Bir Yıl Hapse Mahkum Oldum
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Pazar
Duymuşsunuzdur, 9 Mayıs 2006
tarihinde Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi tarafından bir yazım dolayısıyla hapse mahkum edildim. Dava uzun sürmedi, dördüncü celsede karar verildi.
Dava konusu: Millî Gazete’de yayınlanan “Gayret ve hamiyet kalmadı!” yazım.
İsnad edilen (atılan) suç: Eski Türk Ceza Kanununun şu meşhur ve mâlum 312’nci maddesini ihlal… Arada Ceza Kanunu değişti. 312’nci maddenin yerine 216’ncı madde getirildi. Yeni maddede suçun tarifinde esaslı bir değişiklik yapılmıştı. Eski kanunda soyut tehlike kavramı vardı. Yeni maddede tehlike somutlaştırıldı, yakın ve açık bir tehlike varsa suç sayılıyor ve ceza veriliyor.
Bu son celsede savcı söz aldı ve mütalaasını beyan etti. Şöyle dedi:
“Sanığın savunması, yazının bütün olarak içeriği, kullanılan terim ve ifadelerin niteliği nazara alındığında, halkın bir kısmını yasal çerçeve içerisinde tepki göstermeye yönlendirme niteliğinde bulunduğu, ve kin ve düşmanlığa tahrik edici ve kamu açısından açık ve yakın tehlike unsuru taşıyacak ifadelere yer verilmediği, bu itibarla yazının amaç ve içerik olarak basın hürriyeti kapsamında düşünce ve inancı açıklama özgürlüğünün kullanılması niteliğinde bulunduğu, atılı suçun yasal unsurlarının gerçekleşip tamamlanmadığı kanaatine varıldığından sanığın beraatine karar verilmesi talep olunur.”
Mahkeme hakimi duruşmaya birkaç dakika ara verdikten sonra kararı yazdırdı:
“TCK/1 maddesi uyarınca suçun işleniş şekli, suç konusunun önemi, sanığın amacı dikkate alınarak 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, (…..) cezanın ertelenmesi halinde ileride bir daha suç işlemeyeceğine dair Mahkememizce olumlu kanaat gelmediğinden cezanın ertelenmesine yer olmadığına…”
Bu karar kısa karardır, mahkeme daha sonra gerekçeli kararı tebliğ edecektir.
Tabii benim Ankara’da Yargıtay’a müracaat ederek kararı temyiz etme hakkım bulunmaktadır. Bunun da ilk müracaatını yaptım, gerekçeli kararı alıp öğrenince avukatım temyiz dilekçesini hazırlayıp gönderecektir.
Mahkûm edilişimden sonraki günün Hürriyet’ine baktım, kısa bir haber yapmış,
hususunu yazmamıştı…
Topkapı’ya gitmek için Sultanahmet’ten tramvaya biniyorum. Boş yerler var, oturuyorum. Ayaklarımın bastığı yerden çatırtılar, çıtırtılar geliyor, yere bakıyorum, fındık yemişler, kabuklarını yere atmışlar. İçimizde ne kadar medeniyetsiz, görgüsüz insanlar var. Bir kere herkesin içinde yemek veya başka bir şey yenilmez. İkincisi, haydi yedin, fındığın kabukları yerlere atılmaz… Artık ülkemizde eğitim yaygınlaştı, okullarımızda niçin genç nesillere terbiye, görgü, nezaket, temizlik terbiyesi verilemiyor?
Tramvaya binmeden önce Sultanahmet parkından geçmiştim, orada da yerler kabak çekirdeği ile doluydu. Yemişler yemişler kabukları yere atmışlar. Halkın bir kısmı böyle yaparsa bu şehir temiz olur mu, düzgün olur mu, güzel olur mu?
