Perşembe

?

Defalarca yazdım, tekrar ediyorum: Hiçbir Müslüman devlet düşmanlığı yapmamalıdır. Devlet hepimizindir, bizimdir. Bizim devlet ile bir alıp vereceğimiz yoktur. Anlaşmazlık düzen ve sistem iledir. Bozuk olan devlet değil düzen ve sistemdir. Rejim de diyebiliriz.

Devlet düşmanlığı sonunda anarşiye yol açar. Devlet yıkılırsa enkazın altında herkes, hepimiz cümbür cemaat kalırız. Devlet ile rejim birbirlerinden kesin olarak ayrı iki kavramdır. Devlet devamlıdır; rejimler, düzenler, sistemler ise gelip geçicidir.

Hukukun önemli bir dalı olan “Âmme Hukuku” konusunda bilgisi, kültürü, uzmanlığı olmayanlar ucuz edebiyatlarla devlet düşmanlığı ve yıkıcılığı yapmasınlar. Bu gibi konular mühendislerin, doktorların, işletmecilerin rastgele konuşabilecekleri konular değildir. Tahsili olmayan halktan Müslümanlar ise bu mevzuda çenelerini tutmalı, işporta edebiyatı yapmaktan vaz geçmelidir.

Kötü düzenin, sistemin, rejimin değişmesini, yerine iyisinin gelmesini istiyorsak, yapacağımız ilk şey kendimizi islah etmek, iyi Müslümanlar olmaktır. Peygamberin hikmet dolu hadîsini bir an bile hatırımızdan çıkartmayalım: “Siz ne halde iseniz öyle idare olunursunuz” buyurmuşlardır.

Müslümanlar bugünkü tefrika, fitne, fesat, günah, isyan, tuğyan, cehâlet, basiretsizlik, firasetsizlik, ittihatsızlık, tezebzüb, nifak ve şikak içinde bulunacaklar ve sonra memlekete iyi bir idare gelecek ve kurtulacaklar. Bunun mümkün olmadığını iyice anlamamız gerekir. Bir toplum kendini bozmadıkça Allah onları bozup değiştirmez.

Tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş.

“Bu düzen kötü, İslâm’a karşı, Müslümanları eziyor, kendi vatanımızda sömürge yerlisi muamelesi görüyoruz…” diye sızıldanan, şikayet eden Müslümanlara soruyorum: Günde beş kez Ezan-ı Muhammedî okunurken hangi deliktesiniz? Yüzde biriniz bile camiye gelmiyor. Namaz kılanların nisbeti yüzde kaç? “Onlar namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular” diye anlatılan topluluk bugünkü Müslümanlara ne kadar benziyor.

Şu fâni, aldatıcı, geçici, güvenilmez dünyaya nasıl da sıkıca sarılmış vaziyetteyiz. Para para para… Aklımız fikrimiz bu. Materyalist kâfirler gibi süslü ve lüks meskenlere sahip olmak, bunları bin türlü konforla donatmak, gel keyfim gel bir hayat sürmek; lüks, gösterişli ve pahalı binitlerde caka satmak; yazlık villalarda safalı bir hayat geçirmek, tıka basa yeyip içmek… Bunlara mübtelâ olan bir Müslüman toplumun iflah olacağını sanıyorsak büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz.

Şu heriflerin dindarlıklarına bakınız:

-Benim şeyhim veya hocam en büyük, ötekiler en küçük…

– Benim tarikatim veya hizbim en hak, ötekiler berbat mı berbat…

– Ben çok iyiyim, ben hiç hâtâ yapmam, bütün kabahat öteki Müslümanlarda…

Böyle dindarlık olur mu? Bu gibi laflar dindarlık alameti değil, eşeklik alâmetidir.

Çok çirkin ve çok uzun minareler yaptırtan, bunların şerefelerine bir sürü ışıldak ve zırıldak taktırtan zevksiz ve geri zekâlı adamların dindar sayıldığı zaman âhir zaman değil de nedir?

İnançlarda bozukluklar, bid’atler başlamış. Başta namaz olmak üzere ibadetler büyük ölçüde terk edilmiş. Hele camilerde cemaatle namaz kılma sünneti ve mecburiyeti büsbütün ihmal edilmiş, emr-i mâruf ve nehy-i münker farizası yapılmaz olmuş, doğrudan doğruya veya dolaylı olarak faize bulaşmayan kalmamış, Müslümanlar meşreb ve görüş farklılıklarından dolayı birbirleriyle çekişip tepişmeye koyulmuş… Bu hale düşenlerin tepesine zillet inmez de ne olur?

