Cumartesi

Anayasada, “Herkes hürdür” diye yazılı olmakla iş bitmiyor. İnsan, vatanında korkusuz, güven içinde yaşayabilmeli ki, orada hürriyet olduğu anlaşılsın. Bu memleketin Müslümanları korkusuz ve güven içinde yaşayabiliyor mu?

Egemen azınlığa mensup güçlü biri çıkıyor ve haykırıyor: “Herkes bizim gibi düşünmeye, inanmaya, sevmeye mecburdur. Böyle olmayanlar düşmandır…” Böyle bir ülkede elbette hürriyet ve güven yoktur.

Tarihî ârızaların hâkim olduğu, resmî bir ideolojinin din gibi kutsallaştırıldığı ülkelerde din, inanç, inandığı gibi yaşamak, düşünce hürriyeti kısıtlıdır. Rejimin dogmaları, tabuları vardır. Onlara inanmayanlar, onlara uymayanlar çarpılır.

Din ve inanç bakımından bu topraklarda en büyük din hürriyeti Osmanlı sisteminde olmuştur. O sistemde her dine, her cemaate, her “millete” engin bir din ve inanç hürriyeti verilmişti. 1492’de İspanya’dan koğulan Yahudileri Osmanlı devleti kabul etmişti. O zamanlarda Avrupa’da insanlar inançları yüzünden diri diri yakılarak idam ediliyordu.

Şimdi gerçek demokrasiyle idare edilen, hukukun üstünlüğü sistemine sahip bulunan ileri ve medenî Batı ülkelerinde, Osmanlı’daki gibi geniş bir din hürriyeti ve güvenlik var. ABD, Kanada, İngiltere, İsviçre gibi ülkelerde yaşayan Müslümanlar İslâm’ın hüküm ve ilkelerini hayatlarına tatbik edebiliyorlar. Onların kıyafetlerine, tesettürlerine, namazlarına, zikrullah yapmalarına, on iki yaşından küçük çocuklarına din ve Kur’an dersi vermelerine karışılmıyor, aksine yardımcı olunuyor.

Bizdeki bugünkü sistem Osmanlı hürriyet ve toleransının tam tersi bir rejimdir. Karısı başını örttüğü, kendisi namaz kıldığı için bazı devlet memurları, yargı yolu kapalı olmak üzere işlerinden atılıyor. Müslüman kızların başörtülü olarak okullara ve üniversitelere gitmelerine izin verilmiyor, onların tahsil hakları engelleniyor. Dindar memurelerin başlarını örtmelerine karşı çıkılıyor.

Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti nasıl bir hürriyettir?

1. Bir Yahudi, dinî inançlarına göre başında kippa denilen küçük takkeyle gezip dolaşabiliyorsa, bir Müslüman da –istediği takdirde– imame ve islâmî kıyafetle dolaşabilmelidir.

2. Müslüman ve dindar bir kadın veya kız başörtüsü ile memuriyet ve öğrencilik yapabilmelidir. Nitekim bütün medenî ve ileri ülkelerde yapabilmektedir.

3. Dindar anne ve babalar on iki yaşından küçük çocuklarına din ve Kur’an dersi verdirebilmelidir.

4. Müslümanlar tasavvuf tekkeleri ve tarikatları açabilmeli ve isteyenler buralara giderek zikrullah meclislerine katılmalıdır. Masonların loca denilen tekkeleri ve kendi gizli âyinleri serbesttir de Müslümanlarınki niçin değildir?

5. Ortodoks Rumların patrikleri, Gregoryen Ermenilerin patrikleri, Musevilerin hahambaşıları ve diğer dinî cemaatlerin hepsinin ruhanî liderleri olduğu gibi Müslümanların da bir İmam-ı Kebir seçmelerine izin verilmelidir.

6. Müslümanların takvim, hafta tatili, kullanacakları alfabe konusunda da kendi dinî kimliklerinin gereklerini yerine getirmelerine imkân verilmelidir.

