Beni iyi dinle, bu açık mektubumu tekrar tekrar oku. Yanılıyorsam aldırma, önem verme. Doğru söylüyorsam kendini toparla. Çünkü şu yazdıklarım doğruysa durumun çok kötü demektir. Ayağını denk al, halini islah et, ebedî saadetini tehlikeye atma.

Yaptıklarına bakıyorum da sen:

– Lüks ve konforlu meskenleri,

– O meskenlerdeki lüks ve pahalı eşyayı, mefruşatı, dekorasyonu,

– Lüks, pahalı, gösterişli otomobilleri,

– Altını gümüşü, doları markı,

– Pahalı, lüks, gösterişli elbiseleri, giyim kuşam eşyasını,

– Gösterişe ve israfa yönelik aşırı tüketimi,

– En pahalısından televizyonları, buzdolaplarını, çamaşır makinalarını, bulaşık makinalarını, klima cihazlarını,

– Pahalı ve lüks lokantalarda yenilen yemekleri,

– Çoluk çocuğunu,

– Mal ve mülk sahibi olmayı,

– Riyâseti, şöhreti, halkın alkışını ve övgülerini,

– Şu fânî dünyanın aldatıcı kuruntularını, âlâyişini, tantanasını, ihtişamını

Allah’tan, Resûlünden, Kur’andan, Sünnetten, Şeriat ahkâmından, fıkıhtan, ilimden, faziletten, hikmetten, takvadan, ibâdetten, zühdden, salahtan daha fazla seviyorsun. Bilmiş ol ki, Allah’tan. Resûlünden ve sevilmesi, bağlanılması gereken şeylerden başkasına olan bu sevgiler seni kurtarmayacak, aksine mahvına, felâketine, ebedî hüsranına sebep olacaktır.

Sen hem mü’min ve müslim geçiniyor, hem de kâfirler, fâsıklar, zâlimler, gafiller gibi dünyaya, fânî ve aldatıcı şeylere bağlanıyorsun.

Ya hiç ibâdet etmiyorsun, yahut bir alışkanlık ve gelenek olarak sırf kalıbınla ibâdet ediyor, kalbinle edemiyorsun. Bazen doğru sözler söylüyorsun, lakin onlar boğazından aşağı inip de kalbinde yer edemiyor.

Böyle Müslümanlık olmaz. Kendine ve dünyaya tapan insan nasıl gerçek muvahhid olabilir?

Allah’a doğru dürüst kulluk edemiyorsun ama birtakım din baronlarına bende olmuşsun.

Peygambere saldırılınca tepki göstermiyor, ses çıkartmıyorsun, kendi baronuna bir fiske vurulunca kızılca kıyamet kopartıyorsun.

İslâmcılık, dindarlık taslıyorsun ama eline fırsat geçince birtakım haram avantaları, gayr-i meşru gelirleri hortumlamakta hiç tereddüt etmiyorsun.

Seni sokakta gören birinin, Müslüman olduğunu anlaması için keşif ve kerâmet sahibi olması gerekir. Surat sinekkaydı traşlı, bıyık duglas, kravat yular gibi, elbiseler en son moda ve en lüksünden, ayakkabıların en pahalısından, başın açık. Bu ne biçim dindarlık ve İslâmcılıktır?

İslâm düşmanlarıyla pek sıkıfıkısın. Senin meşrebine mensup olmayan, senin tercihlerini kabul etmeyen mü’min kardeşlerine ise kuduz bir kin ve düşmanlık besliyorsun.

Daha yazılacak çok şey var, bugünlük bu kadarla yetiniyorum. Otur kendi muhasebeni yap. Sözlerini ve fiillerini Kitaba, Sünnete uydurmaya çalış. Kalbine Allah, Peygamber, Şeriat sevgisini koy. Öteki sevgileri at.

