Salı

 

Yakın tarihimizde ve bugün ülkemizde çeşitli partiler bulunması kimseyi aldatmasın. Türkiye’de iki büyük parti sistemi vardır. Beyaz Türkler Partisi ile Yeşil Türkler Partisi. Bunlar, bu zikr ettiğim adlarla faaliyet göstermezler, çeşitli adlarla ortaya çıkarlar.

Önce Yeşil Türkler Partisi’nin (YTP) özelliklerini sayayım:

(1) Tarihî devamlılık taraftarıdır, kopukluklara ve ârızalara karşıdır.

(2) Temel insan haklarının bütün ahaliye tanınmasını isterler.

(3) Bilhassa din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti konusu üzerinde dururlar ve bu hürriyetin bütün medenî ülkelerde tanındığı şekilde halkımıza da yüzde yüz ve bitamamiha (bütünüyle) tanınmasını isterler.

(4) Millî kültürün, millî kimliğin baltalanmamasını, kısıtlanmamasını isterler.

(5) Tek devlet sistemine taraftardırlar. Biri bildiğimiz devlet, ötekisi onun üzerinde olan ve son sözü söyleyen Derin devlet sistemini istemezler.

(6) İnsan haklarına ve millî kimliğe uygun bir anayasal sistem taraftarıdırlar.

(7) Ülkenin, halkın, devletin; evrensel ve millî olmayan keyfî değerlerle idare edilmesini ve yönlendirilmesini istemezler.

(8) Siyasî kopukluklardan, realpolitiklerden, tarihî ârızalardan hoşlanmazlar.

(9) Toplumu, millî geleneklerin ayakta tuttuğuna inanırlar ve bunların korunmasını, yaşatılmasını, sağlıklı bir şekilde geliştirilmesini isterler.

(10) Aileyi toplumun temeli bilirler, korunmasını isterler. Fuhşa, zinaya, nikahsız birlikte olmaya, cinsel sapıklıkların meşrulaştırılmasına, cinsel serbestiye, ahlâk ve iffetle ilgili değerlerin yozlaştırılıp zayıflatılmasına rızaları yoktur.

(11) Eşitlik isterler. Bir Beyaz (veya Pembe) Türkün fabrika veya holding kurmasının çok tabiî, çok normal karşılanmasına mukabil bir Yeşil Türk’ün büyük bir fabrika veya holding kurmasının “Yeşil Sermaye Tehdidi” olarak algılanmasına karşı çıkarlar.

(12) Yazılı ve edebî lisan konusunda zengin, ahenkli, engin, dış müdahale ve zorlamalar olmaksızın tabiî ve yumuşak bir şekilde tekâmül eden Türkçe’ye taraftardırlar. Asırlar boyunca dilimize girmiş, artık bizim olmuş, bizim aksanımızla telâffuz edilen yabancı kökenli kelimelerin atılmasını ve dilin arı ve kuru bir hale getirilmesini, dil terörü ve kıyımı dolayısıyla bundan bir asır (hattâ 50-60 yıl) önce yazılmış ve basılmış kitapların genç nesillerce okunamamasını istemezler. Yine, yeni nesillerin atalarının mezar taşlarını okuyamayacak kadar câhil yetiştirilmelerini, câhil bırakılmalarını gayr-i tabiî ve anti-demokratik olarak görürler. Lisandaki, edebiyattaki kopukluğun ve ârızanın en kısa zamanda ve en hayırlı bir şekilde tâmirini, giderilmesini arzu ederler.

(13) Üniversitelerde ve okullarda kıyafet meselesinin veya krizinin medenî ülkelerdeki uygulamaya paralel bir şekilde çözülmesini talep ederler. Fransa ve Portekiz gibi lâik ülkelerde, İngiltere gibi lâik olmayan ülkelerde bu konuda nasıl davranılıyorsa bizde de öyle olmasından yanadırlar. Gerekirse bu mesele hakkında referanduma (halkoylamasına) başvurulmasını isterler.

(14) Çoğunluğun, Müslüman oldukları için dinî dernek kurma, kendi bağımsız dinî cemaat teşkilâtına sahip olma, kendi dinî inançlarına uygun bir şekilde giyinip kuşanma ve bunlara benzer haklarından mahrum bırakılmış olmasını kınarlar ve bu anti-demokratik sınırlandırmaların kaldırılmasını isterler. Bu hususta İngiltere, Kanada, Fransa, Almanya ve benzeri medenî ve ileri ülkeleri örnek ve model olarak görürler ve gösterirler.

(15) Fikirlerini açıklama ve belirtme, görüş ve tenkitlerini cesur bir şekilde ortaya koyma, tek kelimeyle düşünce hürriyeti konusunda ülkemizde medenî Batı ülkelerinin standart ve ölçülerinin uygulanmasını isterler.

(16) Âdil olmak şartıyla hukukun üstünlüğü ilkesinden yanadırlar. Âdil hukukun ve âdil kanunların üzerinde bir güç olmasını ve son sözü onun söylemesini kabul etmezler.

(17) Millî gelirin âdil bir şekilde paylaştırılmasını isterler. Millî gelirin yüzde 60’ını yüzde üç veya beş bir azınlığın devşirmesi, geri kalan yüzde 40 gelirin halkın yüzde 95’ine yetmemesi sistemini anormal bulurlar.

