Pazar

 

Başörtülüler, yasal sınırlar içinde haklarını arıyorlar. Başörtülü öğrenciler okumak istiyor. Başörtülü doktorlar ve avukatlar mesleklerini icra etmek istiyor. Birtakım ilerici, çağdaş, Beyaz Türk, “daha eşit” kimseler bu hak arayışından son derece rahatsız oluyorlar, sinirli bir şekilde feryat ediyorlar, “Cumhuriyet tehlikede” diye haykırıyorlar.

Dindar vatandaşlar, yine yasal sınırlar içinde din hürriyeti istiyorlar. Türkiye’de din hürriyeti yok mu? Elbette var. Ancak “yeterli” değil. Onlar Kanada’da, ABD’de, İngiltere’de, Batı Avrupa ülkelerinde vatandaşlara, bu arada Müslümanlara sağlanan din hürriyeti gibi geniş bir hürriyet istiyorlar. Birtakım uygarlar, bundan da çok tedirgin oluyorlar, yine “Cumhuriyet tehlikede!” diye bağırıyorlar.

Bir Beyaz Türk, İsviçre’de bir gazeteye beyanat veriyor:

“Türkler yakın tarihte bir milyon Ermeni’yi kestiler, otuz bin Kürt öldürdüler”

diyor. Bunun üzerine adam mahkemeye veriliyor, bilcümle ve bilumum Beyaz Türkler onun mahkemeye verilmesinden son derece rahatsız oluyorlar, huysuzlanıyorlar ve koro halinde ciyak ciyak,

“Düşünce özgürlüğü ihlal ediliyor. AB standartları çiğneniyor… İnsanlar görüşlerini serbestçe söyleyemiyor…”

meâlinde yaygaralar kopartıyorlar.

Bir üniversitede bir erkek öğrenci, kız arkadaşına pek laubali bir şekilde sarılarak resim çektiriyor. Bunun üzerine idare kendisini uyarıyor. Daha terbiyeli, daha edepli, daha ciddi, daha vakarlı olunması için… Yine Beyaz Medyadan canhıraş sesler çıkıyor.

“Hangi devirdeyiz… Böyle tutuculuk olur mu?.. Elbette gençler birbirine sarılacak, içli-dışlı olacak…”

Çanakkale Gelibolu yarımadasında bir toplantı salonu, orada Mescid bulunmadığı için, sandalyeler kenara konularak mescid haline getirilmiş, Müslümanlar namaz kılmışlar. Beyaz medyada yine yaygaralar, protestolar, feryatlar, figanlar Türkiye nereye gidiyor? Cumhuriyet tehlikede!

Son bir iki yıl içinde Çanakkale’ye akın akın vatandaş gitmeye başladı. Gidiyorlar, şehitlikleri ziyaret ediyorlar, Kur’ân okuyorlar, sevabını oralarda yatan Müslümanlara bağışlıyorlar, dualar ediliyor, dinî konuşmalar yapılıyor… Yine birtakım çok Beyaz, çok Aydınlık, çok uygar çevreler bundan çok rahatsız oluyorlar. Hangi devirdeyiz? Nasıl oluyor da yekûn olarak milyonlarca vatandaş oralara gidiyor, dualar ediyor, namazlar kılıyor?.. Bunları durdurmak için ne yapmak lazım? Bir hurafe edebiyatı başlatılıyor. Çanakkale Savaşı’nda kerametler zuhur etmiş, olağanüstü haller görülmüş, olağandışı hadiselere şahit olunmuş… Dinsizler, ateistler, Beyazlar, materyalistler, rasyonalistler, agnostikler böyle şeylere inanmıyor, bunları kabul etmiyor. O halde bunlar hurafedir, mutlaka önlenmelidir.

Merhume

Münevver Ayaşlı

Hanımefendi,

Refet Paşa

‘ya sormuş:

– Paşam niçin hatıralarınızı yazmıyorsunuz?

Paşa şu cevabı vermiş:

– Bu milletin bir millî mücadelesi var, ona gölge düşürmek istemem…

Toplumu öyle yozlaştırdılar, öyle yabancılaştırdılar ki, elinde fazla bir şey kalmadı. Çanakkale zaferi yahut destanı var, şimdi onu da fazla görüyorlar…

Bu Çanakkale konusunda ne yapmak lazım? Çanakkale ziyaretlerini daha kalabalık, daha yoğun, daha heyecanlı hale getirmek lazım… Her yıl en az iki-üç milyon hattâ beş milyon Müslüman oraya gitmeli…

Çok ciddi kurslarda Çanakkale rehberleri yetiştirilmeli, onlara Birinci Dünya Savaşı’nda o bölgede görülen İslâmî kahramanlıklar, kerametler, olağanüstü haller ve hadiseler anlatılmalı… Onlar gezdirdikleri vatandaşlara bunları heyecanlandırıcı, coşturucu bir üslupla anlatmalı. Dinleyenler titremeli, ağlamalı, kendine gelmeli.

Beyaz Türkler, yukarıda anlattığımı önlemek için orada herkesin rehberlik yapmasına izin vermiyorlarmış. Böyle bir engelleme temel insan haklarının ihlalidir.

Müslüman; mucizelere, kerametlere inanır. Müslüman, Kur’ân’ın açıkça beyan buyurduğu üzere şehitlerin ölü değil, diri olduklarına inanır.

Çanakkale Savaşlarında Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizin ruhaniyetinin görünmüş olduğuna ben şahsen inanıyorum. Hiçbir dinsiz beni böyle inanmaktan men edemez. Men etmeye, baskı yapmaya kalkarsa haddini aşmış olur.

Kahraman bir Türk zabiti şiddetli çatışmada ağır şekilde yaralanıyor, vücudundan kanlar akarak yere seriliyor. Can çekişmekte, son nefeslerini vermektedir. Yanında arkadaşları, askerleri vardır. Birden yanındakilere

“Beni ayağa kaldırınız!”

diyor, koltuklarına giriyorlar, kaldırıyorlar.

“Ya Resulullah! Zahmet buyurdunuz…”

diyor ve sonra canını teslim ediyor… O şehit, Peygamberi görmüştür. Yanındakilerin görmemesi, münkirlerin inkâr etmesi hiçbir mânâ ifade etmez. Aradan doksan küsur yıl geçtikten sonra hiçbir kuvvet, bana bu konuda baskı yapamaz.

Tutunacak çok az dalımız kaldı.Bunlardan biri

Çanakkale Savaşı Destanıdır.

Ona sarılalım, şehitler bize yol gösteriyor… 19 Haziran 2006