Bizanslaşan Türkiye
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Salı
Sözle veya yazılı olarak yapılan kuru nazi nasihatların bir faydası olur mu? Belki bazı nâdir kişiler bunları dinler, kendilerini toplar. Lakin toplumları nasihatla düzeltmek çok zordur.
Nasihatla yola gelinmezse, devreye belâlar ve musibetler girer. Toplumlar bunlardan da mütenebbih olmazlar, uyanmazlar.
Sonunda azab gelir. Allah saklasın… Harpler, kıtaller, büyük vefiyat, düşman istilası, salgın hastalıklar, zelzeleler, su baskınları ve daha neler neler.
Ülke adım adım felakete gidiyor, kimsenin aldırış ettiği yok. Herkes kendi keyfinde. Ehl-i dünya dünyada, ehl-i ukba ukbada. Futbol hastaları futbol futbol diye sayıklıyor; siyaset hastaları kendi fırka ve hiziplerinin taassubu içinde koşuşturuyor; sağcı sağcılık, solcu solculuk yapmakla meşgul. Resmî ideoloji taraftarları, sahte laikler, çağdaşlar bu sistem bin yıl yaşasın emelini besliyor. Hitler de, Almanya için bin yıllık bir mutlu gelecekten bahsedip dururdu.
Küçük politikacılar küçük hesaplar peşinde koşuyorlar. Küçük ikballer, küçük şöhretler, küçük saltanatlar. Dindar kesimden nice saf ve ahmak kişi, İslâm nizamı kurulacak, Asr-ı Saâdet geri gelecek ümidiyle birtakım baronlara para veriyor, onları alkışlıyor.
Bu memlekette gerçek, vasıflı, yüksek, güçlü; hem İslâm’ı anlamış hem de çağı yakalamış Müslüman olsaydı ülke ve milet bu hallere düşer miydi?
Bizans’ın batmasına bir iki sene kala, o eski koskoca devlet artık İstanbul ve banliyösünden ibaret iken idareci sınıf içinde yine çekişme, yine rekabet, yine birbirinin ayağını kaydırma, yine fitne ve fesat, yine nifak ve şikak, yine entrika, yine sen ben dâvası varmış. Bizanslaşan toplumlar böyledir, tehlike çanları çalar, onların sağır kulakları duymaz. Nice alametler belirir, onların gözleri görmez. Akılları dumura uğramıştır, vicdanları nasır tutmuştur. Mideleri, şehvetleri, ihtirasları, menfaatleri, benlikleri için çalışır dururlar. Azap ve felaket tepelerine bininceye kadar.
Sovyetler Birliği çökmüş, marksizm iflas etmiş, kızıl rejimli Kuzey Kore’de son dört yıl içinde birkaç milyon insan açlıktan ölmüş ve bizdeki sosyalistler hâlâ Marksist-Leninist bir düzen getirmek için çalışıp çırpınıyor. Seçimlerde yüzde bir bile oy alamamışlar, hâlâ demokratik yollardan iktidar olacaklarını sanıyorlar. İçlerinde üniversite profesörleri, dış ülkelerde doktora yapmış, akademik unvanlar almış adamlar varmış. Ne faydası var. Hâlâ çıkmaz sokaktan geri dönmek istemiyor.
Birileri Alevî partisi kurmuştu. Böyle bir şeyin yürümeyeceği anlaşıldı. Sünnî partisi yürür mü? O da yürümez. İslâm’ı küçük siyasetin, hizipçiliğin, fırkacılığın üzerinde tutmak gerekir. Siyasî hizmet ve faaliyet yapılmasın mı? Elbette yapılacak ama doğru dürüst; akıllıca, hikmetli bir şekilde; ilimle, irfanla, yüksek siyasî kültürle, tecrübe ve birikimle, ehliyetle, liyakatle, istişare ile, ahlâk ve faziletle.
