Bize Ne Oldu?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Pazar
Birinci Cihan savaşında Almanya mağlub oldu, 1918’te savaşı bıraktı. Kayserlik rejimi yıkıldı. Alman parası çöktü, ülke ağır tazminat ödemekten perişan oldu. Lakin Almanlar toparlandılar, yirmi sene sonra dünyanın yine en güçlü milleti haline geldiler. Hitler yeni bir dünya savaşına yol açmamış olsaydı, bugün Amerika’nın yerinde Almanya olacaktı.
İkinci dünya savaşını da yenik bitiren Almanya 1945’te kayıtsız şartsız teslim oldu. Büyük şehirleri bombardımanlarla yerle bir olmuştu. On milyondan fazla işe yarar erkek nüfusunu kaybetmişti. Devletleri yıkılmış, temel yapıları çökmüştü. Onlar bu ikinci büyük yenilginin ve yıkımın yaralarını da kısa zamanda sarmayı becerdiler. Harabeleri mâmure yaptılar, sanayilerini kurdular, kendi halkları kâfi gelmediği için dışarıdan milyonlarca yabancı işçi getirip çalıştırdılar. Hem onlara iyi ekmek parası verdiler, hem kendileri ihya oldular. Hiçbir Türk işçisi Almanya’da kazandığını kendi ülkesinde kazanamazdı. Almanya’daki Türkler, kendi vatanlarında sahip olmadıkları haklara sahip oldular. Emekli olanlara yüksek emeklilik maaşları ödendi. Maddî imkanların yanında Türklere din, inanç, vicdan, düşünce, inancına göre yaşamak konusunda son derece geniş hürriyetler tanındı. Almanya’da hiçbir dindar Müslüman 163’üncü, 312’nci maddeler gibi gayr-i âdil, anti-demokratik ceza maddeleriyle rahatsız edilmedi, cezalandırılmadı. Oradaki Müslüman kızlar okullara, fakültelere başlarını örterek gidebildiler.
Almanya, XX’nci asırda iki büyük harika gerçekleştirdi; iki kere yenildi, yerlere serildi, tekrar kalkındı, güçlendi, yükseldi.
Japonya İkinci Dünya savaşının sonunda iki atom bombası yedi, teslim olmak zorunda kaldı; o da kısa zamanda toparlandı, güçlendi, bir sanayi ve finans devi oldu, akıllara durgunluk verecek miktarda ihracat yaptı, 400 üniversitesinden güçlü insanlar yetiştirdi, Nobel’ler kazandı, bir tanesi günde 13,5 milyon satan günlük gazeteler çıkarttı; sadece sanayide, ticarette, maddiyatta değil edebiyatta, sanatta, düşüncede, mimarlıkta, keyfiyet ve mâneviyat ile ilgili sahalarda da büyük başarılara imza attı.
Bir de Türkiye’mize bakalım. Devletimiz çeşitli hıyanetlerle Birinci Dünya Savaşı’nda yenildikten sonra İslâmî bir ruh ve heyecanla Kurtuluş Savaşı verildi, Misak-ı Millî sınırları içinde yeni bir devlet kuruldu. İkinci Dünya Savaşı’na girmedik. 1945’ten beri, Rusya’ya karşı Amerika ve Avrupa devletleri tarafından desteklendik, yekûn olarak yüz milyarlarca dolarlık yardım gördük. Ülkemiz geniş, halkımızın sayısı çok, her tarafımız denizlerle çevrili, madenlerimiz bol ve çeşitli, petrolümüz de var ama nedense çıkartılmıyor. Sadece bor madeni bile kalkınmamız, zenginleşmemiz için yeterli. Bereketli topraklara sahibiz. Bizde çay, muz, hurma bile yetişiyor. Lakin bütün bu imkânlara, olumlu şartlara rağmen, Almanya ve Japonya ile mukayese edilecek olursa Türkiye çok kötü, çok geri, çok acınacak bir durumdadır. Bu iki büyük ülkeden vaz geçtik, Güney Kore yanında da çok güdük kalırız. Türkiye niçin böyle makus bir kadere mâruz kalmıştır?
