Cumartesi

 

Ayda Kaç Lira Maaş ve Ücret Alıyorum?

HABER 5’te yayınlanan bir yazımın altına okuyanlardan biri şöyle bir mesaj göndermiş, önce onu okuyalım (aynen alıyorum), sonra cevabımı.

mehmet şevki beye… abim benim çok medyatik birisin valla… ben ahmet hakanın müslüman olduğuna 100 inanıyorum şüphemde yok ama sende şüphe varki bir müslümana saldırmakla ne elde ediyorsun bilemiyorum yoksa tekbir giyime ortak filanmısın yoksa oradan mı nemalanıyorsun yoksa bu kadar baskı yapmazsın bırakın şu goygoyculuğu abi sahi ya b, işe soracam maaşın ne kadar Mehmet abi yan gelirin nedir buraya yazarsan memnun olurum ben 750 ytl alıyorum açıkçası… mehmet halı / 30 kasım 2007

 

Cevaplarım:

İsmimi Şevki diye yazmışsınız, halbuki Şevket’tir. Size dikkatsiz desem darılır kızar mısınız? Ahmet Hakan’a ben saldırmadım, o bana saldırdı, savunma hakkı kutsaldır, cevap verdim. Tekbir Giyim’le bir alakam yoktur.

Gelelim maaşıma; Millî Gazete’de 1991’den beri maaş ve ücret almadan yazıyorum. Tam 16 yıldır. Niçin? Çünkü ben bu yazılarımla dinime hizmet ettiğime inanıyorum. Az veya çok… Para almamayı uygun görüyorum. Benim yazılarım misyon yazılarıdır. Başka tür gazetecilik hizmetleri yapsam maaş ve telif ücreti alırım, bu yazılardan almam. Bu benim vicdanî kanaatimdir. Kimseye bir şey dediğim de yoktur.

1966 ile 1971 yılları arasında BUGÜN gazetesini yayınlıyordum. Her sene Ramazan ayında okuyucularıma açık mal ve servet beyanında bulunurdum. O zaman hiçbir gayr-i menkulüm (taşınmaz malım) yoktu.

Vatandaşların, hele okuyucuların gazetecilerden, köşe yazarlarından mal beyanı istemeleri onların en tabiî haklarındandır. Yazıp çiziyorlar, atıp tutuyorlar, ileri geri fikir beyan ediyorlar, elbette bunların karşılığında ne aldıklarının bilinmesi gerekir.

Mal beyanım şöyledir:

1. Oturduğum daire.

2. İstanbul civarında tek katlı bir bağ evi. Kesinlikle villa değildir. Çok mütevazıdır.

3. 1951 modeli eski bir otomobil. Satsam 5 bin lira etmez.

4. Şahsî zengin bir kütüphanem var, bir yere bağışlamayı düşünüyorum.

5. Salon mu dersiniz oda mı, işte onun duvarlarında hatlarım var.

6. Banka hesabım yoktur. Dolayısıyla çek defterim de yoktur. Kredi kartı falan da kullanmam. Bir hayır işinde kullanmak üzere bir kenarda tuttuğum birkaç bin lira, birkaç bin dolar emanet para var.

Geçimime gelince:

Bağ-Kur emeklisiyim. Ayda 400 küsur lira alıyorum. Küçük bir yayınevim vardır, oradan geçimim için her hafta harçlık gelir. Zaman zaman, yazdırdığım hatlardan, yaptırdığım tezhiplerden birkaç yüz lira…

Bu beyanlarımın doğru ve şeffaf olmadığına inanıyorsanız size vekaletname vereyim, istediğiniz inceleme, araştırma ve tahkikatı yapın. Benim aylık gelirim, birtakım kalemşörlerin şarap, rakı ve meze masraflarından kat kat azdır.

Türk medyasında bir ara (şimdi o kadar alan var mı bilmiyorum) ayda 150 bin dolar maaş ve ücret alanlar vardı. Hatta günlük bir gazetenin genel yönetmeni, ayda 10 bin dolar kira ödeyerek lüks bir rezidansta oturuyordu.

