Birine:

Yaşım sekseni geçti. İyi bir Müslüman olmamakla birlikte Müslüman bir kimseyim. Sizin, Müslüman olarak, asgarî seviyede de olsa, yaşıma hürmet etmeniz gerekir. Fazla hürmet demedim, asgarî (en az) hürmet dedim. Ama hürmet… Yaş dışında, ilim irfan kültür hayır hasenat ahlâk fazilet üstünlüğüm yoktur. Hiddetli özel mektubunuza selâm bile koymamışsınız. Üslûbunuz öfkeli ve saldırgan. Gerekçesiz, ağır şekilde suçluyorsunuz. Hakaret ediyorsunuz.

Bu yaptığınız Müslümanlığa yakışmaz. Resulullah Efendimiz

“Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet ve şefkatle muamele etmeyen bizden değildir”

buyurmuşlardır… Bu fakire hitap ederken bey veya beyefendi kelimesini kullanmanız, bana bir şey kazandırmaz, size çok şey kazandırır.

Müslümanların dünyanın en kibar, en nazik, en efendi (beyefendi, hanımefendi) insanları olmaları gerekir. Müslümana düşük üslûp, sövüp saymak, çamur atmak, şirretlik, kabalık yakışmaz. Sizin için söylemiyorum,

Müslüman asla yalan söylemez, gıybet ve iftira etmez, tecessüs etmez.

Meşreb, fikir ve görüş ayrılıkları olabilir ama

tenkitler ve uyarılar kardeşlik ve nezaket içinde yapılmalıdır.

“− Muhterem beyefendi… İddianızın tamamen yersiz ve yanlış olduğunu bildirmeme müsaade buyurunuz”

üslûbu daha yakışıklı olmaz mı?

Kibar ve nazik bir üslûpla en ağır eleştiriler yapılabilir. Bunlar mutlaka mantıklı, tutarlı ve gerekçeli olmalıdır.

Kabaca alay etmek kibar ve edepli Müslümana yakışmaz. Nice alay edilen, hor ve hakir görülen kimse vardır ki, alay edenden hayırlıdır. Sadece ve sadece yaşıma hürmet edeceğinizden emin olsam, sizi bir ikindi çayına davet ederdim.

Herhangi bir hakkım olduysa helal ediyorum. Selâm ve hürmetlerimle efendim.

***

Müslüman idealist gence:

Feci şekilde harcanıyorsunuz. Sizi en başta muhterem anneniz ve babanız harcıyor. Çırpınıp duruyorlar, aman çocuğum doktor olsun, mühendis olsun, ileride iyi bir işe sahip olsun, geçimi iyi olsun, iyi yaşasın, müreffeh (refahlı) bir hayat sürün. İyi evlerde, iyi yazlıklarda otursun, lüks otomobili olsun… İşte bunlar sizi harcıyor, yakıyor… Bendeniz sizin için böyle duâlar etmem.

Benim dualarım şunlardır:

İnşaallah iyi ve hayırlı bir Müslüman olun… İyi bir insan olun… İlim, irfan, ahlâk, fazilet sahibi olun… Allaha iyi kulluk edin… Resulullaha bağlı, biatli, itaatli olun… Kur’ân, Sünnet, Şeriat, Fırka-i Nâciye yolundan gidin… Din-i Mübin-i İslâm’a ihlasla hizmet edin… Başta Müslümanlar olmak üzere insanlara hizmet edin…

Sizin eviniz, yazlığınız, otomobiliniz, yemeniz içmeniz, giysileriniz beni fazla ilgilendirmez. İyi olun da, peynir ekmek yiyin, sadece çorba için, bunda hiçbir sakınca yoktur.

İleride, anlattığım gibi iyi insan, iyi Müslüman olursanız, benim istememe lüzum yok, fakire duâ edeceksiniz. Şimdiden teşekkürler.

***

Bundan bir ay kadar önce, Fatih Çarşamba semtinin ötesinde Draman Fethiye mahallesine, çok fakir birkaç Müslümana, bendeki zekat fonundan bir miktar yardım göndermiştim. Kırk senedir ücretsiz Kur’ân kursu hocalığı yapan muhterem bir hanım varmış, civarındaki fakirlerle o ilgileniyormuş.

Oraya gönderdiğim iki genç arkadaş akşama döndüklerinde ağlamaklıydılar.

Fakir ailelerden birkaçını anlatayım: Koca felçli, kadın kanser olmuş. Elde avuçta bir şey yok.

Başka bir fakire yardım vermek için kömürlükten bozma bir bodruma inmişler. O kadar pis kokuyormuş ki, bir dakika bile duramamışlar. (Şiddetli yağmurda lağımı taşmış…)

Fakir bir kadın, yanında yetim kız çocuğu, boynuna bükmüş, çok utanıyor, verilen yardımı alacak mecali bile yok.

Sizin anlayacağınız, facia çapında sefalet… İki mi, üç mü âilenin şiddetli yağmurdan evlerini su başmış, kırık dökük eşyaları da ellerinden gitmiş. Yardım alabilmek için itfaiyeden rapor bekliyorlarmış.

Müslümanlar zekatlarını, Kur’ân’a Sünnete Şeriata fıkha uygun şekilde dosdoğru ödemiş olsalardı, bu kara sefalet tablosu olmayacaktı.

Zekatları, hiç hakları olmadığı halde haksız yere toplayanları çok kınıyorum. Zekatlarımızda felçli kocadan ve kanserli eşinden oluşan o çok fakir âilenin de hakkı vardır.

Draman Fethiyeden gelen haberler üzerine, yardım toplayıp dağıtacak bir dernek veya vakıf kursam mı, diye düşündüm.

Hukukçu dostlarıma sordum, devlet toplanan paralardan yüzde beş alıyormuş… Derneklerin, birtakım sahtekârlar ve kötü niyetliler tarafından ele geçirilmesi tehlikesi varmış. Hem derneklerin, hem vakıfların (haklı olarak) bir sürü muamelesi, kontrolü, bürokrasisi varmış. Şu yaşlı halimde bunları becerebilir miyim diye düşüne kaldım. Derneğin veya vakfın bir idare yeri olacak… İşleri takip eden, kayıtları tutan ücretli elemanları, muhasebecisi, telefon giderleri…

Vekaletle alınan zekat paralarından hiçbir kesinti yapılamaz.

Yılda beş milyon vekaletle zekat alınsa, bunun yüzde beşi 250 bin lira tutar, bu meblağı devlete nasıl ödeyeceğiz?

Galiba bu hayırlı işi beceremeyeceğim…

(Kurulmasını tahayyül ve tasavvur ettiğim hayır derneğinin müdürü ve idare heyeti, dernekten para ve maaş alamazlar, menfaat devşiremezler. Zekat parası toplanacak ve müdür bey ondan yiyecek… Böyle bir şey olamaz.) 06.09.2017