Çarşamba

 

Besim Atalay’ın 20.6.1950’de Ankara’da Çankaya matbaasında basılmış

“İsraf”

adlı onaltı sayfalık bir broşürünü buldum.

Fiyatı da 10 kuruşmuş.

Zavallı Türk parası! Şimdiki genç nesiller kuruşun ne mânaya geldiğini bilmezler bile.

Nazım şeklinde kaleme alınmış İsraf’ta Besim Atalay Türk Dil Kurumu’na şöyle çatıyor:

“Yemlik oldu Dil Kurumu / Ağlanacak her durumu / Yok mu bunun bir sorumu / Buna israf denilir mi?”

Yazar bu dörtlüğün altına şu notu koymuş: “Bugün Dil Kurumu

yaran tekkesi haline gelmiştir.

Hiç bir iş görülmemekte, ehliyetsiz adamlara aylık verilmektedir. Aylarca Kurum’a uğramayanlar dolgun aylık alırlar. Kurum’da memurlar boş otururken dışarıdan bazı kimselere para ödenir.”

Bunu takip eden dörtlük de şöyle:

“Sen toprağa konulmadan / Vasiyetin ortalıktan / Kaldırıldı; Atam uyan! / Buna israf denilir mi?”

Bu konuda şu açıklama var: “Atatürk’ün sağlığında

aşırı Türkçeci

olan ve gülünç terimler uyduran birisi de,

Atatürk’ün ölümünden sonra terimlerde Yunanca ve Latince esastan ayrılmamak lazım geldiğini

Ulus’ta yayınladı.

Cevap verdim, Ulus neşretmedi.”

(Ulus, CHP’nin Ankara’da çıkan parti organı günlük gazetesinin adıdır.)

Besim Atalay

Atatürk’ün vasiyetnâmesinin ortadan kaldırıldığını iddia ediyor.

Gerçekten Atatürk’ün vasiyetnamesi yakın tarihimizin sırlarından biridir

. Kulağıma gelen bir rivayete göre

Kenan Evren, devlet başkanlığı sırasında bu vasiyetnameyi, titizlikle saklandığı resmî kuruluşun kasasından Köşk’e getirtmiş, tedkik etmiştir.

Çankaya’da

Mossad

adına ajanlık yapan bir eleman da

bunun mikrofilmlerini çekip İsrail’e yollamıştır.

Araştırıcıların

vasiyetname metnini

bulup incelemeleri ve yayınlamaları gerekir.

Atalay’ın çattığı

Dil Kurumu

bu ülkeye, bu millete, bu devlete büyük kötülükler etmiştir.

Yirminci asrın başlarında iki yüz bin kelimelik bir hazineye sahip olan zengin Türkçe, Kurum’un tasfiyesi sonunda yirmi bin kelimelik bir kabile dili haline getirilmiştir.

Dil gidince eğitim, üniversite, ilim, irfan, edebiyat, sanat, kültür ve medeniyet de çökmüştür. Bu işin mimarı, ölünceye kadar imzasını

“A. Dilaçar”

şeklinde atan

Agop Martayan

‘dır. Türkiye’ye gelmesi ve girmesi yasakken, dil işlerinin başına geçirilmek üzere

Bulgaristan’dan getirilmiş olan bu zatın hayatı, fikirleri, idealleri, gayesi, emelleri hususunda ilmî ve objektif araştırmalar yapılması gerekmektedir.

Yirminci asrın başında Türkçe’de iki yüz bin kelime bulunduğu iddiası bazılarına mübalağalı

(abartılı)

gelebilir. Hayret edilmesin,

bugün Fince’de o miktarda kelime bulunmaktadır.

Atalay’ın adıgeçen risalesinden bazı dörtlükleri aşağıda bulacaksınız:

Ankara’daki arsa spekülasyonlarını, vurgunlarını şöyle dile getirmiş: “Yenişehir’e temel attık / Arsaları hep kapattık / Toprak alıp altun sattık / Buna israf denilir mi?”

Yenişehir denilince hatırıma Falih Rıfkı’nın, Ankara’nın bu bölümü için Ulus’ta yazmış olduğu bir cümle geldi: “Biz tarihte ilk olarak mâbetsiz bir şehir inşa ettik…”

Rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti yazmıştı: 30’lu yıllarda üstü başı yırtık, fakir, sefil köylülerin Yenişehir’e girmeleri, orada dolaşmaları yasakmış.

“Bir tarafta çağlayanlar / İşlerini sağlayanlar / Bir yanda aç ağlayanlar / Buna israf denilir mi?”

“Yenişehir pırıl pırıl / Danslar döner fırıl fırıl / Eski şehirse pek tırıl / Buna israf denilir mi?”

“Şehir yaptık çölde örnek / Asfaltlarda tavuk köpek / Serbest gezer öküz inek / Buna israf denilir mi?”

“Kahve kulüp koşu yeri / Kumarhane her bireri / Yeniliğin şaheseri / Buna israf denilir mi?”

“Sen de öğren şu pokeri / Demeyeler sana “geri” / Bilmeyenin yok değeri / Buna israf denilir mi?”

Türkçemiz dün verem idi / Frengidir bugün derdi / Kör olası kem göz değdi / Buna israf denilir mi?”

Besim Atalay

da sade Türkçe taraftarı bir zat idi. Lakin Türk Dil Kurumu’nun acayipliklerine, aşırılıklarına o da tahammül edemeyerek bu hicviyeyi kaleme almış.

Gerek Osmanlılar devrinde, gerekse 1923’ten sonra ülkemizde binlerce küçük risale basılmıştır.

Bunların bir kısmı tarih ve kültür bakımından kıymeti haizdir. Tam bir koleksiyonları kütüphanelerde bile yoktur

. Bu memlekette ciddî bir kültür olsaydı, şimdiye kadar bu binlerce küçük risalenin bibliyografyalarının hazırlanmış olması gerekirdi.

Kitabiyat künyelerinin yanına muhtevaları, içlerindeki dikkate değer ve önemli hususlar da kaydedilerek.

Özel kütüphanemde bunlardan

binlercesi

mevcut. Ne tasnif edebiliyorum, ne de üzerlerinde çalışma yapabiliyorum.

Yer darlığı, zamansızlık, imkansızlık…

Geçen gün kitap dolaplarımdan birini temizlemeye başladım. Ön sıradaki kitapları aşağıya indirdim, bir de ne göreyim:

Alçak farenin biri Fransızca eski bir kitabın yarısını kemirmiş, paramparça etmiş, kağıt kırpıntılarından kendisine bir yuva yapmış.

Rene Pinon’un

“L’Europe get la Jeune Turquie”

adında 1911’de Paris’te basılmış

500 sayfalık

eseri. Kitap elden gitti.

Türkiye’ye yeni bir anayasadan önce büyük kütüphaneler, çağ ve millî kimlik seviyesinde bir eğitim sistemi, gerçek üniversiteler, zengin bir edebî-yazılı lisan, araştırma merkezleri lazımdır.

Kültür Bakanından randevu alıp Ankara’ya gitmek, ona,

İstanbul’a on milyon kitaplık büyük bir kütüphane kazandırılması ile ilgili projemi anlatmak istiyorum.

Mısırlılar İskenderiye’ye güzel bir kütüphane binası yaptırdılar,

içinde sekiz milyon kitap olacakmış.

11 Ocak 2001