Ayda 150 bin lira. Senede (burs verilen) 9 aydan, 1 milyon 350 bin lira eder. Dört yılda da (bugünkü parayla) 6 milyon 400 bin lira tutar. İşte bizim cephenin üniversitede Müslüman gençleri okutup yetiştirmek üzere harcadığı miktar budur. 6 milyon 400 bin lira. (Ayda 150 bin lira ortalama bir rakamdır. Bazı kuruluşlar 50 bin bazıları 200 bin verirler.)
Burs Fransızca bir kelimedir, para kesesi manasına gelir. Bir talebeye tahsiline devam edebilmesi için verilen maaşa da burs denilmiştir.
50’li yıllarda Müslüman cephede, üniversiteli talebelere burs vermek diye bir fikir ve faaliyet yoktu. Zaten o zaman, bugünkü kadar teşkilatlı değildik, memleket fakirdi, para da yoktu. Maşaallah şimdi, yüzlerce, belki de binlerce derneğimiz, vakfımız, cemaatimiz var; bunlar ya burs vererek yahut barındırarak büyük sayıda üniversiteliye yardımcı olmağa çalışıyorlar. Ancak, burs vermekle adam yetiştirmek arasında mutlaka bir ayırım yapmamız gerekiyor. Bugünkü burs dağıtma sistemimizle adam ve kadro yetiştirmemize imkân ve ihtimal yoktur. Çünkü:
- Okullar ve üniversiteler son derece zayıftır, çağın çok altındadır, bizim kendi eğitimimizden çok başka bir eğitim vermektedir. Buralarda talebe yetiştirerek, olması gereken özlediğimiz kadroları kuramayız.
- Öğrencinin cebine koncan 150 bin lira çok sefil bir paradır, bununla kimse adam olmaz. Kaldı ki, ona ayda iki milyon lira ödeme yapsanız yine bir netice alamazsınız. Çünkü öğrenci o parayla kendi kendini yetiştiremez, adam olamaz. Bildiği gibi harcar o kadar.
- Üniversitelerde adam yetiştirme siyasetimizin temeli, okuyan gençlerimize “paralel eğitim” sağlayarak onların uluslararası seviyede gerçekten yüksek tahsil yapmalarını mümkün kılmaktır. Diyelim ki, tarih bölümünden Müslüman adam yetiştirmek istiyorsunuz. Gencinize, siz ayrıca eğitım vereceksiniz. Dört yıl boyunca ona bir kere en az beş dil kazandıracaksınız. Arapça, Frasça bilmeden Türk tarihçisi olmak mümkün müdür? Zamanımızda İngilizce insanlığın lingua franca’sı haline gelmiştir. Onun yanında Almanca ve Fransızca. Bir de mesela Rumca öğrenirse beş dil eder (Rumlar Müslümanlardan sonra imparatorluğumuzun ikinci önemli unsuruydu) Günümüzde üniversitelerimizin Türkoloji, Tarih vs. bölümlerindeki Türkçe, Osmanlıca eğitimi çok yetersizdir. Öğretilenle derin ilmî araştırma yapmak çok zordur. O halde, biz kendi öğrencimize dışarıdan hoca tutarak eski Türkçeyi de öğreteceğiz. En çetrefil siyakat yazılarını kolayca okuyacak, en muğlak ve girift ibareleri çözecek, daha üçüncü sınıfta hocalarını geçecektir. Zühal yıldızına gitmekten bahs etmiyorum, mümkün şeyleri söylüyorum. Yeter ki, teşebbüs edilsin. Kendisine paralel eğitim verdiğimiz genç için işte böyle dört başı mamur bir program yapılacak, diplomasını aldığı zaman çok mükemmel bir eleman olarak yetişmiş bulunacaktır.
- Ayda 150 bin lira burs vermek başka şeydir, benim anlattığım başka şey. Ben hiç burs verilmesin demiyorum, fakir gençlere verilmeğe devam edilsin. Ama benim anlattığım şu paralel eğitim işine de artık el atılmalıdır. Ancak bu ikinci iş, burs dağıtmak kadar kolay değildir.
- Paralel eğitim verilecek gencin özenle ve dikkatle seçilmesi gerekir. Her taydan yarış atı yetişmez. (Zekâ testi yapılacak, karakter analizine bakılacak, bio-jenetik sicili incelenecek, denenecek… ondan sonra.)
- Bugünkü şartlarda, paralel eğitim verilecek öğrenci için ayda en az iki milyon lira harcamak gerekir. Bu paranın bir lirası bile nakit olarak kendisine verilmeyecek, hepsi de en akıllı bir plan dahilinde onun için sarf olunacaktır.
- Bozuk düzen, Amerika’da kendine göre süper elemanlar okutarak yüksek seviyedeki işlerde kullanmak üzere “prensler” yetiştirmektedir. Bunlar, bozuk düzenin kurmaylarıdır. Biz de kendi kurmaylarımızı hazırlamalıyız. Bizimkiler onlardan üç noktada üstün olmalıdır: Bilgi, aksiyon ve estetik noktasında. Aksi takdirde Harvard mezunu bir düzen-zâdenin karşısına, bizim derme çatma üniversitelerimizin birinden çıkma bir düzen-zedeyi çıkartarak bu savaşı kazanamayız.
