Bir Eğitim Fâciası
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
CumartesiİSTANBUL’daki üniversitelerimizin birinin, Türk dili ve edebiyatı ile ilgili şubesinde ilk ders yapılmış ve bir facia yaşanmış, öğretim görevlisi, öğrencilere sormuş, “İçinizde şâir ve devlet adamı Koca Ragıb Paşa’yı bilen var mı? Ondan bir mısra veya beyit okuyabilir mi?” Yüz kişilik sınıftan çıt çıkmamış… Hoca ikinci sorusunu yöneltmiş, “İçinizde Ziya Paşa’dan ezbere bir beyit okuyabilecek varsa çıksın…” Bu soru da cevapsız kalmış. Evet ileride Türkçe ve edebiyat öğretmeni olarak yetişecek bu yüz gençten hiçbiri Koca Ragıb Paşa’yı tanımıyor, hiçbiri Ziya Paşa’dan bir beyit okuyamıyormuş.
Bizdeki eğitim sisteminin iflâs etmiş, batmış, bitmiş olduğuna şu anlattığım faciadan daha büyük delil olabilir mi? Evet bu bir faciadır. Facialar çeşit çeşittir. Edebîsi, kültüreli, sosyali, sanatı ilgilendireni de olur.
Her tarafı okulla doldurduk, devlet bütçesinden eğitim işlerine muazzam meblağlar harcıyoruz ama bizdeki millî eğitim çoktan sıfırı tüketmiştir. Hem, başına millî yazmakla bir eğitim sistemi millî olmaz.
Medeniyetin, eğitimin, kültürün, insanlığın, kimliğin, kişiliğin, tefekkürün temeli edebî-yazılı dildir. Konuşma dili değil.
Zengin edebî-yazılı Türkçe elden gidince bütün müesseseler yıkılmaya, çökmeye başlar. Millet sürü haline gelir.
Devlet, millet, ülke olarak Türkiye’nin sinsi düşmanları yıllardan beri lisanımızı tahrip edip durdular. Tımarhâne delilerinin bile yapmayacağı işler ettiler. Okulları, üniversiteleri resmî ideoloji heyûlâsının fideliği haline getirmek için çalıştılar. Halk, gençlik, aydınlar faza düşünemesinler diye eski zengin, medenî Türkçeyi unutturdular, onun yerine bütün kelime ve terimleri yirmi bini bulmayan uyduruk, düzmece, zekâ özürlüler seviyesinde bir arı ve duru Öztürkçe geliştirdiler. Bugünkü Fince’de iki yüz bin kelime var. Öztürkçenin yirmi bin kelimesiyle medeniyet, kültür, ilim, irfan, sanat olur mu? Elbette olmaz.
Memlekete teknokrat ve mühendis yetiştireceğiz diye liselerdeki lisan ve edebiyat derslerini sabote ettiler. Sözde aydın olarak yetişen genç Türkler, edebiyatlarının en büyük şairi olan Fuzulî’yi okuyamaz, anlayamaz, şiirlerinden zevk ve haz alamaz duruma düştü.
Bırakın edebî-yazılı zengin Türkçeyi, birkaç yüz kelimeden ibaret konuşma ve sokak Türkçesini bile dejenere ettiler. Halk o hale geldi ki, duygularını ve düşüncelerini ifade edebilmek için ünlemler, iniltiler, homurtular kullanmaya başladı. Aha oha, yuh be, amma da kral, ıslıklar, alkışlar, tepinmeler…
İyi bir anayasa yapılırsa memleket kurtulurmuş… Böyle inanan ve ümit edenlerin aklına şaşarım. Resmî ideoloji gitmeden, ülkede çağ seviyesinde bir eğitim sistemi kurulmadan, millî kimliğe ve evrensel değerlere uygun yeni nesiller yetiştirilmeden bizim kurtulmamıza imkân ve ihtimal yoktur.
Bugünkü çarpık ve yamuk eğitim sistemi Türkiye’nin beynini dumura uğratmıştır. Türkiye’nin öncelikle beyine ihtiyacı vardır.
Beyinsizler ve beyinsizlikleriniz yüzünden ülkemiz, devletimiz, halkımız ne hallere düştü.
Yazılı-edebî zengin Türkçe nasıl dejenere edildi, bir kabile dili haline getirildi? Türkiye’nin eğitimi nasıl çökertildi? Sabırlı araştırıcıların bu konular üzerinde ilmî çalışmalar yapması, bilgi ve belge toplaması, fikir yürütmesi ve ortaya büyük ve ciddî tedkikler, çareler, çözümler koyması lazımdır.
Türkiye kurtulacaksa, yücelecekse bu kurtuuş ve yücelme öncelikle yazılı-edebî lisanla ve vasıflı bir eğitimle olacaktır.