Mesajınıza kızmadım, üzülmedim… Keşke biraz insaflı, âdil olsaydınız. Bana sorduğunuz soruyu bana saldıranlara da sormanızda yarar vardır sanıyorum.

Selâm ve hürmetlerimle…

Başka bir zatın sorusuna da cevap vermek isterim:

Gazeteciliğe 1960’da haftalık Yeni İstiklâl gazetesinde başladım. O zaman ne siyasal İslâm vardı, ne de İslâmcılık cereyanı. İslâm vardı, Müslümanlar vardı… Bütüncü/entegrist bir Müslümanım. İtikad ve amelde mezhebim Ehl-i Sünnet ve Cemaattir. Tasavvuf konusundaki meşrebimi ve muhabbetimi kesinlikle açıklamam. En nefret ettiğim şey din ve mukaddesat yoluyla para vurmak, servet sahibi olmaktır. Din sömürücülerini, harbî kâfirlerden daha zararlı görürüm.

Siyasî veya şahsî hiçbir emelim yoktur. Siyasetten fazla anlamam (bazıları hiç anlamıyor…), binaenaleyh siyasete karışmam.

Elli yıla yakın bir zamandan beri çok hakarete, haksızlığa, iftiraya uğradım. Artık kanıksadım. Kaybedecek bir şeyim yoktur. Vicdanım ve kalemim satılık veya kiralık değildir.

Kur’ân’dan, Sünnetten, fıkıhtan, ahkâm-ı şer’iyeden, ahlâk-ı islâmiyeden, hikmetten, gerçek tasavvuftan başka referans kabul etmem.

Benlik sahibi miyim? Bu soruya kim değilim cevabını verebilir? Keşke bir hiç olabilsem… 02 Aralık 200 Pazar

Uçak Niçin Düşmüş?

Uçak düştü, nice insan öldü, yakınlarının canları yandı ve şimdi herkes konuşuyor… Düşen uçağın doğru dürüst bakımı yapılmıyormuş… Kim söyledi bunu? Şirketin eski genel müdürü. Hattâ, “Ben karımla o şirketin uçaklarına binerim ama sefere (düşen uçağın tipi) konmuşsa ona binmem” dedi… Sayın eski müdür niçin bu bilgisini uçak düşmeden önce ilgililerle ve sorumlularla paylaşmamıştır?

Uçağın düşme sebeplerinden biri de, yolculardan birinin iniş esnasında cep telefonu ile konuşması olabilirmiş… Öylesine cep telefonu çılgını olduk ki, uçağın düşme tehlikesini göze alarak yine de konuşuyoruz. Bir ara, Süleyman Demirel cumhurbaşkanı iken de böyle bir hadise olmuştu. Düşünebiliyor musunuz, devlet başkanının uçağını düşürmek cinayetini göze alarak herif veya herifler cep telefonu ile konuşuyor.

Uçakta nükleer enerji konusunda uzman altı profesör varmış. Bu uzmanları ortadan kaldırmak için sabotaj yapılmış olabilirmiş…

Ölenlere rahmet, geride kalan yakınlarına başsağlığı diliyorum. Kanunlar, nizamlar, talimatnameler çok sıkı bir şekilde uygulanmadıkça, idarî emanetler ehil kişilere verilmedikçe, sıkı ve işleyen bir kontrol sistemi bulunmadıkça, suçlular ve ihmalkarlar, başkalarına örnek ve ibret olacak şekilde cezalandırılmadıkça zaman zaman böyle kazalar olacaktır.

17 Ağustos 1999’daki depremden ibret aldık mı? Bütün yük, Veli Göçer adındaki müteahhidin üzerine yıkıldı. Öteki suçlular? Diğer müteahhitler… Belediyeler… Çürük binaları inşa eden mühendisler… Çürük binalara ruhsat verenler… Onların hepsi, Zemzemle yıkanmış gibi pir ü pak…

Hızlandırılmış trenin Pamukkale’de raydan çıkıp iki yüze yakın ölü verilmesi… Yüzlerce yaralı ve sakat… O faciayı ne çabuk unuttuk.

