Bizdeki Büyük Medya
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Cumartesi
Günlük gazete okuyanların ve televizyon seyredenlerin memleketin, milletin ve devletin durumu hakkında bilgi edinmelerine imkan yoktur. Bizim bugünkü büyük medyamız bilgilendirmek, aydınlatmak için değil, şartlandırmak, propaganda yapmak için çalışmaktadır.
Türkiye için en büyük tehlike nedir? Onlar irticadır diyorlar. İrtica nedir? Açık söylemiyorlar ama anlaşılıyor, onların nazarında din, dindarlık irticadır.
Dine ve dindarlığa irtica diyen ve bunu ülkemiz için en büyük tehlike olarak gören medyadan ne hayır gelir. Böyle bir medyayı takib edenlerin beyinleri yıkanır, afyonlanırlar, şartlı refleksli mahluklar haline gelirler.
Bizim büyük medya önemli konuları gündeme hiç getirmez. Mesela vatanımızın doğu ve güneydoğu bölgesinin yıllardan beri boşaltılması, nüfustan arındırılması meselesi vardır. Halkı göçe zorlanan köylerin adedinin beş bine yaklaştığı söyleniyor. Bu köyler düzlenmiştir. Tarlaları ekilmiyor, toprakları her yıl erozyonla akıp gidiyor, ormanları, çalılıkları da tahrip ediliyor. Peki sonra ne olacak? Bizim bu doğu ve güneydoğu bölgemiz üzerinde hak iddia eden başka kavimler var. İleride fırsat zuhur edince oraya dışarıdan nüfus mu getirtilecektir?
Büyük gazetelerde, büyük televizyonlarda bu konunun haber, makale, fıkra, araştırma olarak ele alındığını bilen var mıdır? Bu konu sanki bir tabudur.
Türkiye’deki otomotiv sanayii de tam bir rezalet, sefalet, hıyanet manzarası ve tablosu arzediyor. Türkiye, Güney Kore gibi kendi yüzde yüz millî-yerli otomobilini üretip ihraç edemiyor. Bir takım çıkar grupları böyle bir şeyi kesinlikle istemiyor ve önlüyor. Peki bu sefalet, bu rezalet, bu hıyanet bizim büyük medyamızda işleniyor mu? Hayır, bu konu da tabudur.
Türkiye karnını doyurmak için dışarıdan buğday ve et ithal etmek zorunda kalıyor. Halbuki bizim ülkemiz birkaç yüz milyon halkı doyuracak miktarda buğday, et ve başka yiyecek maddeleri üretebilir. Lakin tarım ve hayvancılığımız sinsice ve haince baltalanmaktadır. İçteki ve dıştaki düşmanlar elbirliği yapmışlardır ve buğday ziraatini, hayvancılığı baltalayıp duruyor. Birkaç aile, şirket, grup et ithal ederek büyük servetler vuruyor. Onların kârının ve kazancının artması için bizim kendi hayvancılığımızın her geçen gün biraz daha gerilemesi gerekir.
Türkiye bir dış borç batağı içinde çırpınıyor. Artık bıçak kemiğe dayanmıştır. Devletin bütçesi borçların faizlerini ödemeye yetmeyecek hale geldi. Bunun sonu çöküştür, iflastır. Bu konu hakkında arada bir kırıntı kabilinden köşe yazarları falan çıkıyor ama büyük medya bunu gereken şekilde ele almıyor.
Bizim büyük gazete ve televizyonlarımız, işlerine geldiği zaman hukukun üstünlüğü sisteminden, demokrasiden, hürriyetten, temel insan haklarından bahseder. Fakat bunlar, Müslüman çoğunluğun menfaatine ise o zaman hiç sesi çıkmaz. Laiklik, çağdaşlık, resmî ideoloji gibi başka şarkılar okur.
Tarih boyunca batış ve çöküşlerden önce büyük merkezlerdeki halkı oyalamak, memleketin ve idarenin feci durumunu onlardan saklamak için eğlenceye, zevk u sefaya, çalgıya, çengiye, arena ve stadyumlardaki oyunlara büyük önem verilirmiş. Bizim medyamız da bu gibi şeylere önem vermekte, okuyucularını ve seyircilerini bunlarla uyutmaya, afyonlamaya, aldatmaya çalışmaktadır.
Peki, yekûn tirajları bir milyona yaklaşan islâmî, muhafazakâr gazeteler bu esnada ne yapıyorlar? Onların kimi baronlarının sihirli ve tılsımlı reçeteleri mucibince kendi yazarlarını sansür ederler, pembe gazeteler çıkartırlar. Kimisi patronlarının trilyonlarına trilyon katmak için uğraşır, holding bülteni hüviyetine bürünür. Kimisi de, din baronluğu sistemi içinde baronun ve baronluğun reklamını yapar.
Müslümanlar arasında saf, temiz, iyi niyetli kimseler var. Onlar bugünkü fitne ve fesattan, memleketin içinde bulunduğu vahim durumdan; siyasî, sosyal, kültürel kirlenmeden, güvensizlikten, tepemizdeki kara bulutlardan kurtulmak istiyor. Bütün bu olumsuzluklar gitse, gerginlikler bitse de rahata kavuşsak, işimizle gücümüzle huzur içinde meşgul olsak, namusumuzla kazansak, yesek diye düşünüyorlar.
Bir kısım da kötü niyetli, kötü ahlâk ve karakterli şerir kimseler var ki, onlar da, “Şu buhranlar bitse de, biz de rahat ve keyf içinde haram, şüpheli, şâibeli trilyonlarımızı kazansak, vurgunlarımızı vursak, nefs-i emmarelerimizi tatmin etsek; meftunu olduğumuz şöhretlerimize şöhret katsak, alkışlar ve övgüler devşirsek, riyasetler elde etsek” arzularıyla yanıyorlar.
Her iki tâifeye de derim ki: Bugünkü buhran öyle kolay bitmez. Hem dünya bozuktur, hem de ülkemiz sanki bozuklukların merkezindedir. Türkiye’yi el altından, perde arkasından idare eden egemen gizli güçler kesin kararlı ve azimlidir. Onlar işleri bitirmek istiyor. Hesapları, kitapları, hile ve hud’aları, mekirleri vardır. Bunlar korkunç şeylerdir. Lakin Allah’ın da hesabı, kaderi, iradesi vardır. Sonunda galip gelecek olan Allah’ın kazası, kaderi, iradesi, hesabıdır. Bunda kimsenin şüphesi olmasın.
“Filan partinin başkanı şöyle demiş… Feşmekân politikacı böyle demiş… Falan köşeyazarı şöyle yazmış… Genel kurulda sert münakaşalar olmuş… Biz iyiyiz, onlar kötüdür…” gibi dedikodularla uğraşanlara şaşılır. Memleket batıyor, onlar boş şeylerle uğraşıyor.
Aklı başında olan bütün vatandaşlar kendilerini, ailelerini, memleketi kurtaracak tedbirlere başvursunlar. Kimse “Bizim gücümüz yetmez” demesin. Dua etmek, sadaka vermek, fitne ve fesattan kaçınmak da bir hizmettir. Dünya işleri bozula bozula gidiyor. Öyle günler gelebilir ki, şimdiki günlerimizi hasretle arayabiliriz. 20 Haziran 1999