Rodolphe Guılland’ın “Etudes Byzantines” (Paris, 1959) (Bizans Tedkikleri) adlı kitabını geçen hafta okudum. Eser on iki konuyu inceliyor. Metinde ve notlarda yer yer Grekçe cümleler, kelimeler var; tercümelerini bile vermemiş. Eskiden bizde bütün münevverlerin Arapça ve Farsça bilmesi gibi, Avrupa’da da iyi okumuşlar Grekçe ve Latince bilirlerdi. Bizde de nice eski kitapta Arapça ve Farsça ibareler olur ve yanlarında bunların tercümesi bulunmazdı, çünkü iyi ve vasıflı bir tahsil görmüş Osmanlılar üç dile (Zengin Türkçeye,Arapçaya, Farsçaya) âşina idiler.

Zamanımızda Arapça ve Farsçadan vazgeçtim, doğru dürüst Türkçe bilen kalmadı.

Doğu Roma İmparatorluğu’nun, Bizans’ın vârisi Türkiye’dir, Türkiyelilerdir. Binaenaleyh, dünya üzerinde Doğu Roma ve Bizans tarihi, kültürü, sanatı konusunda birinci ülke, birinci millet biz olmalıyız. Fransa, coğrafya ve tarih itibarıyla Bizans’tan hayli uzak ama orada dünya çapında Bizans araştırıcıları, uzmanları; ihtisas kütüphaneleri, enstitüleri bulunmaktadır.Biz ise bu sahada çok geriyiz. Bırakın Bizans tedkiklerini, biz Türkiyat (Türkoloji) konusunda da çok zayıf, çok geri bir vaziyetteyiz.

Ülkeler, milletler, devletler muasır (çağdaş) medeniyet seviyesine otoyollarla, barajlarla, yüksek beton binalarla, havaalanlarıyla, maddî kalkınma ve zenginlikle çıkamazlar. Medeniyet öncelikle ilim, irfan, kültür, sanat, araştırma demektir.

Cep telefonu konusunda dünya birincisi olsak, en medenî ülke biz mi olacağız? Böyle bir kuruntuya inananlar zekâ özürlüdür.

En az beş üniversitemizde çok güçlü, çok faal Bizans tedkikleri kürsüleri veya enstitüleri bulunmalıdır. Buralarda son derece güçlü ve vasıflı hocalar dünya çapında bizantologlar yetiştirilmelidir. Bizans tarihi, kültürü, sanatı üzerine en değerli kitaplar Türkiye’de basılmalıdır.

Sadece Bizans araştırmaları mı? Hayır, daha en az on konuda ilmî ve akademik çalışmalar yapmamız ve dünya birincisi olmamız gerekir. Ermeni tarihi, kültürü, sanatı konusunda da Türkiye dünya birincisi olmalıdır.Şu anda bütün dünyada Türkçe konuşan milyonla Ermeni var ama Ermenice bilen kaç Türk bulunmaktadır?

Yunanistan’la uzun yıllardan beri çekişip duruyoruz. Çekişmede birinciyiz ama Yunan tarihi ve kültürü konusunda da yaya kalmışız.

Arap ve İslâm âlemi ile kültür bağlarımız son derece gevşektir. Suriye bizim kapı komşumuz, din kardeşimizdir; onunla dört asır birlikte olmuşuz ama şu anda bu ülke ile münasebetlerimiz aklın ve vicdanın kabul etmeyeceği kadar zayıftır, gevşektir.

Bizim menfaatlerimiz komşularımızla, bölge ülkeleriyle yoğun ticaret yapmaktadır. dünyayı babalarının çiftliği haline getirmek isteyen (Zaten yüzde seksen getirmişlerdir) uluslararası güçler bizim komşularımızla ticaret yapmamızı, onlarla sıkı kültürel ilişkiler içinde bulunmamızı istemiyor.

Arada Akdeniz var ama Mısır ile de komşu sayılırız. Her sene en az bir milyon Türkiyeli oraya, oradan da bir milyon Mısırlı bize gelmeli, gezip tatil yapmalı, görmeli, para harcamalıdır. Lakin böyle bir faaliyet yok. Niçin? “Mısır Müslüman bir ülkedir, orada kadınlar ve genç kızlar tesettürlüdür; bizim vatandaşlarımız Mısır’a giderlerse ahlâkları bozulur, dinci olurlar…” Bırakın şu safsataları yahu!

