BİR MÜSLÜMANIN DOSTLARA AÇIK MEKTUBU
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 20 Aralık 1991
Rusçaya çevirilip dağıtılmak üzere geçen yıl yazdığım yazıdır.
Çağımızın ünlü Fransız düşünürü Malraux, bundan yıllarca önce şu kehânette bulunmuştu: “Yirmi birincı asır dini bir asır olacaktır yahut (mevcut) olmayacaktır.” O, bu görüşü ileriyi sürdüğünde, dünya bir ideoloji çağını yaşıyordu. Doğu ile Batı, kollektivizm ile liberalizm-kapitalizm arasında şiddetli bir rekabet ve soğuk savaş hüküm sürmekteydi. Sanılıyordu ki Batı için tek alternatif komünizm; Doğu için tek alternatif liberalizmdir. Malraux’nun çağdaşı aydınlar, onun yukarıda zikrettiğimiz kehânetini eksantriklik, şâirâne bir mübalâğa olarak kabul etmişler, üzerinde fazla durmamışlardı.
Nihayet 1990’lara geldik. Dünyada büyük ve inanılmaz değişiklikler oldu. Birtakım ideolojiler iflâs etti, bazı sistemler ihtiyaca cevap veremez hale geldi. İnsanlığın karşısında yeni alternatifler belirdi. Dinler birer güç olarak karşımıza çıktı.
Stalin, Vatican devletçiliği hakkında alaylı bir soru sormuştu: “Bu Vatican dediğiniz devlet kaç tümen asker çıkarır acaba?” Zaman onun bu alaylı küçümsemesini suratına vurdu. Papalığın tümenleri yoktu ama başka güçlere sahipti. O güçlerledir ki Polonya’da büyük değişiklikler olmuş; bunlar o ülkenin sınırlarını da aşarak bütün Doğu Avrupa ülkelerinde halen şâhidi olmakta bulunduğumuz inkılâplara sebebiyet vermiştir.
Evet, Dünya hızla bir din ve mâneviyat çağına girmektedir. Materyalizm, ateizm, inkârcılık her yerde gerilemektedir. Yirmi birinci asır ya dinî bir yüzyıl olacak, yahut da hiç olmayacaktır.
Din diyoruz ama realitede tek bir din yok, birçok dinler var. Hıristiyanlık (Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık ve bir sürü mezheb ve fırkasıyla), Müslümanlık, Budizm, Hinduizm, Musevîlik… Çağlar boyunca bu büyük dinler birbirleriyle savaşmışlar, yeryüzünde kendi barışlarını kurmak, kendi hükümlerini yürütmek için kıyasıya mücadele etmişlerdir. Gelecekte de böyle olacaksa, beklenen din çağının hayli fırtınalara sahne olacağı, hayli sarsıntılar geçirileceği şüphesizdir.
Mevcut dinler içinde, en genci olan İslâm’ın büyük dinamizmine ve şahlanışına şâhit olmaktayız. Bu yeniden diriliş hareketi sadece, öteden beri Müslüman olan ülkelerde görülmekle kalmıyor, İslâmî bir mâziye ve geleneğe sahip olmayan bazı Hıristiyan-Batı ülkelerinde de müşâhade olunuyor. Meselâ, şu anda Fransa’da ülkeye kaçak girenler de sayıya dahil edilirse 5 milyona yakın Müslüman nüfus yaşıyor, işin ilginç tarafı. 250 bin hakiki Fransız’ın da İslâmiyet’i din olarak seçmeleridir. Sabık marksist düşünür Roger Garaudy, ünlü koregraf Maurice Bejart ve daha birçok gazeteci, fikir adamı, profesör, entellektüel ve seçkin şahsiyet İslâm’ı din olarak kabul etmişlerdir.
Acaba İslâm’ın bu dinamizminin sebepleri nelerdir? Fransa bakanlarından Chévenement’a “Yirmibirinci asrın başında Fransa bir İslâm-Akdenız ülkesi olacaktır” dedirten gelişmenin içyüzü nedir?
Hiç şüphe yoktur ki, Musevîlik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet üç akraba dindir. Üçünün temeli de Peygamber İbrahim’in monoteist inanç geleneğine dayanmaktadır. Yalnız, tarihin ârızaları sebebiyle arada bazı kopukluklar, anlaşmazlıklar olmuştur.