Geçen yaz, bir bahar günü Büyük Ada’ya gitmiştim. 1500 kişilik vapurda 3 binden fazla yolcu vardı. Bakan kim, soran kim…

İstanbul Boğazı’nda korkunç bir trafik yoğunluğu var. Alınan tedbirler yeterli midir? Yarın maazallah akaryakıt, gaz, nitrat dolu iki gemi çarpışsa ne olacak?

Geçenlerde, tam da telefoncuların grev yaptığı bir sırada bir buldozer, kepçesiyle yer altı telefon kablolarını koparttı ve bir yığın aksaklığa sebep verdi… Sokaklara çukurlar açılır, kenarına yeterli ikaz işareti ve ışığı konulmaz ve bir otomobil içine düşer, ölüm olur, yaralı olur. Aldıran kim.

Geçen sene, birtakım ağaçları bilgisiz ve sorumsuz şekilde budadılar ve bazısı kurudu. Ağaç budamanın da ilmi var.

Yediğimiz içtiğimiz maddelerin sağlığa zararlı olup olmadığı yeteri kadar kontrol ediliyor mu, gereken tahliller yapılıyor mu?

Hangi sebze ve meyvelerde hormon var? Marketlerde, akıl almaz derecede ucuz etli mamuller var. Bunların ucuzluğunun hikmeti nedir?

Halkın temel gıdası olan beyaz ekmeklere dört çeşit kimyevî madde katılıyor. Bunlar sağlığa zararlı mıdır? Yer altı çeteleri, kullanım tarihi geçmiş eski ilaçları yeni ambalaj ve yeni bitim tarihi ile piyasaya yeniden sürüyormuş…

İlaç sanayi halkın en az yarısını ilaç-kolik yaptı… Tıp ve tedavi bir endüstri haline geldi… Dünyada an fazla ameliyat Türkiye’de yapılıyormuş…

Kalkınan Türkiye… Lakin bu kalkınma nasıl bir kalkınmadır? Sağlıklı mı, dengeli mi, âdil mi… Halkın az bir kısmı kalkmıyor, çoğunluk sıkıntı çekiyor.

İstanbul bu kadar nüfusu kaldırmaz diye nutuklar atılıyor ama bu megapolisi daha da büyütmek için ne yapmak lazımsa yapılıyor. Şehir çevresinde dev siteler inşa ediliyor. Bunları yapanlar, “yaptıranlar” çok para kazanacaklar, fakat şehir batacak. Batsın!

Halk yığınlarını otomobil manyağı yaptılar, herkes sabah akşam işine (tek kişi) otomobille gidiyor. Trafik arapsaçına döndü. Yakında Hint’ten, Çin’den çok ucuz arabalar gelecekmiş. Bir sene sonra İstanbul trafikten batacak, aldıran yok.

Müjdeler olsun!.. Cep bilgisayarları yapılıyormuş, yakında Türkiye’ye de gelecekmiş… İnternet sitelerindeki haber ve yazılarının altındaki okuyucu yorumlarına göz atıyor musunuz? Kaçta kaçının Türkçesi düzgün?

Politika çevrelerinde, medyada şu konu hiç işlenmiyor: Türkiye’nin dünya ülkeleri arasında temizlik-şeffaflık-dürüstlük notu nedir?

Bizde temiz bir siyaset var mıdır? Bizde temiz bir medya var mıdır? Toplumumuz ne kadar temizdir? Niçin bu konular işlenmiyor? Bazılarının işlerine gelmediği için mi? Türkiye niçin bir Güney Kore olamamıştır? (Oldu diyenlerin alnını karışlamak gerekir…) Türkiye niçin 600 küsur kilometre karelik küçük Singapur gibi olamamıştır? Türkiye niçin bir Tayvan kadar bile olamamıştır? Türkiye’nin millî geliri niçin Malezya’nınkinden azdır?

Türkiye kendi sorgulamasını bile hakkıyla yapamıyor. Efendilerimiz izin vermiyor. 03 Aralık 2007