Beni Terbiyesizlikle Suçlayana
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Cuma
Dostlarımdan birkaç kişi, kısa bir müddet önce bir Balkan ülkesine turistik bir seyahat yaptılar. Oradaki bir Türk müessesesini de ziyaret etmişler, müessese müdürü bendenizden çok şikayet etmiş. “O bizim muhterem Hocaefendimize karşı edepsizlik ve terbiyesizlik yapıyor…” şeklinde lâflar sarf etmiş.
İsim vererek kimseyi tenkit etmem. Tenkitlerim anonimdir. Elden geldiği kadar yumuşak ve ihtiyatlı bir dille yazıyorum.
Beni edepsizlik ve terbiyesizlikle suçlayan kimse:
(1) Hocaefendisini hiç yanlış yapmaz olarak kabul ediyor herhalde. Bendeniz, hiç bir Hocaefendi için “O yanlış yapmaz, onun her dediği doğrudur, her yaptığı isabetlidir…” şeklinde bir inanç ve görüşü asla paylaşmam. Çünkü böyle bir inanç ve görüş Ehl-i Sünnet akidesine muhaliftir.Benim dinimde sadece Peygamberler ismet sıfatıyla, yani günahlardan ve çirkin hallerden korunmuş olmakla sıfatlıdır. Akaid (inanç bilgisi) kitaplarımız, Peygamberlerden bile zelle sâdır olabileceğini yazıyor.Binaenaleyh, bir hocaefendinin yanılmazlığına, mâsumluğuna inanmak dine aykırıdır; çok tehlikeli, çok vahim bir görüştür. O zat beni edepsizlik ve terbiyesizlikle suçlayacağına kendi inancını tashih etse daha iyi etmiş olur.
(2)Müslümanlar arasında, yıkıcı ve menfi olmamak şartıyla tenkit, uyarma yapılabilir. Hiç kimsenin tenkit edilmeme hakkı yoktur. Ashab-ı Kiram efendilerimiz (radiyallahu anhüm ecmain) Hazret-i Ömer’i bile tenkit etmiştirler, o büyük ve âdil halife de bunları dinlemiştir. Bize edebsiz ve terbiyesiz diyen kimse hocaefendisini Hazret-i Ömer’den üstün mü görüyor ve sanıyor?
(3) Ehlisünnet dışı bazı mezheplerde “Mâsum imam” itikadı vardır. Hocalarını mâsum (günahsız) sanan kişiler, bu yanlış inançlarıyla o mezheplere yaklaşmış olduklarını bilmelidir.
(4)Kur’ân, Yahudileri ve Hıristiyanları, din büyüklerini erbab (Rabler) haline getirmekle suçlamaktadır. Maalesef Müslüman kesimde de bazı aşırı gidenler, gulüvve sapanlar, çizmeden yukarı çıkanlar, kendi hazretlerini, efendilerini, baronlarını erbab haline getirmişlerdir. Bu son derece yanlıştır, İslâm’ın ruhuna aykırıdır.
Şu hususu her aklı başında Müslüman iyi bilmelidir ki, dinimizde müttefakun aleyh olan birtakım kesin hükümler vardır. Bunlar tartışılamaz, aynen kabul edilir.
Bir de, teferruata ait, üzerinde ihtilâf ve tartışma olan muhtelefün fih (ihtilâflı, çeşitli) konular vardır ki, hiçbir fırka ve cemaat bu gibi konularda kendi görüşünü diğer Müslümanlara empoze edemez.
Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü cereyanı ve ideolojisi tartışılan bir konudur. Filân cemaat, filân hoca bu konuda kestirip atamaz ve muhalifleri suçlayamaz.
Müslümanlar tarafından çıkartılan günlük bir gazetede Diyalog ve Hoşgörüye karşı olanlar “Haricîler, Karmatîler, Anarşistler” olarak kötülenmiştir. Tartışmalı konularda akıllı, vicdanlı, firasetliMüslümanların birbirleri hakkında böyle bir üslup kullanmaları son derece yanlıştır.
Diyalog ve hoşgörü taraftarları birtakım papazları övüyor, onların Müslümanların dostları olduğunu söylüyor.
Elbette ki, bütün papazlar, bütün misyonerler, bütün Hıristiyanlar İslâm konusunda bir ve eşit değildir. Ilımlı olanları vardır, aşırı ve agresif olanları vardır. Ancak bütün Hıristiyanlar şu konularda ittifak halindedir:
1. Onlar Hazret-i Muhammed’in peygamberliğini kabul etmezler, O’na yalancı derler.
2. Onlar Kur’ân’ın hak kitap olduğunu kabul etmezler, düzmecedir derler.
3. Onlar İslâm’ın hak din olduğunu kabul etmezler.
4. Onlar, Hazret-i İsâ’nın Allah’ın peygamberi değil, Allah’ın oğlu olduğunu ilân ederler.
Filân papaz Cevşen okuyormuş, feşmekan papaz Müslümanları çok seviyormuş gibi ucuz edebiyatlarla Müslümanları şaşırtmaya kimsenin hakkı yoktur.
Mesele şudur: Biz Müslümanlar Hazret-i İsâ’ya iman ediyoruz. Hıristiyanlar ise Hazret-i Muhammed’e iman etmiyor, aksine O’nu yalanlıyor ve inkâr ediyor.