Hazret-i İsa gelince yahudiler onun Hak Haberci olduğunu inkâr etmişler ve İlâhi mesajın bir kısmını kabul etmemekte direnmişlerdir.
Yahudiler’in Hazret-i İsa’ya karşı olumsuz tutumlarının aynısı, Hıristiyanlar tarafından Hazret-i Muhammed’e karşı olmuştur. Bir Hıristiyan, yahudilerin bu inkârcı tutumu hakkında ne kadar üzüntü duyuyorsa, bir Müslüman da. Hıristiyanların tutumuna o derece üzülmektedir.
Monoteist gelenekte inkârcı olmayanlar ancak Müslümanlardır. Onlar, Allah’ın insanlara göndermiş olduğu bütün Peygamberleri -hiçbir eksiksiz ve aralarında hiçbir ayırım yapmaksızın- tasdik ederler. Bâkir ve temiz Meryem Annemizden -Allah’ın emriyle babasız doğan İsa onların sevmeğe, saygı göstermeğe, iman etmeğe mecbur oldukları kutsal bir şahsiyettir. Hazret-i İsa’ya iman etmeyen bir kimse Müslüman sayılamaz. Allah Âdem babamızı nasıl annesiz ve babasız yaratmışsa: İsa’yı da babasız olarak yaratmıştır.
Tarihin ışığı altında, önümüzde iki İsa kişiliği vardır. Biri, Hıristiyan geleneğinin mitolojik İsa’sı, diğeri, tarihin gerçek İsa’sı. Biz Müslümanlar, bu gerçek İsa’ya inanır, onu severiz.
Kutsal Kitap Kur’ân “Kitap Ehli” olarak vasıflandırdığı Hıristiyanlara şu çağrıyı yapmaktadır: “Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda anlamı eşit bir kelimeye geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım…” (Âl-i İmran, 64)
Başlangıcından bugüne kadar, Allah’ın insanlara Peygamberler vasıtasıyle tâlim ettiği din, temel hükümleriyle hep aynı dindir. Bunun esasları da: Allah’ın varlığına, birliğine, kendisinden başka tanrı olmadığına, kemal sıfatlarla sıfatlı, eksik sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmak. O’nun insanlara gönderdiği ilâhî habercilere (Peygamberlere), kutsal kitaplarına, öldükten sonra yeniden bizi dirilteceğine, bizi dünyadaki yaptıklarımızdan dolayı muhakeme edip mükâfatlandıracağına veya cezalandıracağına; Cennet’e ve Cehennem’e koyacağına; bu dünyanın geçici ve fâni olduğuna, âhirette ise ebedî kalınacağına iman etmektir.
Monoteist dinlerin mensupları arasındaki ihtilâflar, zamanla ilâhî mesajın içine hurâfelerin girmesi, otantik dinin tahrife uğraması yüzündendir.
İslâm kelimesinin mânâsı barış, selâmet, Allah’a teslimiyet demektir. İslâm bütün insanlığa, fıtrata uygun bir barış sistemi teklif etmektedir. Bu Batılıların terminolojisiyle bir “Pax İslâmica”dır.
Bugünkü Batı medeniyeti İlahî değil şeytanî bir medeniyet haline gelmiştir. Temelleri materyalizm, hedonizm ve makyavelizm olan bu medeniyet insanlığı kollektif bir intihara doğru sürüklemektedir. Bu gerçeği Toynbee, Jaspers, Guénon ve benzerleri yüzlerce filozof, mütefekkir haykırmaktadır. Beşer tarihinin kritik günlerini yaşadığımız şu çağda, insanlık yeni bir alternatife yönelmediği takdirde, belki de yeryüzünün ve insanlığın Kıyamet saati gelip çatacak, tanrısal sınırları çiğneyen madde ve kemmiyet medeniyeti kan ve ateş içinde insanlığın yok olmasına yol açacaktır.
Zamanımızda her şey ilerlemektedir. Zaten ilerleme, terakki kavramı bir put haline gelmiştir Evet herşey ilerliyor ama bir şey ilerlemiyor, hattâ geriliyor. O da hikmettir (bilgelik).
