ÇarşambaYaz aylarında dört Balkan ülkesini ziyaret ettim, çok ibretli ve üzücü şeyler gördüm; bazen sevindiğim, ümitlendiğim de oldu.

Komşu bir ülkede otomobille giderken, vaktiyle Osmanlı devletinin başına hayli iş açmış, dert getirmiş küçük bir şehirden geçiyorduk. Ana caddede bir cami vardı. Önünde durduk, abdest tazeleyip namaz kılacaktık. Camiye merdivenlerle çıkılıyordu. Oradaki bir gence “Cami açık mı?” diye sorduk. Türkmüş, anahtarı saklı olduğu yerden alıp bize kapıyı açıverdi.

Namazdan sonra o gençle birlikte, civarda bir Türk’ün işlettiği lokantaya gittik, yemek yedik, ardından da bir elma bahçesine giderek yolda yemek ve İstanbul’a götürmek üzere elma topladık.

Şehirde iki cami varmış. Müslüman nüfus fazlaymış ama Müslümanlık zayıfmış. “Vakit namazlarında kaç kişilik cemaat oluyor?” diye sordum. Yakın zamana kadar imam efendi ezan okuyor ve namazı kendi başına kılıyormuş. Sonra Pakistan’dan bir grup Müslüman gelmiş, oradaki Müslümanlarla, Türklerle tanışmışlar, biraz kalıp propaganda yapmışlar. Şimdi gençlerden müteşekkil otuz kişilik bir cemaat varmış. Tanıştığımız genç askerlik yapmış, babası vefat etmiş, annesi ve kardeşleri İskandinav ülkelerinde yaşıyormuş. “Birkaç hafta sonra Pakistan’a iman kurslarına gideceğim, dört ay kadar ders gördükten sonra tekrar ülkeme ve şehrime gelerek İslâm için çalışacağım” dedi.

O ülkenin, o şehrin ismini vermeyeceğim, niçin vermediğimin sebeplerini de biraz sonra anlatacağım. Üzerinde durmak istediğim husus, önceleri hiç kimsenin namaz kılmadığı bir şehirde şimdi otuz gencin namaz kılmaya başlamış olmasıdır.

Pakistan’dan Balkan yarımadasına kadar gelerek, zor şartlar, fakr u zaruret içinde dindarlığı yaymak için çalışan Müslümanları tebrik etmek gerek. Bu cemaat mensupları kimseden para almıyor, herhangi bir menfaat ve dünyalık talep etmiyor; cami köşelerinde kıvrılıp geceliyor, bir dilim ekmekle karınlarını doyuruyor, kimseye yük olmuyor. Gayeleri Müslümanlığı, dindarlığı, namaz kılmayı yaymak; din kardeşlerine nasihat etmektir.

Balkanlarda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Marksist ve ateist rejimler ülkelerinde yaşayan milyonlarca kardeşimize büyük zulümler etmiştir. Romanya’da fazla zulm edilmemiş, eski Yugoslavya’nın Makedonya Cumhuriyeti’nde de ehl-i İslâm’a oldukça tolerans gösterilmiştir. Lâkin çok büyük bir Müslüman azınlığın yaşadığı Bulgaristan’da bütün din müesseseleri kapatılmış, camilerin kapılarına kilit vurulmuş, dindarlık, Müslümanlık suç sayılmış, Müslüman Türk ve Pomakları Bulgarlaştırmak için zorlamalara, dayatmalara, zorbalıklara teşebbüs edilmiştir.

Çok şükür komünist rejimler yıkıldı, oralardaki Müslüman kardeşlerimiz biraz rahata kavuştu. Türkiye’den birtakım idealist, gayretli Müslümanlar Romanya’ya, Bulgaristan’a, Makedonya’ya, Arnavutluk’a giderek din ve Kur’ân kursları açtılar, hiç olmazsa birkaç hoca yetiştirmek, birkaç kişiyi dindar yapmak için çalışmaya başladılar. Eskiden böyle hizmetlere komünist düzenler izin vermiyordu. Şimdiki Balkan rejimleri izin veriyor ama bu sefer de başka bir mâni çıkmış bulunuyor. Maalesef Türk otoriteleri, komşumuz ülkelere dinî hizmetler için giden Müslümanlara göz açtırmıyor. Diplomatlarımız, oralardaki Türkiye temsilcileri mahallî hükümetler nezdinde girişimlerde bulunarak din hizmeti yapan Türkiyeli Müslümanların sınır dışı edilmesini istiyor, hizmet tekerleklerine çomak sokuyor. Ne kadar acıklı, ibretli, üzücü, kahredici bir manzara…

Balkan ülkelerinden birine Türkiye’den genç bir hoca gelmiş. Kolları sıvamış, hiçbir siyasî ve ideolojik tarafı olmayan dinî ve imanî faaliyetlere, hizmetlere başlamış. Kendisini ve hizmetlerini de gizlemeye lüzum görmemiş. Mahallî bir gazetede yazılar bile yazmış. Sonunda, Ankara rejiminin oradaki mümessilleri uyanmışlar, hükümet nezdinde ağır baskılar yapmışlar, tehditler savurmuşlar ve hocayı hudut dışı ettirmişler. Yazıklar olsun!