Müslümanların birbirlerine karşı yumuşak, dost, merhametli, şefkatli olmaları gerekirken şu manzaraya bakınız! Kâfirlere karşı toleranslı ve pek nazik hareket eden birtakım Müslümanlar, bazı din kardeşlerine karşı kin ve düşmanlık kusuyor. O kâfir, bu münâfık, öteki sapık… Bu azgın ve cahiller, mü’mini tekfir edenin kendisinin kâfir olacağını bilmiyorlar mı?

Şalvarı on arşın bezden yapılmış, çok bolmuş… İslâm’da şalvardan dolayı üstünlük olur mu? Kur’an, “Allah katında en üstün olanınız en takvalı olanınızdır” buyuruyor, şalvarı en geniş olanınızdır demiyor.

Dervişlik taslayan şu adamlara gülmek gerekir. Dervişlik lafla olmaz. Ey sahte derviş! Kaç erbain çıkarttın, hangi mürşid-i kâmile teslim olup da seyr-i süluk yaptın? Nefsin hangi derecededir? Adam tarikata girmiş, on sene geçmiş, girdiğinde odun, şimdi yine odun. Böyle tarikat olur mu? Tarikat öyle bir müesese, öyle bir mekteptir ki, oraya nâkıs (ham) giren olgun olur, insan olur.

Gerçek, icazetli, samimî, Peygamber vârisi olan âmil âlimlere ve hakikî şeyh ve mürşidlere selam ve ihtiramlarımı arzederim, ellerinden ve eteklerinden öperim. Lakin şu samimiyetsiz, riyakâr, sahte âlim ve şeyhlere ne demeli.

Müslümanlardan dâva dâva diye milyonlarca dolar toplayıp da bunları deve edenler büyük adamlar mıdır, küçük sefiller mi?

Peygamber aleyhissalatü vesselam efendimiz, “Ümmetimin çeşitliliği geniş bir rahmettir” buyurmuştur. Peki birtakım türedi ve zıpçıktı heriflere ne oluyor ki, başka meşreblere bağlı olan, teferruata ait konularda başka tercihleri bulunan mü’minlere söğüp sayıyor, bin türlü hakaret ediyor, onların dinine dahletmeye gidecek kadar azgınlık yapıyor?

Din rantı yiyen bozuk adamlardan Ümmet-i Muhammed’e, bu memlekete hayır gelmeyeceğini ne zaman idrak edeceğiz?

Bu düzen kötüdür edebiyatı yapan, iş menfaate gelince bu bozuk düzenin rantlarına, kemiklerine köpek gibi saldıran uğursuzların İslâm’ı temsil etmeye hakları var mıdır?

Zâhirde düzen ve sistem düşmanlığı yapan, perde arkasından düzen ile anlaşmalı ve protokollu olan iki yüzlülerden, münafıklardan, riyakârlardan ne hayır gelir.

Mevlana Celalüddin Rumî hazretleri ne demiş: “Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün.”

İslâm’a bağlılık lafla, edebiyatla olmaz; işle, amelle olur. Namazı kılacaksın, zekatı vereceksin… Kanaatli, mütevâzı, alçak gönüllü olacaksın… Nemrud’luk, Firavun’luk, Neron’luk taslamayacaksın… Peygamberin sünnetine uyacaksın… Kibirden, gururdan, israftan uzak duracaksın… Emanete hıyanet etmeyeceksin, emaneti ehil olana vereceksin… Ben ben ben demiyecek, biz diyeceksin… Yalan söylemeyeceksin, verdiğin sözü tutacaksın… Yapamayacağın işler için yaparım ederim demiyeceksin… Nefs-i emmareni dizginlemeye çalışacaksın…

Peygamber, âhir zamanda gelecek uğursuz ve meymenetsiz bir tâife için “Onların dinleri paraları, kıbleleri karılarıdır” buyurmuştur.

İmamı Rabbanî hazretleri, Ashab-ı kiram için: “Siz onları görseniz deli derdiniz. Onlar sizi görseler Müslüman demezlerdi” buyurmuştur.

Ucuz edebiyatı, günlük dedikoduları, aptalca çekişmeleri, şeytanî kuruntuları bırakalım da Kitab, Sünnet, Şeriat aynasında kendimize bakalım. Biz ne biçim Müslümanlarız? 15 Eylül 2000