Cezayir’de Müslümanlar siyasî parti kurdular, seçimleri kazandılar da ne oldu? İktidarı alabildiler mi? Birileri iktidarı onlara verdi mi? FIS (İslâmî Selamet Cephesi) liderleri akıllı, hikmetli, cin fikirli olsalardı, iktidara geçeceğiz, bu bizim hakkımızdır diye diretirler miydi? Hudeybiye musalahasını (sulh anlaşmasını) yapan Peygamber’deki feraset, fetanet, iz’an, akıl, basiret olsaydı onlarda, bir miktar tâviz verir, biraz ric’at eder ve hem ülkelerini, hem kendilerini, hem de büyük Müslüman kütleyi felaketten kurtarırlardı.
İki buçuk yıldan beri kötüye gidiyoruz. Belâ ve musibetlerden ibret alınmıyor. İslâm dini nasihat dinidir. Kur’an, Sünnet, Şeriat, Tasavvuf hep nasihattir. Bunlardan ibret alan yok. Nasihatten, bela ve musibetten ibret alınmazsa, arkasından beteri gelir, azab iner. Ben bu satırları yazıp uyarıyorum da sanki uyanan olacak mı?
Herkes çarıklı erkân-ı harp, herkes Makyavel’in çömezi, herkes küçük satranççı. Üçtaş veya dama tekniğiyle dehşetli bir satrancı kazanmaya çalışıyorlar. Zavallı basiretsizler, muhterisler, Bizans vicdanlılar.
İşlerine ve hesaplarına geldiği zaman hukuk, demokrasi, insan hakları diye yırtınan kartel medyası yazarları, solcu ve hedonist aydınlar iki yıldır bu değer ve kavramları kullanmaz oldular. Onlar şimdi laiklik, resmî ideoloji, irtica tehlikesinden bahsediyor bol bol.
Onlar fazilete, hukuka, insan haklarına, gerçek demokrasiye dayalı bir cumhuriyet istemiyor; eski Atina’da olduğu gibi 20 bin hür vatandaşın ve 50 bin kölenin olduğu bir Atina demokrasisi sistemine taraftar bulunuyor. Millet çoğunluğuna ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi ve zenci gözüyle bakıyor.
Merve Kavakçı hadisesinde hukuktan, adaletten, insaftan, millî barış ve uzlaşmadan yana olmadılar, “teamül”den yana oldular. Teamül varmış, başörtüsüyle Meclis’e giremezmiş. Acaba bu teamül hukuka, insan haklarına, bu milletin kimliğine, gerçek demokrasiye, hürriyete uygun mudur, bu hususu müzakere etmek bile istemezler.
Hükümet kurulması hazırlıkları başlayınca kartel medyası ve egemen güçlü lobi ve azınlıklar Ankara’ya kurmaylarını gönderdiler, karargâhlarını kurdular. Kendi işlerini görecek, devlet bütçesini kendi müesseselerine pompalayacak bir iktidar istiyorlar.
Şu anda Türkiye kocaman bir tımarhâneye dönmüştür. Deliler çeşit çeşitmiş. Bir normal deliler var. Ayrıca zır deliler, zırzır deliler, hınzır deliler mevcut.
Birtakım ilerici, çağdaş, uygar kadınlar Ankara’da Anıtkabir’i ziyaret ederek dertlerini Atatürk’e iletmişler. Atatürk’ün annesi ve zevcesi Latife hanım da başörtülü, tesettürlü kadınlardı. Bu hususu hiç düşünmüyorlar mı?
Türbanı islâmî bir simge olarak kabul eden ve bu yüzden ona şiddetle ve hiddetle düşmanlık edenler yüzünden Türkiye bir hukuksuzluk, taassub (bağnazlık), insan hakları ihlali, kutuplaşma bataklığına yuvarlanmaktadır. Onlar cumhuriyetimizi bir muz veya ananas cumhuriyeti yapmak istiyor. Onlar, devlet bütçesini talan etmek için siyaseti kirletiyor, fitne ve fesat çıkartıyor.
Bu gidişin sonu iyi değildir. 19 Mayıs 1999