Komşularımız içinde Romanya Türkiye’ye, kendi bünyesi içindeki Müslümanlara iyi gözle bakan bir siyaset güdüyor. O ülke ile aramızda Bulgaristan ve Yunanistan ile olduğu gibi pürüzlü meseleler, düşmanlık, rikabet olmamıştır. İşte bu iyi niyetli Romanya’nın devlet başkanı, İslâm ülkelerine yaptığı seyahatlerde, yanında Romanya müftüsünü de sarığı ve cüppesi ile götürüyormuş. Akıllıca ve örnek bir siyaset.

Gelelim Pakistanlı Müslümanların bir Balkan ülkesinde yaptıkları hizmetten, Türkiye Müslümanlarının almaları gereken derslere. Bakınız, çok uzak bir diyardan gelerek ve hiçbir maddî menfaat talep etmeyerek İslâm için çalışıyorlar. Allah’ın izni ile de, küçük bir şehirde yaşları yirmi ile otuz arasındaki otuz Müslümanı namaza başlatmışlardır.

Türkiye’mizde de gençler arasında dinî tatbikat zayıftır. Camilerde çok az genç görüyorum. Ülkemizin sosyal, kültürel, hukukî, siyasî yapısına uygun çareler, çözümler bularak, uygun metodlar geliştirerek hizmet görecek kimseleri özel kurslarda yetiştirerek bizim de ülke çapında dindarlık faaliyetlerine girişmemiz gerekir. Bu hizmetler esnasında çok ufak da olsa hiçbir menfaat kabul edilmemelidir. “Hem dinim için çalışırım, hem de kesemi doldurur, para ve menfaat devşiririm…” Bu zihniyet ihlâsa, istikamete, ahlâka aykırıdır. Dinî hizmet ve faaliyetler parasız, menfaatsiz yapılmalıdır. Müftülük, imamlık, vaizlik maaş alınarak yapılıyor. Buna bir şey demiyorum. Lâkin tebliğ, irşad, dâvet faaliyet ve hizmetleri menfaatsiz görülmelidir.

Dolaştığım köy camilerinde cemaat içinde çok az genç görüyorum. Gençlerin dindarlıktan uzaklaşmaları ülke için büyük bir felâkettir. Din ahlâkın, bütün faziletlerin, sağlıklı bir hayatın kaynağıdır. Gençlere, onların anlayacağı şekilde İslâm, iman, Kur’ân, Şeriat, dindarlık anlatılmalıdır. Bu maksatla çok iyi hazırlanmış çeşit çeşit broşürler çıkartılmalıdır. İyi yetişmiş, olgun, metod bilen, kurs görmüş, icazetli ve ehliyetli elemanlar köyleri, şehirleri, mahalleleri, semtleri dolaşmalıdır.

Kabak gibi dinî faaliyet yapılmaz. İyi yetişmemiş ham insanlar hayır yapayım derken şerre sebebiyet verirler. Bu hususu da hiç bir vakit hatırdan çıkartmamak gerekir.

İslâm’a ve dindar Müslümanlara düşman olan gizli, esrarlı, zâlim güçler böyle çalışmalardan, hizmetlerden memnun kalmayacaklar ve hukuk dışı yollarla bunları engellemeye çalışacaklardır. Allah için, Kur’ân için, din için çalışanlara zulm edeceklerdir. İslâm böyle gelmiş, böyle gidiyor. Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) ne büyük sıkıntılar ve eziyetler çekti. Taif halkını İslâm’a ve imana dâvet için, yanında hizmetine bakan biriyle birlikte o şehre gitmiş, birtakım serseriler ve cahiller tarafından taşlanmış, mübarek ayaklarından akan kanlarla ayakkabıları dolmuştu. O yine beddua etmemiş, “Yâ Rabbi, kavmim cahildir, onları bağışla ve kendilerine hidayet ver” mealinde dua etmişti.

Yüksek şehir kültürüne sahip, okumuş, kültürlü, tecrübeli, birikimli medenî Müslümanlar Türkiye’nin yeniden İslâmlaşması konusunda müzakereler yapmalı, ehliyetli kimselere raporlar hazırlatmalı, faaliyete geçmelidir. Hadîs-i şerifi unutmayalım. Peygamber Efendimiz (Salât ve selâm olsun O’na), “Allah’ın bir kulunu, senin vasıtanla hidayete kavuşturması, senin için üzerine güneşin doğduğu ve battığı bütün şeylere sahip olmaktan daha hayırlıdır” buyurmuşlardır. 19 Ekim 2000