Hayal edilmesi bile zor. Moskova’da Komünist Partisi’nin kapısına mühür vuruluyor, yayın organı olan Pravda gazetesi kapatılıyor, Leningrad’ın adı tekrar Petresburg’a çevriliyor, Lenin’in ve diğer bolşevik önderlerinin heykelleri sökülüp atılıyor, Marks’ın heykeli altındaki kaidedeki «Bütün dünya proleterleri birleşiniz!” yazısını karalanıp yerine «Bütün dünya proleterlerinden özür diliyorum!» diye yazılıyor. Büyük halk kitleleri sokaklarda eski Çarlık, bayrağıyla yürüyüşler yapıyorlar. İkinci Nikola’nın resimleri meydana çıkıyor. Birliğin Rus olmayan ülkeleri bağımsızlıklarını ilân ediyorlar. KGB dağıtılıyor. Dinî hayat tekrar canlanıyor. Kiliseler başları örtülü dindar Rus kadınlarıyla dolup taşıyor.

Buna paralel olarak da, eski uydu ülkelerde, Arnavutluk’ta, Moğolistan’da, sabık bütün komünist ülkelerde zincirler kırılıyor, fosil ideoloji kuralları çöpe atılıyor. Düşünebiliyor musunuz, Enver Hoca’nın heykelleri vinçlerle sökülüyor.

Lenin «Din halkın afyonudur” hezeyanını savurmuştu. Halbuki asıl afyon marksist-leninist ideoloji idi. Sadece Rusya’da bu ideoloji 32 milyon insanın kanına girmişti. Şimdi, afyonlanan halklar, o afyonu Marks’ların, Engles’lerin, Lenin’lerin tunç suratlarına kusuyorlar. Onların mezarlarına tükürüyorlar. Lenin’in mumyası Kızıl Meydan’daki anıt-kabrinden alınıp, Petresburg’taki (artık Leninkent değildir orası) annesinin mezarının yanına gömülecekmiş. Ama Petresburg belediyesi «olmaz, şehrimizde o adama yer yok” diyormuş.

Çin’deki rejim daha ne kadar devam eder? Küba, Kuzey Kore, Vietnam marksizme daha ne kadar tahammül edebilir? Yolun sonu görünmüştür. Modern tarihin bu en büyük Firavunluğu ve Nemrutluğu artık fosiller müzesindeki yerini almış bulunmaktadır. Birkaç mumya biraz daha dirense bile netice değişmez.

Türkiye’nin etrafında, bütün dünya sathında bu tarihî değişiklikler, bu evrensel devrim olurken, bizdeki birtakım ultra eski kafalılar, hâlâ üniversitelere türbanlı kızları sokmamak için diretiyorlar. Bu ne büyük gaflettir, bu ne azim bir çağdışılıktır.

Evet, Ankara Üniversitesi yönetim kurulu, başörtülü kız öğrencilerin üniversiteye giremeyeceklerine dair karar almış. Siyah cüppeliler ne demek istiyorlar acaba?

Bizi, tabiî ve ilahî hukuk kaideleri bağlamaz mı demek istiyorlar?

Evrensel İnsan Hakları Beyannâmesi’ndeki din, vicdan ve fikir hürriyeti Ankara Üniversitesinde geçerli değil midir mi demek istiyorlar?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bizim kampüsümüzde sökmez mi demek istiyorlar.

Helsinki Nihaî Senedi’nden bize ne mi diyorlar?

Fransa’da, bırakın üniversiteleri, hatta ortaokul ve liselerde bile Müslüman kızlar okullara, derslere başları örtülü olarak girebilirler ama Müslüman Türkiye’de asla giremezler mi, demek istiyorlar?

Evet Türkiye halkının çoğunluğu Müslümandır, fakat Ankara Üniversitesinde bu çoğunluğun prensipleri değil, masonluğun, anti-klerikalizmin, ateizmin ve Şeriat düşmanlığının borusu öter mi demek istiyorlar?

Evet eskinin bu ultra taraftarları ne demek istiyorlar?

Biz onlarla başörtüsü meselesinin dinî ve şer’î tarafını tartışacak değiliz. «Leküm diniküm ve liye dîn.»

Onlara, onların diliyle seslenmek istiyoruz. Hürriyet, demokrasi, insan hakları ve sâire deyip duruyorlar. Onlarla bu lisan vasıtasıyle konuşacağız.

Efendiler, bütün hür ve demokrat batı ülkelerinde esas olan laiklik değil, din ve vicdan hürriyetidir. Din ve vicdan hürriyeti evrensel bir kavram ve değerdir. Laiklik ise bir değer değil, bir «idee»dir ancak. Dünyanın en eski demokrasisi olan İngiltere laik değildir. Evrensel ve vazgeçilemez bir değer olan din ve vicdan hürriyetini çiğnemek için laiklik bahane olarak kullanılamaz.

Okul helasının kapısına suç mahiyetinde bir cümle yazdığı için polis tarafından nezarete alınan bir veledi kurtarmak için seferber olan solcu, ateist ve İslâm aleyhtarı aydınlar, başlarında eşarp olduğu için üniversiteye sokulmayan Müslüman öğrencileri niçin savunmuyorlar acaba?

Ankara Üniversitesi yönetim kurulunun kararı, küçük bir azınlığın ezici bir çoğunluğa tahakküme yeltenme cür’etini gösteren yeni bir delildir.

