Pazar

New York’taki

Birleşmiş Milletler Teşkilatı

‘nı herkes biliyor da

Bilderberg

Komisyonu’nu

bilen kaç kişi çıkar? Bizim medyamız niçin Bilderberg’i tanıtmıyor, faaliyetlerinden ve kararlarından bahsetmiyor?

Bilderberg’in fikir babası Joseph Rettinger isimli Polonyalı birYahudidir.

Bu elitist teşekkül, dünya üzerinde

gizli bir hakimiyet

kurmuştur, bir nevi

Dünya Hükümeti

olmuştur.

Bilderberg’e paralel iki kuruluş daha var:

Trilateral ve CFC

(

Council on Foreign Relations-Dış İlişkiler Konseyi).

Bilderberg’in üyeleri dünyanın çeşitli ülkelerinden 120 kişidir.

Türkiye’yi kimler temsil ediyor? Süleyman Demirel’den, Mesut Yılmaz’dan bahsediliyor ama bu hususta kesin bilgi sahibi değilim. Belki de, bazı büyük iş adamlarımız bu teşekkülün üyeleridir. Hani geçenlerde basın kralı

Aydın Doğan

‘ın evinde

Sakıp Sabancı, Mehmet Emin Karamehmet, Rahmi Koç ve Ferit Şahenk

toplanmışlar, birtakım maddeleri müzakere etmişler, kararlar almışlardı. Büyük medya bu toplantıdan bahsetmedi.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın çalışma şeklini, yapısını, görüşmelerini, kararlarını duyuyoruz, öğreniyoruz.

Keşke birtakım başarılı medyacılar, aydınlar teşebbüse geçseler de halkımızı ve aydınlarımızı Bilderberg Komisyonu’nu anlatan, tanıtan, kararlarını açıklayan objektif bir araştırma ile aydınlatsalar.

Bilderberg dünya işlerinin anahtarlarını tanzim eden

gizli ve esrarlı bir meclistir. Sanırım Amerika’nın başlattığı savaşta da ağırlığı vardır.

Savaş devam ediyor.

Taliban’a göre Amerika camileri, hastahaneleri, Kızılhaç depolarını, sivil yolcu otobüslerini, evleri, mahalleleri bombalıyor.

ABD yetkilileri bu iddia ve ithamların bir kısmını reddediyor bir kısmı için yanlışlıkla oldu, olabilir diyor. Tabiî arada siviller, bîgünahlar ölüyor, yaralanıyor.

Taliban sertliğini devam ettiriyor. Resmen beyan ettiler: Hepimiz ölsek, Afganistan harap olsa bile Bin Ladin’i veremeyiz. Gırtlaklarına kadar Makyavelist ahlâk bataklığına gömülmüş olan sözde medenîlerin Taliban rejiminin bu ısrar ve azmini anlamaları çok zordur. Onlar, suçluluğu kesin bir şekilde delillendirilmemiş bir kimsenin teslim edilmesinin şerefsizlik olacağını anlayamaz.

Ahlâk, karakter bakımından Taliban bir vadide, Batılılar bambaşka bir vadidedir.

Kuzey İttifakı’nın Mezar-ı Şerif şehrini kolayca alabileceği sanılıyordu. Alamadılar; idareciler ve halk Taliban’a sadık kaldı.

Fransa medyası, Amerika’nın verdiği harp fotoğraflarını yayınlamak hususunda çok dikkatli olma kararı almış.

Yeni gibi sunulan bazı savaş resimleri 1997’den kalma imiş.

11 Eylül’den sonra ikinci saldırı, şarbon hastalığı ihtiva eden posta zarfları ile yapıldı.

Birkaç yüz zarf Amerika’yı altüst etti.

İki posta memuru yıldırım hızıyla hastalanıp can verdi.

İşin en trajik tarafı dünyanın en güçlü devletinin başkanının, en güçlü televizyon ağı ile 300 milyona yakın halka:

“Merak etmeyin, korkacak bir şey yoktur, ben şarbon hastalığına yakalanmadım…”

mealinde beyanda bulunmuş olması oldu.