Eksik boyutlu bir medeniyetin kurbanıyız. Sevgi, barış, şefkat, merhamet, misafirperverlik, güçsüzü korumak, affetmek, kin tutmamak, egoist ve cimri olmamak gibi ahlakî kurallar unutulmuş, onların yerini materyalist, hedonist, makyavelist, ateist, egoist kavramlar almıştır. Sapık ideolojilerin rahipleri insanı sadece bir (homo economicus) olarak mütalaa ediyorlar. Onların yanlış ve sapık öğretileri sonunda, insan insanın kurdu olmuştur.
Şimdi bu kötü gidişe karşı tek kurtarıcı alternatif gerçek dindir, o da İslâm’dır.
Amâ-İslâm’ın önünde engeller yardır:
Bu engelleri aşıp da, İslâm’ı olduğu gibi gören, kalp gözü açık bir insanın onu kabul edeceğinde şüphe yoktur. İnsan kesin bir bilgiyle bilmelidir ki, o yaratılmıştır ve onun bir yaratıcısı vardır, insan için en büyük mesele Yaratıcısını tanımak, bilmek ve O’nun istediği gibi bir hayat sürmektir. Gelişimiz O’ndandır, dönüşümüz O’nadır.
Âhir zaman Peygamberi olan ve kendisinden sonra Peygamber gelmeyecek olan Hazret-i Muhammed hakkında, çeşitli fanatizmler dolayısiyle çok iftiralar ve yalanlar sarfedilmiş; bu büyük kurtarıcı birçok kimseye olduğundan başka bir kişilik altında tanıtılmıştır. Ama onun hayatı objektif olarak incelenirse, onun sadece insanlara değil, hayvanlara bile son derece şefkatli bir râhmet Peygamberi olduğu anlaşılacaktır. O. okuma ve yazma bilmediği, hiçbir okula gitmediği halde insanlığa büyük ve müjdeli bir haber getirmiş. Allah’ın iradesine dayalı bir medeniyet ve dünya görüşü sunmuştur. O, dünya mallarına ve zenginliğe asla tâlip olmamış; fakirlerle, ezilenlerle, güçsüzlerle beraber olmuştur. Yeryüzündeki kötülüklerle mücadelede savaşı en son çare olarak kullanmıştır. Onun getirdiği dünya nizamında Ehl-i Kitap olan musevîlere ve hıristiyanlara din ve vicdan hürriyeti sağlanmıştır. Onun yolundan giden Müslümanlar, üstünlük devirlerinde insanın yaratılışına uygun, insanî boyutlarda, sağlıklı bir medeniyet ve kültür kurmuşlardı. O, esirlerin durumunu iyileştirmiş ve tedric yoluyla köleliği kaldırmayı amaçlayan kurallar getirmiştir. O, kadınlara da büyük saygı kazandırmış, “Cennet annelerin ayaklan altındadır” vecizesini söylemiştir. Kendisi 25 yaşındayken, 40 yaşında bir hanımla evlenmiş ve 15 sene onunla tek eşli olarak yaşamıştır. Daha sonra, birden fazla hanımla evlenmesi siyasî ve insani sebeplere mebnidir. (Kabilelerle akrabalık kurmak, güçsüz ve dul kadınları himayesine almak için).
İslâm dünyası birçok sebeplerden dolayı geri kalmış ve geçen asrın ikinci yarısından itibaren Batılıların sömürü alanı olmuştur. Bu gerilemede iki ana faktör vardır: İslâmî prensiplerden ve uygulamadan ayrılmak; bir de Batılılar kadar öldürücü ve etkili silâhlar yapamamak. Topu ve tüfeği icad etmemiş olan Amerika yerlilerinin devlet ve medeniyetlerinin feci akıbetini tarih yazmaktadır!
Bu mektubu burada neticelendirirken, akıllı ve vicdanlı muhatablarımıza İslâm’ı değerlendirirken onu temsil edemeyen bazı Müslümanların uygulamalarına bakmaktansa doğrudan doğruya ana kaynaklardan, bilhassa büyük Müslüman mistiklerden öğrenmelerini tavsiye ediyoruz.
Allah’ı unutmanın sonu zarar ve felâkettir. Biz O nu unutsak bile O bizi unutmaz. Geliniz hep beraber. Musa’nın, İsa’nın ve Muhammed’in (Tanrının selâmı onların üzerine olsun!) yolunda birleşelim. Bu yol kurtuluş yoludur.
20.12.1991