Ohalde diyalog olamaz.
İslâm’a ve Müslümanlara saldırmayan Hıristiyanlarla barış ve iyi münasebetler içinde yaşamak elbette gerekir. Ancak, agresif misyonerlerle, mübarek Kadir gecesinde Irak’ın Felluce şehrinde, hem de câmi içinde ağır yaralı Müslümanları kurşunlayan Evangelistlerle barış içinde yaşamak mümkün değildir.
Evet tekrar ediyorum, “Falan papaz Cevşen okuyor, feşmekan papaz Müslümanları çok seviyor…” diyerek kimsenin Ehl-i İslâm’ı şaşırtmaya, uyuşturmaya, uyutmaya hakkı yoktur.
Kur’ân ne diyor, Peygamber ne buyurmuş, ondört asırdan beri gerçek ve icazetli İslâm uleması ne demiş… Bizim için esas olan budur.
Müslüman kardeşlerimizi diyalog ve hoşgörü tuzağı konusunda uyardığımız, gerekçeli tenkitler yaptığımız için kimsenin bizi edebsizlik ve terbiyesizlikle suçlamaya hakkı yoktur.
Bendeniz, Kur’ân ve Sünnet yolunda giderek, Peygamber’in ve Selef-i Sâlihîn’in ahlâkı ve metodu çizgisinde yürüyerek islâmî hizmet ve faaliyet yapan herkese hürmet ederim.
Kendime pâye vermem. Hiç olmak isteyen, onu da olamayan nâçiz bir kimseyim.
Gayr-i müslimleri hidâyete çağırmak için dâvet ve tebliğ faaliyetleri yapılmasına evet; İslâm’dan tâviz vererek diyalog ve hoşgörü yapılmasına hayır!
Din büyüklerine, hocalara, hocaefendilere, üstadlara, şeyhlere, mürşidlere, ağabeylere İslâm dininin sınırları içinde bağlı olan ve gereken hürmeti gösterenlere bir şey dediğimiz yoktur.
Biz, hocalarını mâsum sanan, hocalarını rableştirenlere karşıyız. Kendilerini uyarıyoruz. Unutmasınlar ki, biz Müslümanlar son derece mütevâzı, alçakgönüllü bir peygamberin ümmetiyiz. Hadîs kitaplarında yazılıdır, Resûl-i Kibriya aleyhissalâtü vesselâm efendimiz, bir meclise geldiğinde, oradakilerin kendisi için ayağa kalkmalarından hoşlanmazdı. Ashab-ı Kirâm efendilerimiz de bu yüzden ayağa kalkmazlardı. Yine, Efendimiz bir meclise geldiklerinde oradakileri yararak, ezerek baş köşeye oturmazlar, nerede boş yer varsa oraya ilişiverirlerdi.
Efendimiz “Ölmeden önce ölünüz” buyurmuşlardır.Bu ne demektir? Dünya hırslarına karşı ölü gibi olunuz, nefsinizi öldürünüz demektir.
Resulullah’ın kaç kuşak ötesi torunlarından Seyyid Ahmed er-Rufâî hazretlerine bakalım. O kadar mütevâzı idiler ki, sokaklardaki uyuz köpekleri toplar, onları yıkar, derilerine mübarek elleriyle merhem sürerdi. Bir keresinde, dergâhındaki iki derviş kavga etmişlerdi. Geceleyin bu dervişlerden biri tekrar hırsına mağlub olmuş, intikam almak için karanlıkda, hasmı sanarak, abdest tazeleye çıkmış büyük Kutub ve Gavs hazretlerine saldırmış, onu tekmelemiş, yumruklamıştı. Gürültüye koşup ışık tutanlar şeyhi yerden kaldırırken o “Üzülmeyin, önemli bir şey değil, olur böyle şeyler…” diyordu.
Cemaat büyüklerini mâsum sanan ve onları erbab haline getirenler bilsinler ki, böyle yapmakla sevâd-ı azamdan (Müslümanların büyük topluluğundan) kopmuş ve bir “sekt” (Batılıların anladığı mânâda tarikat) haline düşmüş olurlar.
Son zamanlarda ortaya atılan, İslâm dünyasında değil, Hıristiyan âleminde tezgâhlanmış olan “Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü” islâmî bir düşünce, görüş, cereyan değildir. Dinimizde farz, vâcib, sünnet olmayan bir şeyi tenkit ediyoruz diye bize, saldırmak reva-yı hak değildir.
Hoşgörü ve diyalog safsatalarını bırakalım da, henüz hidâyetle şereflenmemiş olan insanlığı en güzel, en ikna edici, en uygun, en yumuşak, en tesirli bir üslup ile İslâm’a çağıralım.
Tevhid’e çağıralım.
İsâ aleyhisselâmın dini olan İslâm’a çağıralım.
Musa aleyhisselamın dini olan İslâm’a çağıralım.
İbrahim Halilullah efendimizin (Aleyhisselâm) dini olan İslâm’a çağıralım.
Diyalogçuların gayretleri boştur. Tevhid ile Teslis asla birbiriyle uyuşmaz.
İbrahimî dinler yoktur, İbrahimî din vardır, o da İslâm’dır. 25 Aralık 2004