Birkaç Konu
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Cumartesi
Ahşap tarihî binanın kapısını çaldım, açıldı içeriye girdim, bodrum katından zikir ve ilâhî sesleri geliyordu. Aşağıya indim. Ortadaki ocak üzerinde büyük kazanda aşûre kaynatılıyordu. İki derviş büyük tahta küreklerle aşûreyi karıştırırken zakirler ilâhî ve gazel okuyor, Esma çekiliyor, salat u selâm getiriliyordu. Kazanda Muharrem aşûresi pişiyordu. Pişirme işi bitince Şeyh efendi duâ okudu, hâzirûn âmin dedi. Allah’a hamd ü sena, Resûle salat u selâm, Ashaba hayır duâ, Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya sevgi ve bağlılık, geçmişlere rahmet, mü’minlere ve mü’minata Hak’tan yardım dileği.
Düştü Hüseyn atından sahra-yı Kerbelâ’ya
Cibril, var haber ver Resûl-i Kibriya’ya
Sıcak aşûrenin birazı tepsilere konuldu, bitişikteki odada mütevâzı bir kahvaltı yapıldı. Çay, peynir, zeytin, ekmek ve aşûre…
Tekkeler kapandı, tarîkatlar yasaklandı ama tasavvuf yasak değildir. Yüzyıllarca devam ettirilip yaşatılan güzel geleneklerimiz, baskılara rağmen ayakta tutuluyor. Himmet ve hizmet sahiplerine teşekkür ediyoruz.
Pazartesi günü can sıkıntısını def etmek için Kapalıçarşı’ya gittim. Ne alayım? Afganistan’dan gelmiş eski işlemeli bakır bir ibrik aldım.Sapsız, orada bu ibriği, boynundan tutarak kullanıyorlarmış… Murat ustaya parlatması için verdim.
Kapalıçarşı’da iken akşam ezanı okundu. Yakındaki Cevahir Bedesteni Camii’ne gittim.Üç katlı küçük bir cami… Kapısının önüne geldim ki, cemaat yığılmış, içeri girmeye çalışıyor. Bu manzara beni memnun ve mahzuz etti. Keşke bütün camiler bütün vakitlerde böyle olsa…
Çukurcuma’daki bir sergiden 1933’te basılmış, DARÜLBEDAYİ dergisinin 40’ıncı sayısını aldım. Dil devriminden önce tiyatroya darülbedayi deniliyordu. Derginin bu sayısı meşhur aktör Behzat Hâkî’nin sanat hayatında 25 yıllık jübilesine tahsis edilmiş. 30’uncu sayfasında şu mektup sureti yer alıyordu:
İstanbul Belediyesi Darülbedayi Müdürlüğü’ne:
Efendim,
Darülbedayiin yüksek ve kıymetli san’atkârlarından Behzat Haki beyin yirmi beşinci yıldönümü münasebetiyle 31 Mart’ta verilecek müsamereye daveti mutazammın tezkereyi aldım.
Herbiri ayrı ayrı meziyetlere malik olan Darülbedayiin sevimli artistlerinin san’at âleminde daha ziyade muvaffak olmalarını temenni ve beni hatırlamak lütfunda bulunduğunuzdan dolayı beyan-ı minnet ve teşekkürler ederim efendim.
Adana Belediye Reisi
Turhan Cemal
Bundan 73 sene evvel yazılmış olan bu mektubun Türkçesi bugünkü Türkçe’ye hiç benzemiyor. Acaba güzel, zengin, yarayışlı Türkçe bugünkü müdür, yoksa dünkü müdür?
Tophane’den Galatasaray’a giderken Boğazkesen Caddesi’nde (No: 142) “Şifa Ekmek Dünyası” fırını var (Tel: 0212/293 85 94), oradan nefis iki ekmek aldım. Biri çavdar, diğeri çeşitli tahılların unundan yapılmış, ikisi de esmer. Bu fırın odun ile ısıtılıyor. Yolunuz düşerse tavsiye ederim oradan ekmek alınız. Ekmek bahsi açılmışken şu hususu da hatırlatmak isterim: Piyasada iki çeşit kepekli ekmek var. Biri elenmemiş buğdaydan yapılanı, diğeri sahtesi. Bu ikincisinin hamuru ilaçlı, kimyalı beyaz undan yapılıyor, içine bir miktar kepek atılıyor. Böyle ekmek almayınız.
Gözü keskin, kulağı delik bir dostum anlattı: Bir (…..) dairesi, iş sahiplerinden zorla yardım alıyormuş. Bunun için paravan bir kurum kurmuşlar. Meselâ beş milyar alıyorlarsa 500 milyonluk makbuz veriyorlarmış.Bu paranın bir kısmı mahallinde paylaşılıyormuş, büyük kısmı ise merkeze gidiyormuş. İş sahiplerinden böyle para veya haraç toplanması istisnaî değilmiş, yurt çapında yapılıyormuş. Her yıl milyarlarca dolar devşiriliyormuş.