Eğitim demek betonarme mektep binaları, öğretmen orduları demek değildir. Eğitim çağ seviyesinde ve millî kimliğe ve kültüre âşina aydınlar, seçkinler yetiştirebiliyorsa eğitimdir.
Bir millet, atalarının bin yıl kullanmış olduğu bir yazıyı, o yazı ile kaleme alınmış yazma ve baskı kitapları, tarihî vesikaları, mimarî anıtların kapıları üzerindeki kitabeleri, ecdadının mezar taşlarını okuyamıyorsa o millet hafızasını yitirmiş, hapı yutmuş demektir. Japonya’da Japon yazısı yasaklanırsa ne olur? O ülke bu yasak sayesinde ilerler mi, batar mı?
Liselerimize tezelden Osmanlıca dersleri konulmalıdır.
Liselerimizde, fen şubeleri dahil olmak üzere zengin yazılı-edebî Türk lisanı ve edebiyatı okutulmalıdır.
Müslüman kesim camilere en pahalı ve en modern hoparlör tertibatı koymak, kalorifer yaptırmak, yazın soğutma ve yel makinaları taktırmak, mabetlerimizi ışıldak, fırıldak, zırıldaklarla donatmak, mermerlere altın suyu sürdürmek, çok çirkin ve ahenksiz uzun ve bol şerefeli minareler yaptırmak gibi fuzulî ve gülünç işleri bıraksın da eğitim işlerine yönelsin. İslâm hoparlörle, kaloriferle, yaldızla, minareyle, şerefe ile yükselmez, güçlenmez, yayılmaz. Müslümanlar yaşamak, var olmak, yücelmek istiyorlarsa ilme, irfana, kültüre, eğitime, sanata, hünere, marifete sarılmalıdır.
Betonarme binalar ve talebe yurtları yaptırıp da bunları düzene teslim etmek de akıl kârı değildi. Elli yıl bu ahmakça siyasetle vakit öldürdük, enerji yitirdik. Bu düzen imanlı öğrenci yetiştirmek istemiyor, bu düzen dindar istemiyor, bu düzen musalli Müslüman istemiyor, düzencilerin istediği musalli Müslümanlar değil, musallâ Müslümanlarıdır.
Parası, maddî imkânı olmayanlara bir şey demiyorum ama, zengin Müslümanlar lise çağındaki çocuklarını İngiltere’de, İsviçre’de, başka ileri ve medenî ülkelerde okutmalıdır. Meselâ İngiltere’deki Yusuf İslâm kolejine grup halinde öğrenci gönderilmeli, Türkçe ve edebiyat dersleri için yanlarına ehliyetli bir Müslüman öğretmen katmalı ve çocuklarını çağdaş kültür seviyesinde ve islâmî kimliğe bağlı olarak orada okutmalıdır. Bizdeki düzenciler onların diplomalarını kabul etmeyebilirmiş. Bunun önemi yoktur. Bugünkü durum hep böyle gitmez.
Türkiyeli Müslümanlar şu anda en az bin zeki ve idealist kızı dış ülkelerde, özel yurtlarda hocahanımların kontrolü altında okutmalıydılar. Başka çaremiz yoktur. Hazret-i Musa’nın Mısır’da Firavun’un sarayında yetişmiş olduğuna dair kıssalardan ibret ve ders alalım.
Gafleti bırakalım. Yeterli sayıda güçlü aydın, uzman ve seçkin yetiştiremezsek hep böyle zillet içinde yaşayacağız ve günün birinde kimliğimizi yitirip tarihe karışacağız.
Cemaatler, tarikatlar, hizipler, fırkalar, gruplar robot ve zombi yetiştirmekten vaz geçsinler. Cemaat ve tarikatlar kendilerine intisap eden gençleri ve halkı bilgi, aksiyon (ahlâk) ve estetik sahasında yetiştirmekle mükelleftir. “Efendi hazretlerine intisap ettin ve kurtulmuş oldun…” Bunlar boş felsefelerdir ve İslâm’ın ruhuna uygun değildir. Müslümanın yetişmesi için eğitim görmesi, yetiştirilmesi, çile çekmesi gerekir. Eski tekkeler ve tarikatlar böyle adam yetiştiriyordu.
Aydın Müslümanlar kendi edebî, tarihî sanatla ilgili kültürlerini çok iyi bilmekle mükelleftir.
Din sömürücüleri, din baronları, mukaddesat bezirgânları Müslümanları yetiştirmek için değil, onları aldatıp soymak için çalışıp çabalıyor. Eğitim, kültür, lisan, tarih, sanat işleri onların umurunda bile değildir.
İhlâslı, istikametli, idealist, samimî, faziletli Müslüman aydınlar, davransanıza, harekete geçsenize!.. Üzerinize ölü toprağı mı serpildi? 29 Ekim 2000