Cumartesi

 

Lüks hayat sürenlere verip veriştiriyorum ama benim de kendime göre bazı lükslerim olduğunu itiraf etmem gerekir.

Lükslerimi sayayım:

Fırsat buldukça ekmeği kızartıp yerim. Hele bu ekmek, elenmemiş, yüzde yüz buğday ekmeği olursa, kızarınca nefis bir kokusu olur. Yanında keçi peyniri, sele zeytini, küçük bir tabakta soğukta sızdırılmış zeytinyağı, birazcık da halis bal… Tabiî bir de iyi bir çay.

Başka lükslerim de var. Çoğu eski (antika değil) olmak üzere ve genellikle Fransızca ve Osmanlıca kitap ve dergiler toplarım. Bunların turşusunu kurmam, gözden geçirir okurum. Kitapların tamamı okunur mu? Romanlar dışında kitapların her yeri okunmaz. İlgilendiğiniz, merak ettiğiniz yerlerini okursunuz. Öyle kitaplar vardır ki, hacmi birkaç yüz sayfadır, bir-iki sayfa okursunuz yeter.

Kıymetli antika eşya alacak kadar zengin değilim. Antika yerine el yapımı geleneksel sanat eserleri alırım. Toprak eşya, döğme bakır, el dokuması kumaş gibi. Evvelki hafta Tahtakale’den geçiyordum. Bir dükkanda uzakdoğudan gelmiş üzerleri cilalı tahta kaseler gördüm. Fiyatları çok ucuzdu, 1.5 YTL. Üç tane alıverdim.

Fırsat ve imkân bulursam gezmeyi de severim. Edirne, Bursa, İznik gibi tarihî şehirlerimizde dolaşmak beni mutlu kılar. Yeni binaları sevmem ve onları estetik bulmam. Eski yapılar, camiler, medreseler, kervansaraylar, köprüler, eski evler… Seyahatlerimde pahalı otellerde kalmam. Temiz bir oda olsun, banyosu tuvaleti içinde bulunsun, bana yeter de artar. Yok üç yıldızlı olacakmış, yok beş yıldızlı olacakmış, yok suit olacakmış, öyle meraklarım yoktur.

Bir yere dâvet edilmemişsem, pahalı ve lüks yerlerde yemek yemem. İnsanlar genellikle pahalı tatlıları sever. Bendeniz lüks tatlılardan hoşlanmam. Zaten doktorlar fazla tatlı yememe izin vermiyor. Yersem Adana lokması, İzmir lokması, keşkül-i fukara gibi tatlılar yerim.

Lüks ve pahalı elbiseler giymem. Bazen çok iyi giysileri, çok ama çok ucuza alırım. Üç sene önce lama tüyü kumaştan bir Avrupa paltosu almıştım. Tam hatırımda kalmadı, 100 milyonun altındaydı, sanırım 90 milyon vermiştim. Paltomu gören bir tanıdık, geçenlerde İtalya’ya gitmiştim, bu kumaştan bir palto gördüm, indirimli fiyatı 850 Euro idi, alamadım demişti.

Ayakkabıya da fazla para vermem. 40 milyon, bilemediniz 50 milyon. Farz edin ki, paraya kıydım ve 250 milyon liralık ayakkabı aldım, bunlar bana şeref, itibar, derece mi kazandıracaktır. Dost başa, düşman ayağa bakarmış, o ayakkabılar yüzünden düşmanlarımın hışmına uğrayacağım.

Vaktiyle, İstanbul’da hammallık yapan bir doğuluya sormuşlar: Zengin olursan ne yaparsın? “Soğanın cücüğünü yerim” demiş. Genellikle soğan ekmek yiyormuş. Zengin olunca soğanın özünü yiyecekmiş, benim lüksüm de bu cinstendir.

İyi yaşıyor muyum, mutlu muyum? Fevkalâde… İyi yaşamak, mutlu olmak için çok harcamak, saçıp savurmak, lüks yiyip içmek, pahalı giyinmek gerekmez.

Hazret-i Ali radiyallahu anh ve kerremallahü vecheh efendimiz şöyle buyuruyorlar:

“Halis buğday unundan yapılmış ekmeği yersin, yanında destide soğumuş su… Bir de gölgesinde dinleneceğim bir ağaç altı buldum mu oh kekâh, benden mes’udu yoktur…”

Yunan bilgesi Epikür, “Biraz ekmek, birazcık peynir, içecek su… Bunlara sahipsem Olemp’tekilerden daha mutlu olurum…” demiş.

* Lüks ve müzeyyen meskenleriyle tafra satanlar…

* Lüks yazlıklarında kurum kurum kurulanlar…

* Lüks ve pahalı binitlerinde Nemrud ve Firavun gibi gezip tozanlar…

* Lüks restoranlarda pahalı ve nadide yemekleri yerken etraflarına “Var mı bana yan bakan…” der gibi nazarlar fırlatanlar…

* Lüks kravatlarının rüzgârla ters dönmesinden çocuklar gibi sevinenler…

* Gerekmediği halde lüks cep telefonlarına bin dolar verenler…

* Gösteriş için su gibi para harcayanlar…

Acaba bunlar mutlu kişiler midir? Mutluluk lüksle, gösterişle, israfla olmaz.

