Beteri Var
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Mart 2019
Çarşamba
Skandallar, rezaletler, fâcialar birbirini kovalıyor. En son hapishanelerin içyüzü iyice meydana çıktı. Ben yazıları, fikir ve görüşleri dolayısıyla cezaevlerinde yatmış bir vatandaşım; mahiyetleri hakkında hayli bilgi ve müşahedem vardır. Bundan aylarca önce hapishaneler hakkında bir yazı kaleme almış, dikkatleri bu resmî müesseselerin üzerine çekmeye çalışmıştım.
Düzen cezaevlerinin kapısının önüne kolluk kuvvetleri koymakta, lâkin içeriye hâkim olmamaktadır. Teröristlerin, siyasî militanların kapatıldıkları bölümler onların kontrolü altındadır. İçeriye cep telefonu, ateşli silah, mermi sokulabilmekte, tünel kazılabilmektedir.
Düzenin gücü başları örtülü Müslüman kız öğrencilere geçiyor. Yardım alamadıkları için yürüyüş yapan, protesto eden, devlet büyüklerine ulaşmaya çalışan depremzedelere geçiyor. Garibana, fakir fukaraya, âciz halka geçiyor.
Bir çetenin mensupları cezaevinde başka bir çetenin adamlarını ateşli silahlarla katletti. Şimdi karşı taraf intikam almaya hazırlanıyor. Böyle trajediler tek perdeyle bitmez, sürer gider. Bakalım yakın günlerde ne gibi kanlı, meraklı, ateşli, vurmalı kırmalı hâdiseler zuhur edecek?
Ağustos’taki zelzele ansızın olmuştu. Sosyal, siyasî, kültürel zelzele ise geliyorum diyor. Binanın her yeri çatlıyor, dökülüyor. Bunlar, tedbir alınmaz ve büyük değişimlere gidilmezse, topyekûn bir çöküşün habercileridir. Türkiye’nin çok âcil, çok köklü, çok isabetli değişimlere ihtiyacı vardır.
Kokuşma bütün hızı ve şiddetiyle devam etmektedir. Kokuşma sistemin temel prensibi haline gelmiştir. Bu kokuşma, ya egemen sınıfların, aydınların horizontal-yatay iradeleriyle gerçekleşecek, yahut da devreye vertical-dikey-küllî irade girecektir.
Egemen, seçkin, güçlü, aydın, idareci güçlerde böyle köklü ve büyük bir değişim için gerekli olan iradeyi göremiyorum. Hattâ, onların bir kısmı sıkı bir statükoya taraftardır.
Kafkasya’da yeni büyük bir savaşın alametleri belirmiştir. Balkanların ne olacağı belli değildir. İran’la aramızda zaman zaman gerginlik olmaktadır. Ortadoğu’da istikrar yoktur. Kıbrıs konusunda ansızın bir oldu bitti ile karşılaşabiliriz.
Son büyük zelzeledeki kargaşayı, hazırlıksızlığı, yetersizliği, âcizliği gördük. Önümüzde ondan daha kötü senaryolar, ihtimaller mevcuttur.
Farzedelim ki, bir kaza yahut sabotaj neticesinde Boğaziçi’nde büyük bir petrol tankeri infilak etti, yanmaya başladı. Ne yapacağız? Böyle bir felakete karşı hazırlıklı mıyız, tâlimli miyiz?
Farzedelim ki, hayli şiddetli bir depremde iki köprü de çöktü. Ne olacak ondan sonra? Milyonlarca insan karşıdan karşıya nasıl geçecek?
Farzedelim ki, İstanbul halkının bir kısmının şehri terketmesi gerekiyor. Nasıl terkedecekler? Bu boşaltmanın planları yapılmış mıdır?