Geçmiş yıllarda birçok üniversite ve fakültede başları örtülü kızlar sınıf birincisi olmuşlardı. Bunlara yüksek tahsil yolunu kapatmamı uygarlıkla ne ilgisi olabilir?

Farklı olmak hürriyeti ve hakkı diye bir kavram vardır. Bir genç kız, başını bir eşarpla örtmek isterse, bunu önlemeğe kimin hakkı olabilir? Sokakta, meydanda, dükkânda, fabrikada, tarlada meşru olan bir giyim tarzı nasıl olur da üniversitede olamaz?

Kaldı ki, başörtüsü, eşarp, türban sadece Müslümanlara mahsus bir kıyafet olmayıp her ülkede, her dinin mensupları arasında, çağdaş modada görülen çok olağan ve tabiî bir kıyafettir.

Biz Ankara Üniversitesi yönetim kurulunun, insan hak ve hürriyetlerine aykırı kararını en kısa zamanda kaldırmasını beklemekteyiz.

Aksi takdirde, gerek ülke içinde, gerekse enternasyonal platformda bir protesto kampanyası açmak zorunda kalacağız. Bundan böyle Türkiye’de hiçbir kuvvet başörtüsü ile, Müslümanların giyim kuşamı ile uğraşamaz. Küçük fanatik bir azınlık, kaybedilmiş bir dâvânın avukatlığını yapmak için didiniyor. Biraz daha baş ağrıtacaklardır o kadar…

(Ankara Üniversitesi idarecilerine binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce adet postalanmak üzere matbu bir protesto dilekçesi hazırlamaktayım. Bitince bu sahifede yayınlayacağım. Arzu eden vatandaşlar fotokopisini çıkartıp altına sarih isim ve adres yazarak PTT ile göndermek suretiyle protesto ve tel’in kampanyasına katılabilirler «Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. » Hadîs-i şerif)

TESETTÜRE DÂİR

Tesettür (Kadınların İslâmî örtünmesi ve yabancı erkeklerden uzak durması) işinde önderliği Müslüman yüksek tabakanın, zengin ve dindar burjuva ailelerinin, tâbir câizse İslâmî aristokrasisinin üstlenmesi gerekir. Tesettür kampanyası Bağdad Caddesinden, Florya’dan. Ataköy’den, Etiler’den ve benzeri zengin muhitlerden çıkacak yüksek tahsilli, idealist güçlü İslâm hanımlarıyla başarılı bir şekilde yürütülebilir.

Tesettür fakir, marjinal, kenar mahallelere mahsus bir İslâmî kurum değildir. Tesettür, aşağıdan yukarıya değil, baştan aşağıya doğru yayılmalıdır.

Zengin, tahsilli, nüfuzlu, müessir İslâm âileleri tesettür konusunda Türk kadınlığına örnek olmalıdırlar. Çünkü tesettürün iki yönü vardır: Bir, dinî ve şer’î yönü. Bu herkesçe malûmdur. Bir de sosyal, kültürel, estetik yönü. Bu ikinci husus üzerinde fazla durulmaması büyük bir eksikliktir.

Bir kısım tesettürlü hanımlar, elbiselerinin zarafeti, güzelliği ile tesettürsüz hanımları gölgede bırakabilmelidir. Tesettür taraftarları moda konusunda da öncülük edebilmelidir.

İslâm, Avrupaî mânâda bir din olmaktan öte, aynı zamanda bir medeniyet, bir kültür, bir yaşama nizamı, bir dünya görüşüdür. Kadınlar, akıldan ve mantıktan ziyade duygulara tâbidir. İslâm hanımları, açık kadınları imrendirecek bir kıyafete bürünürlerse, ülkede tesettüre doğru umumi bir temâyül başlar.

Kadınların sokağa döküldüğü, erkeklerle her işte aşık attığı lâik bir ortamda yaşamaktayız. İslâmî ölçüler dairesinde her tedbire başvurarak dinimizin ve medeniyetimizin üstünlüğünü dünyaya göstermeliyiz. Dışınızdakilere antipatik gelecek şekil ve uygulamalardan kaçınmamız gereklidir. Sevdirerek, beğendirerek, imrendirerek, yarışta üstün gelerek meydan okumalıyız.

Üniversitelerdeki Müslüman kız öğrenciler hem derslerinde birinci olmalı, hem de kıyâfet ve örtünme estetiğinde öncülük etmelidir.

Malî imkânları, iletişim boyutları yeterli olan İslâmî cemaat, vakıf, meşreb ve gruplar bu konularda Paris’in ve başka batı merkezlerinin modaevleri ile işbirliği yapabilirler.

Müzelerimizdeki, dünya müzelerindeki, özel kolleksiyonlardaki, sandıklardaki eski başörtülerden, Kandilli yazmalarından, şallardan, kaftanlardan, feracelerden ve diğer giyim kuşam eşyasından ilham alarak, onları çağdaş zevklerin de beğeneceği şekillere sokarak ortaya atılan öncü gruplarımız olmalıdır.

Kadın kıyafetlerinin yanında erkekler için de başlangıçta yakasız gömlekler, kapalı yakalı ceketler ve istanbulinler, zarif kalpaklar, gayrimüslimlerin ve turistlerin bile imrenip hayran kalacağı serpuşlar çıkartarak bu sahada da en doğru, en iyi, en güzel şekilde meydan okuyabilmeliyiz.

22.10.1991