Bir Çözüm Teklifi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Salonun kapısına kadar başı örtülü olarak gelir. Kapıdan içeriye girerken başörtüsünü omuzlarına indirir ama saçları yine görünmez, çünkü asıl saçlarının üzerinde gayet ince bir peruk vardır, o görülür sadece. Yeminini böylece yapar ve salondan çıkar, başını yine örter.
Peki genel kurul salonuna her girişinde böyle mi yapacaktır? Bu hususta kesin bir şey diyemem. Lakin bugünkü ciddî krizi aşmak için yukarıdaki teklifi ileriye sürüyorum.
İpi, kopuncaya kadar gerdirmek faydalı olmaz. Salonun kapısına kadar gelmiş olmak büyük bir zafer ve başarıdır. Ric’at, bozgun ve mağlubiyet değildir. Son zafer inananlarındır.
Bütün bu olup bitenler islâmî kesimin yıllarca yanlış yapmasından kaynaklanmaktadır. Size bir şey anlatayım:
Sanırım 1979’daydı, Galatasaray Lisesi’nde yıl sonu mezuniyet töreni yapılmakta, bitiren öğrencilere diplomaları verilmekteydi. Liseyi bitiren ve diplomalarını alan kızların içinde beş tanesi tesettürlüydü. Başlarını sımsıkı örtmüşlerdi. Hattâ diplomalarını alırken müdür beyin ve muavinlerin ellerini sıkmamışlardı.
O zaman bunu kimse yadırgamamıştı. Olabilirdi, Müslüman bir ülkede başını örten liseli genç kızların mevcudiyeti tabiî görülüyordu.
Sonra her geçen yıl biraz daha kamplaşma oldu; dinî bir örtünme şekli olan başörtüsü hem İslâmcı, hem de laik kesim tarafından çarpıtıldı ve iş bu raddeye geldi.
Merhum Turgut bey sağ olsaydı bir orta yol bulurdu.
Merve hanım bu satırları okursa, teklifimi iyice düşünmesini tavsiye ederim. Kendisi şehir kültürüne sahip bir hanımdır. İstişare de ediyormuş. İstişare arkadaşlarla, eş dostla olmaz. Hadîste “El-müsteşârü mu’temen” buyuruluyor. Yâni danışılacak kişiler ehliyetli, liyakatli, güvenilir, ihtisaslı, birikimli olmalıdır.
Müslümanlar!.. Hâlâ uyanıp kendinize gelmeyecek misiniz? O halde yeni belâlara ve musibetlere hazır olunuz. Kur’anın, Sünnet’in, Şeriat’ın, hikmetin, Selef-i Sâlihînin yolunu bıraktınız; birtakım sahte kurtarıcıların, sahte mehdilerin, sahte mücâhidlerin, sahte şeyhlerin, sahte müncilerin peşlerine düştünüz. Hani onlar sizi kurtaracaktı? Kurtulmak bir yana, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldunuz. Lakin hâlâ akıllanmadınız.
Kurtulmak için verdiğiniz akçeler ne oldu? Nice din baronunu Karun gibi zengin ettiniz. Kurtarıcılarınızın bir elleri yağda, bir elleri balda. Saraylarda oturuyorlar, en pahalı dabbelerde keyif çatıyorlar. Sofralarında bir kuş sütü eksik. Çoluk çocukları bile milyarlar içinde yüzüyor. Korkarım dâva diye diye toplanan trilyonlar deve oldu. Siz hâlâ uyuyorsunuz.
Hani hocalarınızdan birine esintiler geliyordu. Bu gelenler sahiden ilahî ilhamlar mı, yoksa şeytanî vesveseler miydi?
Sizi müsbet şekilde tenkit edenlere, uyaranlara, faydalı ikazlarda bulunanlara, hayırlı ihtarlar yapanlara kızıp köpürüyor; onları ağır şekilde suçluyordunuz. Sonunda kim haklı çıktı? Onlar mı, siz mi?
Bizim takım şöyledir böyledir diyordunuz. Ne oldu sizin takıma böyle?
Bazıları hâlâ yalana, demagojiye, safsataya devam ediyor. Daha ne zamana kadar sürecek bunlar? İlânihâye devam eder mi sanıyorlar?