İki Mektup

Hasan Mısır beyin e-maili gönderdiği mektuptur:

“Yazılarınızı büyük bir dikkatle takip eden ve nasihatlarınıza kulak veren bir okuyucunuzum. İslâmî kesimin varlıklılarının son yıllarda büyük bir gafletin içine düşmüş, lüks ve israf denizine batmış oldukları görüşünüze aynen katılıyorum. Bu gibi hassas konulardaki uyarıcı mahiyetteki yazılarınızın ilgili Müslümanların gaflet uykusundan uyanmalarına vesile olmasını temenni ediyorum.”

Adnan Osmanoğlu bey Almanya’dan şu e-maili göndermiş:

“Yazılarınızı Millî Gazete elime geçtikçe okurum. Acaba bugün hangi cemaat şeyhine takılmış derim. Eğer siz o duygularınızda samimî ve ihlaslı iseniz siz de faaliyete başlayın, bakalım size kaç kişi uyacaktır, görün. Bu iş ona buna akıl vermekle değil, gece gündüz çile çekmekle olur. Sizin her yazınızda bahsettiğiniz, milletin parasını toplayıp israf eden cemaat liderleri, şeyhler var ya, siz onlar kadar olup da etrafınıza adam toplayamıyorsanız, ya samimî değilsiniz, ya da ilminiz yok. İki halde de insanlara akıl vermeyin. Yani ya yapın, yahut benim okurken “Şu adamdaki kıskançlığa bak, ölecek bir gün bu hastalıktan” dediğim saldırıları yapmayın. Cevabınızı da yazın. Almanya’dan selamlar.”

Cevap: Ben sade bir Müslümanım. Şeyh, lider, cemaat başkanı, baron değilim. Müslüman olmak bana yetiyor. Etrafıma adam toplamayı, bir cemaat meydana getirmeyi hiç düşünmem. Çünkü Ümmet-i Muhammed denilen, büyük ve zengin bir çeşitlilik arzeden, buna rağmen sarsılmaz bir birlik meydana getirmesi gereken hayırlı bir topluluğun mensubuyum. Rütbem, makamım, mevkiim, riyasetim yoktur. Doğru ve faydalı olduklarına inandığıma fikirlerimi, görüşlerimi, tenkitlerimi, uyarılarımı, teklif ve temennilerimi, aklıma gelen çare ve çözümleri yazıyorum. Başka hiçbir iddiam yoktur. Selamınıza teşekkür ederim, bilmukabele ben de selamımı sunarım.

Durum

Durum çok bozuktur. Batacak diyoruz. Batacak değil, batmıştır bile. Henüz dibe vurmamıştır. Siz, dibe vurduğu zaman gümbürtüyü seyrediniz. Uzun yıllar boyunca süren zulüm, isyan, tuğyan, gaflet, dalâlet, hıyânet cezasız mı kalacak sanıyorsunuz?

Allah “Zerre kadar kötülük cezasız kalmaz” buyuruyor. Tevbe edenlerin günahları affedilir. Lakin tevbe edeceklerine büsbütün azanların, kuduranlar, Arş’a hırlayanların, Allah’a ve Resûlüne savaş ilân edenlerin affedilmeleri, cezasız kalmaları mümkün müdür?

Zâlimler ne kadar suçluysa, o zâlimlere karşı nehy-i münker yapmayan, bütün meşru yollarla onları engellemeye çalışmayan mıymıntı, hâin, korkak Müslümanlar da vebal altındadır.

İnsanların iradelerini aşan musibetler vardır. Bir zelzele gelir, ne zulüm kalır, ne zâlim. Bir savaş çıkar, zâlimlerle birlikte onlara engel olmaya çalışmayan haklılar da cezalarını çeker.

“Öyle bir musibetten ve felâketten korkunuz ki, o içinizden sadece kötü olanlara gelmez.”

Genel bir çöküntü olursa, enkazın altında hem kötüler, hem de iyiler kalır.

Allah’a sığınacaklarına, O’na dayanacaklarına zâlimlere şirin görünmeye çalışan, onlara yağ çeken beyinsizler bilsinler ki, bu yağcılıkları, bu dalkavuklukları kendilerini kurtarmayacaktır. 05 Ekim 1998 Pazartesi