Beş Madde
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Salı
Türkiye’nin asıl ve gerçek gündeminde mutlaka bulunması gereken birtakım zarurî maddeler vardır. Medya, aydın ve okumuş kesim, idareciler bu maddeleri araştırmıyor, incelemiyor. Zaman zaman bir gazetede, bir dergide bu maddelerden biriyle ilgili bir yazı çıkıyor, o da dikkati çekmiyor, tesir etmiyor.
Birinci madde: Yazılı-edebî lisan meselesidir. Türkçe elden gitmiştir. Medeniyetin, kültürün, sanatın, insanlığın, varoluşun temeli yazılı-edebî lisandır. Azerî edibi ve şairi Vahabzâde bizim için şöyle diyor: “Siz Türkiye Türkleri, güzelim Türkçeyi berbat ettiniz!” Bu, çok ağır, fakat çok doğru bir suçlamadır. Edebî-yazılı lisanını yitiren, bitiren bir millet, millet olmaktan çıkar sürü, yığın haline dönüşür. Bizim şimdiki halimiz gibi. Edebî-yazılı lisan diyorum, çünkü iki cins lisan vardır. Birincisi, üç beş yüz kelime ile konuşulan, iletişim vasıtası olan, kullanmak için okuma-yazma, mektep medrese gerektirmeyen konuşma, sokak, çarşı pazar dilidir. İkincisi, yüz bin kelimelik, işlenmiş, en ince ve derin fikirleri bile ifade edebilen, edebî anıtların yapı malzemesi olan zengin lisandır. Türkler yazı ve dil devrimi sonunda işte bu lisanı kaybetmişlerdir. Arı, duru, öz, sade Türkçe ile ne medeniyet olur, ne kültür, ne sanat; ne de terakki ve üstünlük. Türkiye Türkleri ayakta kalmak, yücelmek, kurtulmak, ilerlemek, üstün olmak, güçlenmek istiyorlarsa lisan konusunu halletmek zorundadırlar. Bütün vakitlerini, dikkatlerini kısır, verimsiz, gelip geçici politika çekişmelerine, mağazin konularına harcayan aydınlarımız, medyamız gündemlerine lisan meselesini koymak zorundadır. Bu konuda neler yapılmalıdır? Enine boyuna, iyi niyetle tartışılması gereken bir husustur bu. Bana sorarsanız, 1920’lerin Türkçesine dönülmesinden yanayım. Son yetmiş yıllık tahribat tâmir edilmeli, en azından lise mezunları 1921 Anayasası’nı asıl metninden okuyabilecek ve anlayabilecek kadar Türkçe öğrenmelidir. Edebî ve yazılı Türkçe konusunda ölçü şudur: Her Türkiyeli aydın ve okur-yazar, Fuzulî divanını zevk ve haz alarak okuyup anlayabilmelidir. Shakespeare’i anlamayan İngiliz nasıl İngiliz aydını olamazsa; Moliére’i anlamayan Fransız aydını olamazsa; Dante’yi anlamayan İtalyan okumuşu olamazsa; Schiller’i anlamayan Alman aydını olamazsa; Fuzulî’yi de zevk ve haz alarak anlayıp okuyamayan kişi Türk aydını, Türkiyeli aydın olamaz. Kendi ana lisanı bir ülkenin, bir milletin, bir devletin ana temelidir. O temel sarsılır, dinamitlenirse bina çökmeye mahkumdur.
İkinci madde: Mimarlık ve şehirciliktir. Ülkemizde korkunç, dehşetli bir kültür erozyonu, yabancılaşma, gecekondulaşma müşahede edilmektedir. Şehirlerimiz ruhsuz taş ve beton yığınları haline gelmiştir. Zevk, sanat, incelik kalmamıştır. Bunun sebebi de uzun yıllar boyunca mâzimize, ecdadımıza, tarihimize, kendimize küfredilmiş olmasıdır. Edebiyat, lisanla âbideler diker; mimarlık da maddî yapı malzemeleriyle âbideler meydana getirir. Bu ülkede, millî kimliğin ana unsurunu teşkil eden İslâm dini ve geleneklerine karşı savaş açılırsa, eski Müslüman atalar tahkir edilirse mimarlık elbette çökecektir. Evet, lisandan sonra Türkiye’nin ikinci ana gündem maddesi mimarlık ve şehircilik olmalıdır. Türkiye’nin bir mimarlık hususiyeti, bir mimarlık üslûbu olması gerekmektedir.