Allah’a, Peygamber’e, Kur’ana, Sünnet’e, Şeriat’a, dine imana saldırıldığı, hakaret edildiği vakit seslerini çıkartmayan, tepki göstermeyen cemaat hooliganları, hazret fanatikleri! Siz bu kafada giderseniz daha çok rezillik ve rüsvaylığa mâruz kalırsınız.
Kendi hocaları tenkit edilince havalara çıkan, ateşler püsküren, küplere binenler, hâlâ kendinize gelmeyecek misiniz?
Mehdi taslaklarının, ucuz kahramanların, sahte kurtarıcıların peşlerine düşenlerin âkibeti hayr olmaz. İşte manzara meydanda.
Zamanımızda korkunç bir futbol hastalığı hüküm sürüyor. Futbol yolunda her yıl katrilyonlar harcanıyor. Dışarıdan satın alınan güçlü futbolculara trilyonlarca liralık transfer parası ödeniyor. Milyonlarca insan deliler gibi maç seyrediyor. Günlük futbol gazeteleri çıkartılıyor. Futbol yüzünden insanlar birbirini öldürebiliyor.
Peki bu futbol merakının, hastalığının, tutkusunun; bu yolda harcanan trilyonların, bunca gürültü ve patırtının bu ülkeye, bu devlete, bu millete ne faydası oluyor? Siyasî, iktisadî, endüstriyel, ticarî, kültürel herhangi bir yararı dokunuyor mu bunca tantananın? Maalesef futbolun hiçbir faydası yoktur. Bir hastalıktır, bir eğlenmedir, bir tutkudur, bir hayuhuydur, o kadar.
Bu devirde bazı kimselerin yaptığı siyasî hizmet ve faaliyetler de bu futbol hastalığı gibi faydasız şeylerdir. Böyle siyasî faaliyetlerin ne memlekete, ne devlete, ne de millete bir faydası dokunur. Futbol hastaları gibi siyaset hastaları da vardır. Futbolcular sabahtan akşama kadar futbolu konuşur, siyaset hastaları da siyaset konuşur. Neticesi yoktur, lâf u güzaftan ibarettir.
Peki sen siyasete karşı mısın? Hayır. Siyaset bir ilimdir, bir ihtisastır, gerekli bir şeydir ama kuralı vardır. Oyun bu kurala göre oynanırsa ülkeye, halka, devlete yararlı olunabilir.
Bir kere köylü, kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kafasıyla vasıflı siyaset olmaz. Siyaset kalite ister. Siyaset akıl, iz’an, vicdan, mantık, hikmet, geniş bir kültür, ahlâk, fazilet, samimî bir vatanseverlik, ruh soyluluğu gerektirir. Bunlar olmazsa siyasetçi ya âciz ve zavallı kalır, yahut canavar kesilir.
Türkiye bugünkü bataklık içinde niçin çırpınıp duruor? Kaliteli politikacı olmadığı için. Hiç mi yok? Elbette bir miktar vardır ama yeterli değildir. İstisnalar kaideyi bozmaz.
Milyonlarca futbol hastası bağırıyor, çağırıyor, çenesini yoruyor, parasını harcıyor; az sayıda açıkgöz de bu milyonların sırtından zengin oluyor, ün ve alkış topluyor, gönüllerde taht kuruyor. Siyaset sahasında da aynen buna benzer bir durum vardır.
Çağımızın kaliteli bir politikacısının ismini vereyim. Güney Afrika Cumhuriyeti başkanı Mandela. Bu adam dâvası uğrunda tam yirmi sekiz sene feci şartlar altında zindanda yatmış, kan kusmuştur. Sonra zindandan çıkmış, mücadelesine devam etmiş, ülkesine başkan olmuş ve o ceberrut ırkçı rejimi değiştirmiştir.
İşte kaliteli politikacı böyle olur.
Kaliteli politikacı, politik hizmetler yaparken birtakım haram rantlar yemez, şâibeli servetler edinmez, hak bellediği yolda dosdoğru yürür.
Hem bu düzen kötüdür diyecek, hem de kötü düzen dediği sistemin rantlarını, menfaatlerini, kemiklerini devşirecek. Böyle politika olur mu? Neyse sözü uzatmayalım, mesele kalite meselesidir. 07 Mayıs 1999