeyen bir edebiyat yapıyor ve Türkiye’nin yüzde 99 Müslüman olduğunu söylüyoruz. Aslında bizde de çeşitli dinlilik yapısı mevcuttur. Çoğunlukta olanlar Sünnî Müslümanlardır ama sayıları kadar güçleri yoktur. Farklı Müslüman olan Alevîler vardır.

Bir buçuk milyon kadar Sabataycı vardır. Ağırlıkları, güçleri, tesirleri çok ama çok fazladır. Büyük sayıda çeşitli kriptolar vardır. Türkiye’de konvansiyonel devletten başka, birtakım devlet içinde devletler bulunmaktadır.Bir değil, birkaç derin devlet vardır.

Devlete kafa tutan, çok güçlü lobiler vardır. Laikçilik (laiklik demedim) bir tür din haline gelmiştir. Fanatik laikçiler vardır. İslâm dinine ve şeriatına karşı olan güçler, gizli iktidarlar, kurumlar bulunmaktadır. Böyle bir ortamda mutlaka bir uzlaşma sağlanması gerekir.

Lübnan’da çoğunluğu teşkil eden Sünnî Müslümanlar,

“Madem ki, biz çoğunluktayız Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Meclis Başkanı da hep bizden olacaktır”

derlerse uzlaşmayı bozmuş olurlar ve bunun ardından büyük kargaşa, iç savaş çıkar.

Geçenlerde bir dostumuz, sohbet esnasında

“Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın, Meclis Başkanı’nın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın hepsinin eşleri başörtülü Müslümanlar olması ne iyi olur…”

mealinde bir söz sarf etti.

Bu gibi sözler siyasetten hiç anlamayanların safça temennileridir. Türkiye’de laik bir rejim vardır. Türkiye’deki resmî ideolojinin çok güçlü bekçileri bulunmaktadır. Müslümanlar bütün bu güçleri hesaba katarak hareket etmelidir.

Bence, Ahmet Necdet Sezer’den boşalacak devlet başkanlığı makamına gerçekten demokrat, gerçekten liberal, gerçekten insan haklarına saygılı ve bağlı, gerçekten hukukun üstünlüğünü kabul etmiş çağdaş zihniyetli birisi getirilmelidir. Laik bir düzende Cumhurbaşkanı’nın eşinin başının örtülü olması o kadar önemli bir mesele değildir.

28 Şubat’tan sonra öfkeli bir generalin şu sözü hatırdan hiç çıkartılmamalıdır: “Onlar yüzde 90 oy alsalar da iktidar olamayacaklardır.” Türkiye’nin birinci gücü olan büyük medyaya sen hâkim değilsin. Üniversiteler senin kontrolunda değil. Ordunun yüksek tabakası laiklik konusunda son derece hassas. Yargının durumunu görüyoruz. Üniversiteler devlet içinde devlet. Halkın oylarıyla başa geçen iktidar üniversitelerdeki başörtüsü meselesini bile halledemiyor. “Efendim, Meclis’teki çoğunluk bizde, istediğimiz kimseyi devlet başkanı yaparız…” Doğrudur, yaparsın ama encamı ne olur?

Benim elimden gelse, Profesör Atilla Yayla gibi liberal ve çağdaş bir zatı devlet başkanı yaparım. Çivi çiviyi sökermiş… Kemalist ve Laik Cumhuriyetin başındaki zatın hanımının başının örtülü olması benim için fazla bir şey ifade etmiyor.

Semra hanımın başı örtülü olsaydı, Turgut Bey o kadar yükselebilir miydi?

Çıktığı yüksek makamlarda öldürülünceye kadar tutunup durabilir miydi?

Ermeniseverler Lobisi “Ermeni Gelini Gibi Kırıtmak”

Armenofil

(Ermeni sevenler, Ermeni muhibleri…) taifesi gem’i iyice azıya aldı. Şimdi de Türk Dil Kurumu’ndan hesap soruyorlar. Neymiş efendim, Dil Kurumu lügatında

“Ermeni gelini gibi kırıtmak”

cümlesi yer alıyormuş; bu, Ermeni düşmanlığı yapmakmış…

Dil Kurumu Başkanı

Profesör Şükrü Haluk Akalın

konuyla ilgili beyanında bu tâbirin bir hakaret olmadığını açıkladı ve Türkçe’de Ermeniler aleyhinde tâbirler ve sözler olmamasına karşılık Ermenice’de

“Köpekten korkma, Türk’ten kork”

gibi deyimler bulunduğunu söyledi.

Azerî Türkçesinde, kötülük yapan, zarar veren bir kimseye

“Senin yaptığını Ermeni yapmaz”

deyimi vardır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, Ermenistan, Azerbaycan’a saldırmış, onun Aşağı Karabağ bölgesini işgal etmiş, 800 bin Azerî Türkünü yurtlarından kovmuştur.

Ermeniseverler, komşunun gözündeki saman çöpüyle uğraşacaklarına kendi gözlerindeki merteklere baksalar daha iyi ederler.

Başbakanın Kıymetli Saat Koleksiyonu

Yugoslavya dağıldıktan sonra bağımsız bir devlet olan ve Avrupa Birliği’ne giren Hırvatistan’dan gelen bir haber biz Türkiyelileri derin derin düşündürmelidir. O ülkedeki

“Yolsuzlukla Mücadele Komisyonu”

, Başbakan Ivo Sanader’e, mal varlığı içinde yer alan değerli kol saatleri koleksiyonunu nasıl elde ettiğini açıklamak için 15 günlük bir süre tanımış. Adı geçen başbakan 2003’te malvarlığını açıklarken, mâliki bulunduğu saatlerden söz etmiş. Medya bu koleksiyonu duyurunca komisyon başbakandan izahat istemiş.

Şu anda Hırvatistan’ın önemli gündem maddeleri içinde

başbakanın saat koleksiyonu

da yer alıyor. Öyle ya, aylığı 2700 dolar olan hükümet başkanı bu kıymetli saatleri hangi parayla, nasıl edinmiş…

Bizdeki mevcut iktidar mensupları Zemzemle yıkanmış son derece temiz ve şâibesiz kimseler oldukları için, onları kasd etmeden soruyorum: Yakın tarihimizde birtakım önemli ve yüksek siyasî kişiler (hepsi demiyorum, birtakım dedim…) efsane çapında büyük servetlere sahip olmuşlardır. Nereden buldular, nasıl edindiler?.. Yirmi beş sene önce çulsuz… Şimdi ise Karun kadar zengin… Nasıl olmuş bu iş?

Geçenlerde eski bir bakanın, kanun ve nizamlara aykırı olarak kurulan lüks bir sitede tam 12 villası olduğu yazıldı ve bakan da göğsünü gererek “evet var” dedi. Herbiri milyon dolarlık villalar.. Rusya’dan alınan doğal gazla ilgili rivayetleri, fısıltı gazetesi yayınlarını biliyorsunuz. Bizde de, Hırvatistan’da olduğu gibi kanunlar var ama güçlü kişilere hükümleri geçmiyor.

Siyasetçilerden, büyük bürokratlardan hesap soramayan bir toplum kokuşma deryasında boğulmaya mahkumdur. Haram mal varlıkları büsbütün hesapsız kitapsız kalmaz.

İleride bir Mahkeme-i Kübra kurulacak ve herkesin malının hesabı sorulacaktır. 02 Şubat 2007