Beyazlar ve İnekler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Ocak 2019
Perşembe
Onların dini imanı paradır… Yanlış anlaşılmasın onlar derken, herkesi kasd etmiyorum, sadece dini imanı para olanları kasd ediyorum. Kimdir bu onlar? Onlar
onlardır. İçlerinde bir tane parasız, çulsuz milyonla dolarsız kişi bulunmaz. Solcu geçinenleri bile para babasıdır. Ezilenler, marabalar, sürünenler… edebiyatı yapıp dururlar ama kendileri
adamlardır.
Büyük finans ve büyük iş sahası onların babalarının atalarının ve kendilerinin has bahçesidir. En kızdıkları ve endişelendikleri şey Müslüman Yeşil Türklerin büyük finans, büyük sanayi, büyük iş sahasında güç kazanmalarıdır.
Cumhuriyet için, laiklik için, demokrasi için, Kemalizm için en büyük tehlike ve tehdittir.
Büyük bir zatın mahdumunun
(boyu 94 metre imiş) konusunda kızılca kıyamet koparttılar, ortalığı velveleye verdiler, yeri göğü inlettiler. Bunların bazısının Beyaz Mahdumları milyar dolarlık “işlerle” meşguldür.
Beyazlar çok iç içedir, çok karmaşık bir aşirettir. Dedeler, babalar, oğullar, torunlar, yeğenler, kuzenler, dünürler, kayın biraderler, mayın biraderler, canlar ciğerler, amcalar, dayılar, damatlar… Saymakla bitmez. Hepsinin bir elleri yağda, bir elleri baldadır. Ne de olsa onların geleneğinde
vardır.
Yüksek tepelerdeki Yeşil Türk’ün biri hele bir falso versin, ortalığı yıkarlar ama kendi avantajları konusunda dışarıya renk vermezler. Onların dininde zühd, kanaat, helâlinden yemek yoktur.
Yeşiller
dur… Çoğulu
gelir. Onlar efendidir. Onlar daha eşittir. Cumhuriyet onlara emanettir.
Onlar Türkiyeyi, bir çiftlik sahibinin çiftliğini, bir mandıra mâlikinin mandırasını, bir fabrikatörün fabrikasını çok sevdiği gibi çok ama gayet çok severler.
Halkı da çok severler. Bir mandıracının, kendisine büyük kazanç sağlayan ineklerini sevmemesi düşünülebilir mi? İnekler olmazsa süt olmaz, süt olmazsa para ve servet olmaz. Yaşasın inekler, canım inekler!..
Onlar devleti bir holding, bir fabrika, bir işletme gibi görürler. Onların oğulları, torunları, damatları, yeğenleri, ciğerpareleri çok kıymetlidir. Kesinlikle ateş hattına sürülmezler. Teşvikiye Camii’nden özel törenle kaldırılmış bir şehit duydunuz mu?
Hattâ o kadar merhametlidirler ki, bazen hastalanan ineklerini tedavi bile ettirirler ve zavallıcıklara inek ilaçları verirler. Lakin ineklerin derin düşünme hakları yoktur. İneklerin, kendilerine çizilmiş sınırların dışında tercih hakları yoktur. İneklerin, bazı tabuları ve yasakları tartışma hakları yoktur.
Nerede kalmıştık?.. Beyaz Türkler… Yeşil Türkler… İnekler… Evrensel İnek Hakları Bildirgesi… Bu kadar yeter…
Pazar sabahı sabah saat 10.00’da Murad bey geldi, birlikte İstanbul’da bir cevelan yaptık. Önce
gittik. Gümrükçü Behruz beyin dükkanından bir Kanada tilkisi kürkü aldım. Bilen birini bulursam (Her halde Zeytinburnu’nda vardır) nefis bir kalpak diktireceğim. Birkaç porselen tabak, kase, nefis bir saksı, iki cam eşya… Vaktiyle Prof. Cavit Baysun’a gönderilmiş üç kartpostal. Altın kaplı kaşık, çatal takımı (Acaba kullanmak caiz midir?)