Üçüncü madde, eğitimdir. Bu ülkenin eğitiminin iki ana maddesi vardır. Öncelikle kendi kimliğini yaşatacak nesiller yetiştirmek. Sonra da, dünyadaki eğitim seviyesi neyse, o seviyeyi yakalamak ve hattâ aşmak. Bizde bu ikisi de yoktur. Okullarda, birinci sınıftan lise sonuna kadar resmî ideolojiye uygun robotlar ve zombiler yetiştirilmek için çalışılıyor. Hiç mübalağa etmiyorum (abartmıyorum) bizim millî (aslında gayr-i millî) eğitimimiz bitmiş, iflâs etmiştir. Ne sosyal kültür verebiliyorlar, ne de fen derslerini adam akıllı öğretebiliyorlar. Milletin gençliğine, çocukluğuna, paralarına, ümitlerine ve istikbaline (geleceğine) yazık oluyor. Türkiye, eğitimini islah edemezse gerilemeye, batmaya mahkumdur. Bugünkü eğitim sistemi bir intihardır.
Dördüncü madde: Din ve rejim kavgasının kaldırılması, din ile devletin barıştırılması, uzlaşıp işbirliği yapması için çalışılmasıdır. Dünyanın hiçbir medenî, sağlıklı, güçlü, ileri, hukuklu ülkesinde, bizdeki gibi saçma sapan, mânâsız, delice bir din-rejim savaşı yoktur. Müslüman bir halkın siyasî rejimi, o halkın diniyle savaşırsa ne olur? Memleket ilerler, güçlenir, dirlik ve düzene kavuşur mu? Hayır, tam aksine olur. Türkiye’de halk ile devletin kavgalı olmasını isteyenler kimlerdir? Elbette bu ülkenin, bu milletin, bu devletin dostları değildir. Din ve rejim kavgasını körükleyenler, bunu bir devlet siyaseti haline getirmiş olanlar militan Sabataycılar, militan ateistler, militan Marksistler, Farmasonlar ve birtakım aliene ve dejenere olmuş aydın ve okumuş döküntüleridir. Türkiye’de din ve devlet barışı, uzlaşması, işbirliği sağlanmadıkça bu memleket, bu halk, bu devlet iflâh olmayacaktır. Statükocular istedikleri kadar dirensinler, bu gidişin sonu batıştır, bitiştir, felâkettir.
Beşinci gündem maddesi, resmî ideoloji meselesidir. Artık dünyada hiçbir demokrat, hukuklu, ileri, zengin, oturmuş ülkede resmî ideoloji yoktur. Resmî ideoloji sistemleri tarihe karışmıştır. Portekiz’de Salazar, İspanya’da Franco, Fransa’da Napolyon ve Vichy rejimleri, Almanya’da Hitler ve Nazizm, İtalya’da Mussolini ve Faşizm, Rusya’da Bolşevizm bitmiştir. Hem demokrat olacaksın, hem hukukun üstünlüğünden yana olacaksın, hem temel ve evrensel insan haklarına değer vereceksin, hem de sonu …izm’le biten resmî bir ideolojinin militan taraftarı olacaksın. Böyle bir şey akla, mantığa, sağduyuya uygun olur mu? Bugün Türkiye’de devletin, milletin, millî iradenin, hukukun, insan haklarının, aklın, mantığın, sağduyunun, millî menfaatlerin, millî kimliğin, millî kültürün, millî kişiliğin üzerinde, tenkide açık olmayan bir resmî ideoloji sultası vardır. Son sözü o ideolojiyi temsil edenler söylemektedir. Onların verdikleri hükümler kesindir. Türkiye böyle bir sistemle elbette yirmibirinci asırda selâmetle var olamayacaktır. Her şey özelleştiriliyor, bizdeki resmî ideoloji de özelleştirilsin. Ona bağlı olanlara bırakılsın. Partilerini kursunlar, seçimleri kazanıp iktidar olurlarsa, ülkeyi ve devleti onlar idare etsin. Lâkin bütün güçlerin ve değerlerin üzerine çıkıp da diktatörlük yapmasınlar. 14 Şubat 2001