7. Şeriat, İslâm dininin uygulamaya ait hükümlerinin tamamına verilen isimdir. Hattâ Şeriat din ile müteradiftir (özdeştir). Bir Müslümanın Şeriat’ı kutsal tanıması, Şeriat’a taraftar olması çok tabiî bir şeydir. Müslüman olabilirsin ama Şeriatçı olamazsın; çünkü kendilerini devletin, milletin, vatanın, insan haklarının, hukukun, sağduyunun, aklın, mantığın, vicdanın, insafın, millî kimliğin üzerinde gören egemen bir azınlık Şeriat’ı istemiyor… Bu ne kadar saçma bir zorlamadır. Hıristiyan kendi dininin şeriatına, Yahudi Museviliğin şeriatına taraftar ve bağlı olduğu gibi Müslüman da kendi İslâm şeriatına bağlı, taraftar olacaktır.

8. İslâm dini kadına büyük saygı gösterir. Peygamber, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuştur. İslâm’ın kadına değer vermediği, onun haklarını çiğnediği, erkekle kadını eşit tutmadığı gibi iddialar hezeyandan ibarettir. İslâm ne erkeğe, ne de kadına şeytanî ve zararlı hürriyet tanımaz. İslâm’ın tanıdığı hürriyet şer’î, faydalı, hikmete uygun bir hürriyettir. İsviçre’nin bazı kantonlarında kadınların seçme ve seçilme hakkı yoktur. Bu yüzden o ülkeye geri, vahşi, mürteci, çağdışı diyen var mıdır? İsrail’de, sofu Yahudilerin oturdukları mahallelere sefer yapan belediye otobüslerinde erkeklerle kadınların yerleri ayrıdır. Bunu gayet tabiî karşılamak gerekir. İnsanların dinleri, inançları, kanaatleri neyse onlara uyulması gerekir. Medeniyet, hürriyet, insan hakları, hikmet gereğidir bu.

9. Bugün dünyada tek laik devlet Fransa’dır. Diğer büyük, ileri, medenî devletlerin anayasalarında laiklik ilkesi yoktur. Bizdeki laiklik ise kesinlikle laiklik değil, “Devlet dini” sistemidir. Kabinede bir din bakanı vardır, devletin bir “Diyanet İşleri Başkanlığı” vardır; yüz bin imamı, müezzini, müftüsü, vâizi vardır; beş yüzden fazla İmam-Hatip okulu vardır, on yedi İlahiyat fakültesi vardır. Din işleri için devlet bütçesinden trilyonlar harcanmaktadır. Böyle bir sisteme laik diyebilmek için kaçık olmak gerekir. Böyle bir laikliği bahane ederek bu Müslüman millete baskı yapanlar, din konusunda terör estirenler Allah ve tarih önünde suçludurlar.

10. Müslümanlara zulm eden dinsizler, din sömürüsünden ve tehlikesinden şikayet ediyorlar. Evet ülkemizde din sömürüsü vardır, ancak bunun sebebi Müslümanlara din hürriyeti verilmemesindendir. Din sömürüsünün tek ilacı Müslümanlara İngiltere’de, ABD’de, Kanada’da olduğu kadar din hürriyeti vermek, başlarına bir İmam-ı Kebir seçmelerine imkan tanımak, bağımsız bir teşkilat ve hiyerarşi kurmalarını sağlamaktır.

Türkiye’de rejim ile din kavgası bu şekilde devam ettiği müddetçe hiçbir iş düzelmeyecek; ülke, millet, devlet gerilemeye devam edecektir. Hiçbir rejimin ülkenin ve halkın dini ile savaşmaya hakkı yoktur. Bugünkü durum tarihî bir ârızadan ibarettir. Bu ârıza giderilmeli ve tarihî devamlılığa dönülmelidir. Asıl gerici, çağdışı, yobaz, medeniyetsiz, vahşi kişiler İslâm’a ve Müslümanlara savaş açmış olan militan dinsizlerdir. 13 Ağustos 2000