Evden yola çıkarken Sultanahmet’te turistlerin otellerde bıraktıkları kitapları toplayıp yine turistlere satan kitapçıdan iki kitap aldım. Biri Rodos hakkında turistik bir rehber. Bir ara Rodos’a gidip oradaki camide namaz kılmak istiyorum. Diğeri Yunanistan’la ilgili İngilizce bir kitap. Komşumuzun Türkiye’den toprak koparta koparta nasıl büyüyüp bugünkü haline geldiğini anlatıyor; bilhassa 1922 Türk Yunan savaşı ile ilgili enterasan bilgiler, var.
Öğle yemeğini Eskici Center’de bir esnaf lokantasında yedik.
Hayli kalabalık bir Elen turist kafilesi vardı. İçlerinde iki yaşlı hanım dikkatimi çekti. Sımsıkı bir şekilde tesettüre girmişlerdi. Bizim çarşaflılardan daha kapalı idiler… Baştan aşağı siyahlara bürünmüşlerdi. Turistleri gezdiren rehbere sordum, rahibe imişler… Demek ki, tesettür sadece İslâm’da olan bir şey değil, evrensel bir olgu.
Kariye civarındaki eski Türk evlerine baktık, oradan Balat’a indik. Balat’ta Pazar günleri
kuruluyor. Biraz alış veriş yaptım. Semtin bazı binalarını, dükkanları restore ediyorlar. Mülk fiyatlarında patlama olmuş… Balat’tan, ara sokaklardan geçerek Ayvansaray’a, Eğrikapı’ya uzandık..
Daha sonra Cibali’de bir tur attık ve arka sokaklardan Zeyrekhane’ye gidip çay içtik. Zeyrekhane, viraneler, harabeler, savaş sonrası manzaraları içinde bir medeniyet merkezi ve abidesi… Demek ki, istenilse ve imkan bulunsa (Artık Müslümanlarda imkan var) Suriçi İstanbul’un her yeri Zeyrekhane gibi olabilir.
Burası ilk yapıldığında, Zeyrek Camii’ne çok yakın olması dolayısıyla içki verilmiyordu. Sonra Turizm Bakanlığı’ndan (ah şu Turizm Bakanlığı!…) izin aldılar, şimdi içkili… Zeyrekhane lüks ve pahalı bir yer. Herkes gelip de orada yemek yiyemez. Zadegân takımına mahsus. Merak edenler gidip bir çay içerler ve o mekanın ne kadar zevkle döşenmiş ve tanzim edilmiş olduğunu görürler. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Bizim laf ebesi birtakım İslâmcılar niçin, ellerinde imkan olduğu halde böyle mekanlar yapamıyor, açamıyor?
Dünyamızda akıl almaz şeyler oluyor. Siyaset, teknik, ekoloji, İklimler altüst vaziyette. Son yirmi otuz senede neler olmadı ki… İran’da şahlık rejimi çöktü, İslâm cumhuriyeti kuruldu. Sovyetler Birliği dağıldı, Marksist rejim çöktü. İki Almanya birleşti.
Türkiye’de de akıl almaz değişiklikler oluyor. Çankaya’ya hanımı örtülü, kendisi namaz kılan bir cumhurbaşkanı çıktı. Afganistan’ın işgali, Irak’ın istilaya uğraması ve parçalanması… New York’ta İkiz Kulelerin esrarengiz şekilde çökmesi…
Kutuplardaki buzlar eriyor, yükselen denizler nice sahili, şehri, ülke parçasını, adayı yok edecekmiş. İnternet aldı yürüdü. Bu internet denilen şey insan zekasının ve kültürünün sınırlarını zorluyor… Şu anda yeryüzünde 2,6 milyar insanda cep telefonu varmış. Petrol savaşları derken başımıza bir de su savaşları çıktı.
Bütün bu toz duman içinde statükocular kendi dünyalarında yaşıyor ve kendi değerlerinden başka hiçbir şey kabul etmiyor. Kutuplar eriyebilir, sahiller suların istilasına uğrayabilir ama aman başörtüsü yasağı kalkmasın.
ABD İran’a saldırabilir, nükleer silah kullanabilir, üçüncü dünya savaşı çıkabilir ama sakın bizdeki resmî ideolojiye dokunulmasın. Onların saatleri 1930’larda durmuş…. Başkalarına gerici diyorlar, kendileri gep gerici… Direnip duruyorlar. Ne zamana kadar? 07 Eylül 2007