Beyinler Dumura Uğramış
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 17 Şubat 2019
Şu gündem başlıklarına bakınız: Derviş ne yapacak?.. Cem ve Özkan nasıl bir parti kuruyor?.. Bahçeli ne dedi?.. Rahşan ne düşünüyor?.. Ecevit istifa edecek mi?.. Çiller başbakan olmak istiyor…
Mutlaka sorulması, cevabının araştırılması gereken hususlar var ki, onlar hiç sorulmuyor.
-Türkiye bu hale nasıl geldi?.. Ne gibi yanlışlıklar, hainlikler yapıldı?.. Krizden kurtulmak, selamete çıkmak için neler yapılmalıdır?.. Krizin neticeleri ortada, sebepleri nelerdir?..
Haydi halk yığınları şaşırdı diyelim, peki aydın geçinenlerimiz niçin daha ciddi hareket etmiyor? Türkiye batmıştır, peki niçin batmıştır? Bunu araştıran yok.
Sadece okumuş olmak, parlak diplomalara sahip olmak yetmiyor. Kendi millî kültürünü, tarihini, edebiyatını iyi bilmek; bundan başka çağdaş seviyede genel kültüre sahip olmak gerekiyor.
Türkiye’de düşünür kalmadı mı?
1950’li yıllarda düşünce sahasında oturaklı şahsiyetler vardı. Sağda da solda da. İslâmî kesimin, geleneksel çizginin bir Prof. Dr. Ali Fuad Başgil’i vardı. İlerici cephenin bir Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ı vardı. O tarihte İstanbul müftüsü dersiamdan
hocaydı. Onun,
1949’da İstanbul Üniversitesi tarafından yayınlanmaya başlamıştı.
bu âbidevî esere yazdığı önsözde,
meâlinde bir cümle kullanmıştı. Demek ki, o tarihte lâikler daha insaflı, daha itidalli imiş.
Memleket, bin yıllık tarihinin en ağır, en vahim krizi içinde ve üniversitelerimizden pek nâdir ve cılız iniltiler çıkıyor. Geçenlerde bir doçent hapisten çıktı. Suçu neydi? Memleket hakkındaki görüşlerini yazmak cür’et ve cesaretinde bulunmuştu…
Türkiye’deki kriz hakkında, izalesinin çare ve çözümleri hakkında profesör ve doçentlerimizin şimdiye kadar yüzlerce çok ciddî, çok seviyeli, çok değerli kitaplar yazmış olmaları gerekmez miydi?
Üniversiteler bir ülkenin, bir toplumun beyni durumundadır. Bizim beynimiz dumura uğramış…
Herkesi suçlamak istemem ama bazı profesörlerimiz trilyoner olmuştur. Hangi yolla? Dışarıya iş yapıyorlar. Hukuk, ticaret, iktisat, mühendislik gibi sahalarda danışmanlık, mütalaa, rapor, yol gösterme bazılarına iyi kazandırıyor.
Biraz da memleket için, halk için, devlet için çalışsalar ya.
Ya politikacılar?.. “Oyunu bize ver, Türkiye’yi kurtaralım..” Peki nasıl kurtaracaksın, gerekçeli olarak açıklasana… Yuvarlak yuvarlak lâflar. Herkese iş ve aş, ormansız yerlere orman, sosyal güvence… Bunlar boş edebiyattır. Nasıl yapacaksın, onu söyle bize…
Biz iktidara geçersek işler hemen düzelir… Yok canım!
Elli yıl önce Ahmet Hamdi Başar adında bir zat vardı. Kitaplar çıkartır, Türkiye’nin ilerlemesi, yücelmesi, güçlenmesi için kendi fikirlerini, çare ve çözüm tekliflerini yazardı, geçmiş zamanı, bugünkü durumu tahlil ederdi… Avukat Haşim Nahit Erbil de bu yolda çalışan bir kimseydi. “Türkiye için Necat ve İtila Yolları” (Türkiye için kurtuluş ve yükselme yolları) başlıklı Osmanlıca bir kitabı vardır. Prens Sabahattin’in kitabının adı ne güzeldir: “Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?”
Derviş… Cem… Özkan… Ecevit… Rahşan… Çiller… Bahçeli… Şimdi büyük medyanın tekerlemeleri hep bunlar. Peki ülke nasıl kurtulacak, devlet nasıl selâmet bulacak, kriz nasıl çözülecek… Bunlardan bahseden yok. Türkiye hastadır, hasta edilmiştir. Zehirlenmiştir. Büyük hıyanetlere uğramıştır. Ülkeye ve dünyaya tepeden bakabilecek derecede geniş ufukları olan gerçek büyük aydınlarımızın, büyük düşünürlerimizin, keskin görüşlü bilgelerimizin hastalıklarımız hakkında geniş, derin, ihatalı kitaplar yazmaları gerekir. Niçin böyle kitaplar yazılmıyor?
Bundan birkaç yıl önce Harbiye taraflarında bir yerde seçkin misafirlere bir mevlevî âyin-i şerifi gösterisi yapılmış. Nakşîliğe, Kadirîliğe kapalı olan bazı yüksek şahsiyetlerimiz Mevlevîliğe kötü bakmıyor, onu bir hümanizma olarak kabul ediyor. Zikrini ettiğim âyinden sonra orada bulunan önemli bir şahsiyet âyini idare eden efendiye şöyle demiş:
– Hocam! Memleketin durumu çok kötü, şaşırmış vaziyetteyiz, bize dua ediniz…
Türkiye’nin kurtulması, selamete çıkması, yücelmesi için bir kısım aydınların, bazı kesimlerin Allah’la, İslâm’la Hazret-i Muhammed’le barışmaları gerekmektedir. İslâm ile savaşmak, İslâm’a ters gitmek hiçbir Müslüman ülkeye iç barış, selamet, huzur, ilerleme getirmez. Tarihe bakınız.
Türkiye’yi bu hale getiren kısır, güdük, ufuksuz zihniyet otuz küsur seneden beri İslâmî hareketi baltalamak, dejenere etmek, içinden mıncıklatmak için bazı hususlarda, açıkça ve bazı sahalarda sinsice çalışıyor. Bu siyaset, bu strateji ülkemiz, devletimiz, halkımız, geleceğimiz için son derece zararlı olmuştur. Çünkü İslâm bizim için bir alternatifti. İslâmî hareketin dejenere edilmesi Türkiye’nin alternatifsiz kalmasına yol açmıştır.
Yıllar boyu yanlış siyaset ve stratejilerle halkı Sünnî-Alevî, sağcı-solcu, ilerici-gerici, Türk-Kürt diye zıt gruplara, kutuplara ayırdılar. Akıllarınca bir denge politikası yürüttüler. Bu da çok kötü, felaket derecede kötü neticeler vermiştir. Türkiye’nin bu coğrafya üzerinde bin yıllık değerleri vardır. Onlarla oynamaya gelmez.
Ülkemizin en güçlü, en tesirli, en fazla ağırlığı olan lobisi Sabataycıların bütün politikaları, bütün stratejileri fiilen iflas etmiştir. Vatansever bir vatandaş sağcı veya solcu olabilir, şu veya bu etnik kökenden gelebilir, Alevî veya Sünnî olabilir, dindar ya da dinden uzaklaşmış olabilir ama birlikte kültürel, sosyolojik, antropolojik, hikemî (bilgelikle ilgili) temel ilkeleri, bir takım temel değerleri asla göz ardı edemez.
Aydınlarımız, seçkinlerimiz ne zaman adam olacak? 27 Temmuz 2002