Bu ne demektir?

-Şarbon hastası olabilirdim, henüz olmadım, bundan sonra bu hastalığa yakalanabilirim…

İçlerinde şarbon bulunan üç mektup 11 Eylül tarihini taşıyormuş

ve üçünde de

“Kahrolsun Amerika, Kahrolsun İsrail, Allahu Ekber”

yazıyormuş. Bu ibare, mikropların Müslüman teröristler tarafından gönderildiğini mi isbatlıyor? Böyle bir şey bizde olsaydı peşin fikirli ve hükümlü İslâm ve Müslüman düşmanları kızılca kıyamet kopartır ve işte gördünüz mü, Müslümanlar neler yaptı derlerdi. Lâkin

Amerikalı uzmanlar, tahkikatçılar öyle demiyor:

Bu cümleyi belki de işin asıl faillerini şaşırtmak, dikkati başka taraflara çekmek için yapmışlardır…

hükmünü veriyorlar.

Savaş başlayalı üç hafta bile olmadı. Daha işin başındayız. Bakalım Ortadoğu’da neler olacak?

Amerika İsrail’den desteğini çeker göründü. Ama çekemez.

Çünkü dünyada birkaç İsrail vardır.

Biri Ortadoğu’daki İsrail, ikincisi ABD’deki İsrail. Daha başkaları da var.

Şu anda Suudi Arabistan rejimi örs ile çekiç arasında bulunuyor.

Durumu çok nazik. İslâm’ın iki kutsal şehrine sahip olan o ülkede bir rejim değişikliği olursa

Ortadoğu muvazenesi tepetaklak olur.

Türkiye Müslümanlarını sıkıntılı bir gelecek bekliyor.

Bu ülke Müslümanları homojen bir yapıya sahip değil.

Üniter ve merkezî bir dinî teşkilât ve hiyerarşi yok.

Devlete bağlı bir Diyanet’in yanında, özel Diyanet’ler diyebileceğimiz birtakım cemaatler, tarikatlar, gruplar bulunuyor.

Ayrıca siyasî bir İslâm var.

Aktivist siyasî ve radikal İslâmî bir hareket var.

Bölünmüşlük, parçalanmışlık İslâmî hareket için hem büyük bir zaaf, hem de büyük bir avantaj teşkil ediyor.

Bir başlı bir teşkilatın başını keserek, teşkilâtını yıkarak tesirini bitirebilirler ama bin başlı bir hareketi bitirmek, susturmak, tesirsiz hale getirmek mümkün değildir.

Vaktiyle birtakım şeytan stratejistler

“Müslümanları bölelim, böylece güçlerini kırmış oluruz”


diye planlar yapmışlardı. Şimdi o planlar aleyhlerine dönmüştür.

Defalarca yazdım, tekrar edeceğim:

İslâmî hareketin, Müslüman grupların içinde sürüyle ajan, casus, provokatör

(kışkırtıcı),

manipülatör

(yönlendirici),

hafiye bulunmaktadır.

İslâmcılar aleyhinde, buzdolabına kaldırılmış yüzlerce dosya vardır. Zamanı gelince bu dosyalar buzluktan çıkartılıp muameleye konulacak.

İleride birtakım Müslüman şahsiyetlerin ve toplulukların başlarına birtakım musibetler gelebilir.

Bunların bir kısmı, onların yanlış hareketlerinin, günahlarının

ceza-yı sezası

olacaktır. Bir kısmı ise, salih ve temiz kimseler oldukları için sıkıntı çekecekler, sabr u sebat ederlerse sevap ve mükafat kazanacaklardır.

“Belânın en şiddetlisi evliyaya

(Allah dostlarına, büyük Müslümanlara)

gelir. Sonra derece derece…”

buyurulmuştur.

Bu ülkede on milyonlarca Müslüman var. Onların yaklaşan siyasî kışa, soğuk günlere, zorluk ve sıkıntılara, afetlere karşı uyarılması, hazır hale getirilmesi gerekir. Bu hizmeti kimler, hangi teşekküller yapacak? 29 Ekim 2001