Böyle kirletmeler, pislikler Singapur’da yapılabilir mi? Orada tramvaya veya metroya bineceksin, kuru yemiş yiyeceksin ve kabukları yere atacaksın. Adamı anasından doğduğuna pişman ederler. En az bin dolar para cezası keserler. Hattâ hapse bile atarlar. O Uzakdoğu ülkesinde sokakta yere sigara izmariti veya kibrit çöpü atanlara da büyük ceza veriliyormuş. Bu yüzden şehir ve ülke (zaten topu topu 600 küsur kilometrekaredir) tertemizmiş.
Türkiye maalesef çok büyük, muazzam bir çöplüğe çevrilmiştir. Kimler çevirmiştir? Herhalde Norveçliler veya Fijililer değil, bizler, Türkiyeliler. En azından bir kısmımız.
Kışın İstanbul’da bir yol ve kaldırım yapımı furyası yaşadık. Yağmur demediler, soğuk demediler yerlere yalap şalap kum döktüler, üzerine kaldırım taşları koydular. Beyoğlu’nu biliyorsunuz, yolun yapımı bitmeden bozulmaya başladı. Büyükşehir Belediye Başkanı “Olmaz böyle rezalet!…” dedi, müteahhide para ödetmedi… Gidin bakın Beyoğlu’nun perişan vaziyetine… Şehrin diğer yerlerindeki yeni yapılan yolların durumu da pek parlak değil. Taşlarda çatlaklar, seviyesizlikler, kırılmalar, yerinden oynamalar görülüyor. Bir seneye kalmaz topyekun bir bozulma başlar. Tabii yeniden yapılacak, birtakım müteahhitlere büyük paralar ödenecek.
Yol işi alıp da güzel, sağlam, dayanıklı, estetik bir şekilde yapanlara teşekkür ederiz, aldıkları para helal olsun. Böyleleri bizim yüz akımızdır.
Ötekilere, yani yol ihalesi alıp da çürük, bozuk, çirkin, dayanıksız, berbad bir şekilde yapan alçaklara buradan sesleniyorum:
– Aldığınız para haram olsun!
– Sizin yaptığınız bir hırsızlıktır.
– Yaptığınız çürük çarık, bozuk, dayanıksız yolları ve kaldırımları olmuş kabul eden ve para ödeyenler de suçludur ve ahlâksızdır.
– Belediyelerin bütçeleri sizin babanızın malı değildir. Onlarda bu halkın, bu arada saçı bitmedik yetimlerin de hakkı vardır.
– Siz müteahhid değil, eşkiyasınız.
Ya Rabbi, şu şehirde doğru dürüst yapılmış, güzel, sağlam, düzgün yollarda ve kaldırımlarda yürümek bize nasip olmayacak mı?
Niçin İstanbul’un yolları ve kaldırımları Paris’inki veya başka medenî ülkelerinki gibi güzel ve sağlam değil?
Benim evimin olduğu sokağa, küçük granit taşlarıyla bir yol yaptılar. Açılışında büyük bir tören tertiplediler. Sonra kısa zamanda elektrik şebekesinin bakımı ve tamiri için kazdılar ve bozdular…
Eminönü’nden Zeytinburnu’na giden tramvay hattının ray aralarına bilmem kaçıncı defadır taş mı, tuğla mı, bir şeyler döşüyorlar. Bu son yaptıkları da kalıcı olmayacak. Altı aya kalmaz, bozarlar, yeniden yaparlar. Müteahhidlere iş çıksın.
Yine tramvay hattının kenarlarına bariyerler (beton parmaklıklar) yaptılar, üstlerindeki oyuk yerlere toprak koydular, çiçek ektiler, birkaç gün suladılar, sonra sulamayı ve bakımı terk ettiler. Çiçekler kurudu, perişan oldu. Aldıran yok, bakan yok, gören yok, tenkit eden yok…
Sultanahmet parkındaki güzel çınarın şiir gibi iki dalını nasıl kestiler, hâlâ aklım ve havsalam almıyor. Kolları kesilmiş yaralı ağacın önünden her geçişimde birilerine “dua” ediyorum…
Sokaklara, görülecek yerlere levhalar koymalı: “Sevgili İstanbullu, şehrimiz evimizdir, çöplüğümüz değil…” 22 Mayıs 2006