Şimdiki siyaset şu: Aman halk duymasın, aman ahali paniğe kapılmasın, aman kamuoyu üzülmesin, tedirgin olmasın…
İsrail, son Ortadoğu savaşında birkaç Irak füzesi yemiş ve ondan sonra aklını başına toplayarak gereken bütün tedbirleri almıştır. Şimdi orada, muhtemel felaket ve sabotajlara karşı özel şekilde eğitilmiş askerî ve sivil ekipler alesta beklemektedir. Sıhhiyeciler, enkaz kaldırma personeli ve aletleri, yangın söndürücüler, yaralılara ilk âcil tedavi müdahaleyi yapacak olanlar, velhasıl her çeşit hizmeti görecek olanlar yetiştirilmiştir.
Olağanüstü bir durumda İstanbul’un onbeş milyon (evet gerçek rakam budur) halkına ekmek, su, yiyecek temin edilebilecek midir? Bir kış mevsiminde halk donmaktan nasıl korunacaktır?
Bu ülke akılla, hikmetle, ilimle, irfanla idare edilmiş olsaydı, İstanbul’un bu kadar büyümesi mümkün olmazdı. Oy avcıları, arazi ve mesken spekülatörleri ülke nüfusunun dörtte birini İstanbul’a çektiler. Doğu’da, Güneydoğu’da bazı bölgeler âdeta boşaldı; boşaltıldı. Boşalan bu bölgelere ileride başka nüfuslar mı iskân edilecektir? Bu, mutlaka sorulması gereken bir sualdir.
Başında binbir belâ olan, kızıl rejimli kıt’a Çin’inin istilâsı tehdidi altında yaşayan, altı yüz bin kişilik bir ordu beslemek zorunda bulunan, kendisini devlet olarak sadece on kadar küçük ülkenin tanıdığı Taiwan Cumhuriyeti nasıl oldu da bu kadar ilerledi, zenginleşti, eğitim ve üniversite sahasında çağı yakaladı? Taiwan üretiyor ve mallarını dünyanın her yerine ihraç ederek yüz milyarlarca dolar para kazanıyor. Taiwan’ın borcu yok, aksine merkez bankasında yüz milyar dolar fazla parası var. Ülkesi bizimkinden küçük, nüfusu bizimkinden az, derdi ve problemi bizden fazla olan o ülke bugünkü zenginliğe, güce, refaha, üstünlüğe nasıl ulaşabilmiştir?
Bizi işe yaramaz bir ideoloji, kötü eğitim ve üniversite, bozuk bir sistem mahvetti. Üretim, ziraat, hayvancılık, endüstri, helâl ticaret horlandı, zorlaştırıldı. Onların yerine faiz, riba, rant, repo, spekülasyon, emeksiz ve zahmetsiz kazanç, yiyicilik, asalaklık getirildi. Sonunda da bugünkü batış ve çöküş manzarası ortaya çıktı. Bu sistemi ayakta tutmak için hâlâ direnip duruyorlar.
Türkiye’ye temiz hava getirmek, sağlıklı yeni bir düzen kurmak için ortaya çıkan bir kısım İslâmcılar da zamanla düzenin içindeki yerlerini almışlar, sisteme entegre olmuşlardır. Şimdi bir sürü İslâmcı düzen ve din rantı yemekte, bozuk sistemin yağlı kemikleri peşinde koşmaktadır. Öyle İslâmcılar biliyor ve görüyorum ki, ellerine fırsat geçince yolsuzluk, talan ve hortumlama metodlarıyla büyük servetler vurmaktan hayâ etmiyorlar.
60’lı, 70’li yıllarda “Bu düzen bozuktur, değişmelidir” marşları söyleyen nice solcu ve marksist militan şimdi düzenin önemli köşebaşlarında yiyim noktalarında yuvalanmış olup kimisi ayda yirmi otuz bin dolarlık maaşlar almakta, Boğaz’da yalılar yaptırmaktadır.
Neyse… Sözü daha fazla uzatmayayım. Aklı ve imkânı olanlar İstanbul’u terketsinler. İşlerini bırakamıyorlarsa şehir dışında, yeterli uzaklıklarda bahçeli evler edinsinler, çoluk çocuklarını oralara yerleştirsinler.
Ağustos zelzelesinden gerekli dersler ve ibretler alınmadı, zarurî değişimlere ve islâh hareketlerine girişilmedi. Beterinden korkuyorum. 30 Eylül 1999