Kurufasulya, bulgur pilavı ve hoşafı yiyip içmesini bilen aklı başında, bilge kişi; kuzukebabı, baklalı enginar, bir sürü ordövr üzerlerine en nefis tatlılar yiyen, fakat hayvan kadar iz’anı, idraki, vicdanı olmayan ayıdan bin kere daha mutludur. Mutluluk dışta değil, içtedir.

Medeniyetin, nezaketin, hikmetin, ahlâkın, faziletin, insanlığın olmadığı yerde mutluluk olmaz. Olur da affedersiniz ona eşek mutluluğu derler. İnsan mutluluğu değil.

Milyonlarca vatandaşın fakr u zaruret içinde sürüm sürüm süründüğü bir ülkede egoistçe israf yapanlar, kendi kör nefisleri için hesapsızca harcayanlar insan mıdır, hayvan mı?

Hiç lüzumu olmadığı halde sık sık “Dün En-lux Restoranda yemek yedik. Ben böf ala stronogof yedim, karım kotlet pane yedi, yanında Porto içtik… Evvelki gün de Maganda Taverna’daydık…” gibi lâflar edenler kesinlikle mutlu olamazlar. Mutlu kişi yediği içtiği ile öğünmez, hava atmaz, caka satmaz.

Eskiden insanların yedikleri yemekleri söylemeleri çok ayıptı. Midesi bozulan bir hastaya doktor “Ne yemiştiniz?” diye sorunca, hasta kızarır ve “Affedersiniz şunu yemiştim..?” diyerek anlatırdı. Çocukluğumda, bir zaruret ve lüzum icabı yediklerini söylemek zorunda kalan kimselerin, sözlerine daima “Affedersiniz…” diye başladıklarını çok duymuşumdur.

İsraflı, lüks, gösterişe yönelik bir hayat bilgeliğe, ahlâka, vicdana aykırıdır.

Aşırı tüketim yaparak statü kazanmak isteyenler hiç de akıllı kimseler değildir. Ruh asaleti sahibi olanlar böyle şeylere tenezzül etmez.

Lüks bir evde yaşayan, lüks bir oto ile gezen, lüks yiyip içen niceleri vardır ki, çok alçak kimselerdir.

En iyisi, kimseye muhtaç olmayacak derecede orta halli bir hayattır. Mutluluk insanın dışında değil, içindedir. Mutluluk parayla satın alınmaz, lüks bir hayatla elde edilmez.

Halkımızı bu konuda eğitmek, bilhassa gençlerimizi aydınlatmak için “Küçük Mutluluklar” başlıklı bir kitapçık hazırlanıp yayınlanmalıdır. Bir simit ve bir bardak çay ile (yanında biraz beyaz peynir ve üç-beş zeytin) mutlu olunabilir.

Süleymaniye’de Kurufasulya

Geçenlerde Tahtakale’ye camcı-çerçeveci Mustafa beye gittim. Çerçevelenmeleri için on adet çiçekli ebru ile altı hüsn-i hat verdim. Kırılmaz lüks lambası camı aradım, bulamadım. Öğle yemeğini yemek için Süleymaniye’ye çıktım. Eskiden beri orada çok güzel kurufasulya yapan bir lokanta vardır. Bir de yenisi açılmış, denemek için yeni açılana girdim. Kurufasulya nefisti. Dolu dolu bir tabak kaç liraydı tahmin edin. Sadece 1.5 YTL. Ekmek bedava. Yanında bir pilav, bir su, hepsi 3.5 lira.

Süleymaniye kütüphanesinin arkasında bir de sahhaf dükkanı var. Oradan beş kitap ile bir sanat dergisi aldım, evin yolunu tuttum. Öğleden sonra çayımı balkondan Marmarayı adaları seyrederek içeceğim.

İstanbul’da yaşamak için cambaz gibi olmak lazım. Sokaklar, meydanlar o kadar kalabalık ki, yolda yürümek bile insanı çok yoruyor.

Birkaç hafta önce cuma namazında garip bir şey oldu.Hutbe okunurken adamın cep telefonu çaldı. Kalktı, kapıya gitti, birkaç dakika konuştu ve sonra gelip yerine oturdu. Bu hadiseye canım sıkıldı. Hafiflik, saygısızlık, laubalilik… Hocalara sormak lazım, bu adamın namazı sahih olur mu? Be mübarek şu telefonunu kapatsan olmaz mı?

Hatırıma şu fıkra geldi. İki arkadaş, büyük bir camiye girmişler, orada biri münferiden (tek başına) namaz kılıyormuş. İki kişiden biri yanındakine “Şu zat ne güzel namaz kılıyor…” demiş. Herif hemen namazını bozmuş ve “Ben bugün aynı zamanda oruçluyum…” demiş! 31 Temmuz 2005