- İktidarda olmasak da her zaman birkaç gölge kabine kuracak kadar birinci sınıf kadromuz bulunmalıdır.
- İktidar olmak, sadece çoğunluk olmak değildir, güçlü (muktedir) kadrolara sahip olunmadan iktidar olunamaz. Güçlü kadrolar da benim yukarıda anlattığım şekilde yetiştirilebilir.
- Böyle kadrolar kurmak sadece bir cemaatin, tarikin, hizbin, meşrebin işi değildir. Hepsi birden, böyle adamlar yetiştirmek konusunda birbirleriyle yarış etmeli, sonunda ümmet çapında (meşreb çapında değil!) çok güçlü bir İslâmî kadro kurulmalıdır.
- Aslında, süper kadro yetiştirmek için paralel eğitim işine liselerden başlamak gereklidir. Lise üç sene, üniversite dört, yüksek lisans ve doktora da dört-beş sene desek, iyi bir eleman on-oniki senede zor yetişir. Bunun için de kaba hesapla bir milyar lirayı gözden çıkarmak gerekmektedir. Biz ise, bu bir milyarla, dört yılda 200 çocuk okutmağa kalkıyoruz. Ama ne okutmak!
- Artık Müslüman camiada milyarları bulmak o kadar zor bir şey değildir. Bundan üç sene kadar önce bir iftar ziyafetinde bir cemaat için 550 milyon lira toplanıvermiş. Toplamak kolay da en akıllı, en verimli şekilde sarf etmek zor.
Bu adam yetiştirme, paralele eğitim verme konusuna daha önce de temas etmiştim. Tekrar yazacağım. Konu bizim için yenidir. Tekrarında yarar vardır. Ta ki, bu kavram yerleşsin. İnşaallah bir gün kuvveden fiiliyata dökülür. O zaman çok sevineceğim.
DİN TİCARETİ
Zengin olmak isteyene sanayi, ticaret, ziraat, hayvancılık, nakliye, zenaat yolları açıktır. İslâm Dini, ticarete âlet edilemeyecek konulan belirtmiştir. Onlar ticarete âlet edilemez. Mesela para alınıp satılamaz, fâiz haramdır, azı da çoğu da. Kadın satışı, ırz u namus ticareti de yasaktır. Alkollü içki satışı da men edilmiştir. Bu yasaklar içinde din ve mukaddesat ticareti de yer almaktadır. Din, iman, Kur’ân, mukaddes şeyler ticaret konusu yapılamaz. Kadın satmak, p. . . etmek haram ve ayıpsa, din ticareti ondan bin kere, milyon kefe daha haram ve ayıptır. Şair ne güzel ve isabetli söylemiş.
Lânet ola ol malın ki tahsiline anın
Ya din ola ya ırz u namus ola âlet
İşin başlangıcında dinî hizmetler için ücret alınmasına izin ve ruhsat yoktu. Mütekaddimîn uleması buna fetva vermemişlerdir. Sonradan, birtakım dinî hizmetlerin aksamadan görülebilmesi için mütehhirîn uleması, bunları ifa edenlere geçinebilecekleri kadar ücret verilmesine, maaş bağlanmasına fetva vermişlerdir. Ama takva ve azimet yolunda, ücret hâlâ yoktur. Bu sadece bir ruhsattır.
Zengin olmak isteyen Müslümanlar Şeriat-ı Ahmediyye’nin müsaade ettiği ticaret veya ziraat gibi sahalara atılsın ama hem din hizmetine girip hem de zengin olmayı düşünmesinler. Bu yol kapalıdır. Bu yol cehenneme götürür.
Son zamanlarda din yoluyla zenginleşenleri görüyoruz. Bu zenginlik makbul bir zenginlik değildir.
İşin içyüzünü bilmeyenler böylelerini hizmet ediyorlar sanır, hayır onlar hizmet etmiyorlar, istihdam ediyorlar, yani dini kendi menfaatlerine âlet ediyorlar.
Adam hizmet, cihad, mukaddesat diye bağırmağa başladığında çulsuzun tekidir. Bir müdet sonra bakıyorsunuz ki, yoksul iken zengin, geda iken bay, çıplak iken giyimli, kiracı iken emlâk sahibi, yaslı iken şen, sıska iken şişman, ayak iken baş olmuş. Efendi bu servete kavuşmak için neler yaptın? Ticaret mi, sanayi mi, ziraat mi, nakliyat mı, inşaat mı?. . Hayır hiçbirini yapmamıştır. Din, iman diye bağırmış, etrafına toplanan ümmet-i Muhammed’den hayli mal ü menal devşirmiştir. Ne kötü servettir bu!
13.12.1991