(18) Ülkenin en yağlı rantlarını mutlu bir azınlığın yemesini, halkın sıkıntı çekmesini istemezler. Ülke rantlarının âdil bir şekilde dağıtılmasını talep ederler.

(19) Kutsal vatanî hizmetler konusunda âdil hareket edilmesinden yanadırlar. Zengin, varlıklı, nüfuzlu, kodaman, seçkin, Beyaz kesimin çocuklarının zahmetsiz ve risksiz şekilde vatanî hizmetler yapmasını, fakir ve nüfuzsuz halk yığınlarının çocuklarının tehlikeli yerlere gönderilmesini protesto ederler.

(20) Millî eğitim sisteminin gerçekten millî olmasını, bir ideolojiye değil, millî kültür, millî kimlik ve millî ahlâka hizmet etmesini candan arzularlar.

(21) Türkiye’nin, İslâm dünyasının kalkınmış birinci ülkesi olması iddiasını ciddî ve yeterli bulmazlar; ülkemizin Japonya gibi, Güney Kore gibi ileri ve kalkınmış olmasını isterler; ülkemizi bu dereceye yükseltemeyen ideolojileri, zihniyetleri, idarecileri kınarlar, vazifelerini hakkıyla yapmamış olmakla suçlarlar.

(22) Lâikliğin “Lâikçilik” şeklinde bir din gibi, totaliter bir ideoloji gibi algılanmasından şikayetçidirler. Devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı’na sahip olmasını, bu dairenin başkanının devlet tarafından seçilmesini, devletin 75 bin camiye, 100 binden fazla din görevlisine, imama, müftüye, müezzine, vaize, din dersi öğretmenine sahip olmasını, dinî vakıfların (Evkaf-ı İslâmiyye) devlet tarafından idare edilmesini, dinî vakıfların satılmasını ve ortadan kaldırılmasını lâiklikle bağdaştırmazlar. Her hâl ü kârda Enver Hoca’nın, Stalin’in, Mao’nun anladığı ve uyguladığı lâikliği benimsemezler.

(23) Yakın tarihimizde onbinden fazla Selçuklu, Beylikler, Osmanlı devrine ait tarihî caminin, medresenin, tekke ve zaviyenin, taş mektebin, bunlara benzer binanın yıkılmış, satılmış, yok edilmiş, kapanın elinde kalmış olmasını büyük bir haksızlık olarak görürler.

(24) Yine yakın tarihimizde, bu ülkenin Müslümanlara ait olduğunu gösteren, bir nevi tapu senedi mahiyetinde olan tarihî ecdat kabristanlarının yok edilmiş olmasını da kınarlar. Bunca ecdat kabristanı yok edilirken, İstanbul Üsküdar Bülbülderesi’ndeki Beyaz Türkler Kabristanının bir taşına bile dokunulmamış, orasının aynen ve titizlikle korunmuş olmasını da hayretle karşılarlar ve bunun sebebini öğrenmek isterler.

(25) Türkiye’deki idarenin millî kültür ve kimliğe, halkın iradesine, âdil bir hukukun üstünlüğü ilkesine, tarihî devamlılığa uygun olmasını hararetle isterler. Devletin, milletin ve hukukun üzerindeki Derin Devlet heyûlâsının izalesini talep ederler.

(26) Türkiye’nin İslâm Dünyası ve Üçüncü Dünya ülkeleri ile çok sıkı siyasî, iktisadî, kültürel, turistik işbirliği yapmasını isterler.

(27) Devletimizin ABD’nin, AB’nin, İsrail’in bir nevi uydusu, hattâ sömürgesi haline getirilmesine karşı çıkarlar. Böyle bir şeyin millî menfaatlerimize ve millî haysiyetimize uygun olmadığı kanaatini beslerler.

(28) Büyük medyada tekelleşmeye ve kartelleşmeye karşıdırlar. Basın, yayın, medya hürriyetinden çok küçük bir azınlığın değil, bütün halkın ve bütün aydın ve okumuş kimselerin yararlanabilmesini isterler; basın hürriyetinin milletin mâruz kaldığı bir hürriyet olmaktan çıkartılıp, milletin kullanabileceği ve yararlanabileceği bir hürriyet haline getirilmesini isterler.

(29) Suç işlemeye istidatı ve niyeti olanları korkutmayan, caydırmayan, suçlulara yeterli ceza vermeyen, onları başkalarına ibret-i müessire olacak şekilde tecziye etmeyen bir ceza hukukunun ve kanununun yetersiz olduğunu savunurlar, ülke sathında güvenle yaşanabilmesi için ceza kanununun caydırıcı tarafının ağır basmasını isterler.

(30) Makam, mevki, vazife taksiminde ideolojik ayırım yapılmasını kınarlar.

(31) Halkın Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, dinci-lâik, sağcı-solcu, şucu-bucu gibi birbirine zıt ve hasım kamplara bölünmesini ve bunların arasına kin ve nefret tohumları ekilmesini Türkiye’yi felâkete ve yıkıma götürecek bir siyaset ve strateji olarak görürler. Bu siyasetin yerine millî barışı, toplumsal mutabakatı ve kaynaşmayı sağlayacak bir plan uygulanmasını öngörürler.

(32) İçkinin, kumarın, piyango ve lotaryanın, fuhşun, zinanın, cinsel sapıklığın, iffetsizliğin teşvik edilmesini istemezler. Bunların elden geldiği kadar kısıtlanmasını ve önlenmesini isterler. 07 Haziran 2006