İran ile kültürel münasebetlerimizi, ticaretimizi, karşılıklı turizmi ilerletmeliyiz. İsfahan’ı, Kum’u gezen dostlarım öve öve bitiremiyor. Hem orada hayat oldukça ucuzmuş. Bir doktor dostum hanımıyla birlikte Kum’da çift yataklı temiz bir otelde geceliği on beş dolara kalmış.

Yine aynı terane… “İran ile kültürel, ticarî, turistik ilişkilerimiz yoğunlaşırsa dincilik bulaşabilirmiş…Biz bu kafa ile batmaya mahkûmuz!

Bazı iş adamlarımız, sanayicilerimiz Habeşistan’da tekstil fabrikası kurmuşlar, başka konularda üretim ve iş yerleri açmışlar ve çok başarılı olmuşlar. Habeşistan’ın bir kısmı Kanunî zamanında bir Osmanlı eyaletiydi. O ülke ile de ilmî, kültürel, ticarî ilişkilerimiz yoğun olmalıdır.

Cirmi küçük İsrail, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Orta Asya cumhuriyetlerinde büyük işler başarmıştır. Biz ise, Batı’nın telkinleriyle oraya lâiklik ve Latincilik götürmek için çırpınıp durduk. Şu anda Özbekistan ile Türkiye’nin arası son derece açık ve gergindir. Gidip gezmek için vize alamazsınız.

Türk üniversitelerinde yeteri sayıda İbranî lisanı, kültürü, kürsüleri kurulmalıdır. Şu anda Türkiye’de en hakim güç ve tesir Yahudilerinkidir. İsrail’in bütün Ortadoğu, bu meyanda Türkiye üzerinde dehşetli emelleri bulunmaktadır. Bilmemiz, kendimizi koruyabilmemiz için İbranî lisan ve kültürüne âşina güçlü elemanlarımızın bulunması gerekmektedir. İsrail’de güçlü bir Türkoloji geleneği ve çalışmaları var da, bizde niçin İbranî ve Yahudi tedkikleri yok? “Efendim böyle bir şeyi Yahudi dostlarımız istemez…” Bu bir mazeret midir? İstesin istemesin, sen öğrenmekle, bilmekle mükellefsin.

Maalesef Türkiye uzun yıllardan beri cahillikle, ilimsizlikle, kültürsüzlükle terbiye edilmektedir. Türkiyeliler zengin, yazılı, edebî Türkçeyi bile unutmuşlardır. Öyle zavallı, cahil, dar kafalı bir toplum haline getirildik ki, Ömer Seyfettin’in Hikâyeleri bile nice zamandan beri sadeleştirilerek yayınlanıyor. Ömer Seyfettin öleli bir asır bile geçmedi. Onun Türkçesi modernTürkçedir, çok sade bir Türkçedir. Onları sadeleştirmek bir kültür cinayetidir, kültürel bir intihardır.

Bir Fransız, Lozan Andlaşması’nın Fransızca metnini orijinal şekliyle okuyup anlayabiliyor da, bir Türk 1923’teki Türkçe metnini niçin okuyup anlayamıyor? Bu cahillik kendi kendine mi olmuştur; yoksa planlı, programlı, kasıtlı bir suikastın neticesi midir?

Kurtulabilmemiz için var gücümüzle ilme, irfana, kültüre, araştırmaya sarılmamız gerekiyor. Bunun için de ilk olarak zengin, edebî yazılı Türkçe öğrenmemiz icab eder. Fuzulî Divanının, Naima Tarihinin, Evliya Çelebi Seyahatnamesinin İslâm harfleriyle basılmış nüshalarını açacaksın, gürül gürül okuyup anlayacaksın ve bu kıraatten zevk ve haz alacaksın…Bu durumda değilsen aliene bir Türkiyelisin. Kendi edebî-yazılı anadilini iyi bilmeyen, yeterli miktarda bilmeyen kişi, parlak bir atom mühendisi de olsa cahildir. 09 Nisan 2003