Bu mekanizmayı liselerde ve üniversitelerde ders kitaplarında okutmalı…
Evimden birkaç caminin ezanları duyuluyor. Sesi nisbeten düzgün olan, bir miktar musiki bilgisine sahip bulunan müezzinlerin ezanı; hoparlörleri sonuna kadar açtıkları için zevkle dinlenemiyor. Sonuna kadar açılan mükebbirelerden (hoparlörden) madenî ve çirkin sesler çıkıyor, ezana eziyet edilmiş oluyor. “Şu âletleri sonuna kadar açmayınız, akustik ilmine göre ne kadar açılmaları gerekiyorsa o kadar açınız” diye yapılan ricaların hiçbir faydası olmuyor. İlle de sonuna kadar açacaklar. Dinimiz yüksek ya, ezan da en yüksek sesle okunmalı…
Bir de sesleri müsait olmayan, musikiden bî-behre müezzinler var, onların hoparlörle ezan okumaları mutlaka yasaklanmalı, engellenmelidir. Çıksınlar minareye kendi sesleriyle kısaca okuyup insinler.Hiçbir şeye yanmam, böyleleri de hoparlörleri sonuna kadar açıyor ve avaz avaz nefretî makamında ezan okuyor.
Bunlarla Diyanet de başa çıkamaz.
Mahiyeti itibarıyla halktan ve ziyaretçilerden bol para toplayan bir derneğin başkanı dostum son derece kederliydi. Kasada iki trilyon liraya yakın para birikmiş ve bir sürü haşarat akın etmiş.Bir yerde para olur da oraya haşarat gelmez mi? Eşek arıları, kara sinekler, yeşil sinekler, sivrisinekler, tatarcıklar, keneler, sülükler, fareler… Bunlardan kurtulmak mümkün değildir.
Derneği zabt u rabt altına almak için çare ve çözümler bulmak üzere beş kişilik bir istişare heyeti toplanmasını tavsiye ettim.
Bir de, elde birikmiş paranın en kısa zamanda, kalıcı bir kültür hizmetine, meselâ çok değerli bir kitabın hazırlanıp yayınlanmasına harcanmasını söyledim.
Bir dostum anlattı. İnanmak istemiyorum… İşsiz ve aşsız bir vatandaş, sokakta bir eli kulağındaki cep telefonunda olduğu halde konuşarak yürüyormuş. Parası olmadığı için telefonun kontörü yokmuş. Boşuna konuşuyor veya konuşur gibi yapıyormuş…
İslâm dininin esaslarını, temellerini, usûlünü, hükümlerini Allah koymuştur. Bunları Resûlullah (salât ve selâm olsun O’na) tebliğ etmiş ve açıklamıştır. Resûlün vefatından sonra her kuşakta din konusunda âlim, ârif, ‘âmil (dini uygulayan), faziletli, ehliyetli fakihler yetişmiş ve onlar İslâm’ı insanlara öğretmişler, hiçbir kopukluğa uğratmadan nesilden nesile ulaştırmışlardır. Bu fakihler Resûl’ün vekilleri, vârisleri, halifeleri durumundadır. Pakistanlı bir zatın iddia ettiği gibi, ilk üç asırdan sonra Müslümanların dini yitirdikleri iddiası yanlıştır. Din, başlangıcından itibaren, hiçbir kopukluk olmaksızın bugüne kadar ulaşmış bulunmaktadır. Kur’ân’dan ve Sünnetten hiçbir kayıp verilmemiştir.
Zamanımızda vahim bir fitne zuhur etmiş bulunuyor. İleride kelâm âlimleri bunu tahlil edip kitaplarına yazacaklar, bozukluklarını sayacaklardır.
Bu fitnenin esasları şudur:
(1) Ehl-i Kitab ile amentüde ittifak halindeyiz, binaenaleyh onlar da ehl-i necat ve ehl-i cennettir.
(2) Uluhiyet konusunda ittifak halinde olduğumuza göre Tevhid ile Teslis esasta birdir.
(3) Peygamberler ve peygamberlik konusunda ittifak ettiğimize göre, onların Hâtemü’l-enbiya, Seyyid-i Beni Adem Muhammed aleyhisselâmı red, inkâr ve tekzib etmeleri önemli değildir.
(4) Kitaplara iman ettiğimize göre, onlarınKur’ân-ı Azimüşşan’ı inkâr etmeleri, “Bu ilahî bir kitap değildir, düzmecedir” demelerinin ehemmiyeti yoktur.
Muhterem Müslümanlar!.. Böyle bir fitne ve fesat, böyle bir sapma 14 asırlık İslâm tarihinde görülmemiştir. Vaktiyle, Hindistan’da Ekber Şah (Ekfer Şah) adında bir hükümdar çıkmış ve İslâm’ı, Hıristiyanlığı ve Mecûsîliği karıştırarak yeni bir din türetmişti. Bu dinin “ibadethane” denilen tapınakları vardı. Ekber, selâmı kaldırmış, onun yerine herkesin birbirine “Allahü Ekber” demesini şart koşmuştu. Bu bozuk ve uydurma din onun ölümünden sonra yıkıldı gitti.
Bugünkü fitne daha büyüktür.Çünkü, İslâm’da olmayan, İslâm’a kesinlikle uymayan yeni bir inanç çıkartıyorlar ve bunu Müslümanlığın içinde yapıyorlar.
İcazeti ve ehliyeti olan bütün din âlimlerini, fakihleri, bilhassa itikad hocalarını hizmete davet ediyorum: Lütfen kaleme sarılsınlar ve makaleler, risaleler, kitaplar yazarak Müslümanları uyarsınlar.Ayrıca, vaazlar versinler, sohbetler yapsınlar ve halkı uyarsınlar.
Konu şudur:
• “Ehl-i Kitab ile Amentüde ittifakımız vardır” iddiası doğru mudur?
• Ehl-i Kitab ehl-i necat mıdır?
• Ehl-i Kitab ehl-i cennet midir? 26 Şubat 2006