Biz niçin Almanlar, Japonlar, Güney Koreliler gibi kendi yüzde yüz millî ve yerli otomobil sanayiimizi kuramadık? Biz niçin uçak üretemiyoruz? Biz niçin onlar gibi güçlü bir elektronik sanayiine sahip değiliz? Bizde niçin Samsung gibi bir firma yoktur? Bizim paramız niçin paçavra ve pul haline gelmiştir? Niçin bir dolar, bir buçuk milyon Türk lirasına yakın bir değer kazanmıştır? Biz niçin Nobel kazanamıyoruz?
Biz beyin yetiştiremiyoruz muyuz? Yetişiyor ama onlar da ilk fırsatta yurt dışına kaçıyor.
Türkiye nasıl çökmüştür, nasıl çökertilmiştir?
Bu çöküşü sadece dış komplo nazariyeleri ile izah etmek mümkün değildir. Biz içimizden çökertilmişiz; bunu anlamamız, bunu bilmemiz gerekir.
Şu koskoca ülke, bunca verimli toprağı olmasına rağmen artık ekmeklik buğdayını dışarıdan almak zorunda bırakılmıştır. Hayvancılığımız darbelendiği için etimizin bir kısmını da dışarıdan getirtiyoruz. Yağlı tohum ziraatimiz çökertilmiş olup, tankerlerle Amerika’dan yağ ithal ediliyor. Bizde eskiden ipekböceği işi vardı. O bile baltalandı, öldürüldü. Şimdi Çin’den, Brezilya’dan ipek ithal ediyoruz. Hollanda, yüzyıllar önce bizden aldığı lâle soğanlarını kendi ülkesinde yetiştirdi, şu anda çiçekçilik ile bizim bütçemiz kadar para kazanıyor. Güney Afrika’ya vaktiyle iki Ankara keçisi götürülmüştü, şimdi onlar Ankara keçisi yünleriyle servetlerine servet katıyor.
Üç tarafımız denizlerle çevrili ama balıkçılığımızın hali parlak değil. Biz vatan denilince sadece bir yüzölçümü rakamını anlıyoruz. Halbuki her yıl, Kıbrıs adası büyüklüğünde verimli topraklarımız erozyonla denize akıyor.
Kendi vatanımızın ekolojik düzenini tahrip ediyoruz, yeşillikleri betonluk haline getiriyoruz, ormanları şuursuz şekilde kesip tahrip etmekle meşgulüz.
Gırtlağımıza kadar borca battık. Onların faizlerini ödemekten âcize hale düştük, IMF tuzağında, çukurunda debelenip duruyoruz.
Kokuşma, hırsızlık, devlet ve millet malını çalma, saçı bitmedik yetimlerin haklarını yeme, bütçe hortumlama, banka boşaltma, hayalî ihracat konularında dünya şampiyonu olduk. Her yere okul binası doldurduk ama eğitim konusunda içimiz boşaldı, koflaştık. Yetmiş küsur üniversitemizde ilimden, uzmanlıktan, araştırmadan çok başörtüsü avcılığı yapılıyor.
İki kimlikli, iki dinli, iki çehreli; zâhirde Müslüman ve Türk görünen, gerçekte ise crypto Yahudi olan bir klik ve işbirlikçileri Türkiye’yi bu hale getirdi.
Türkiye tarihî devamlılık çizgisinden saptı, tarihî bir ârıza sonunda bugünkü acınacak hallere düştü.
Türkiye pekâlâ bir Almanya, bir Japonya olabilirdi. Onlar kadar olamasa bile mutlaka bir Güney Kore kadar sanayileşmiş, üretken, başarılı, zengin, çalışkan olabilirdi. Olamadı. Niçin, niçin, niçin?
Biz tarihte Osmanlı devlet-i ebed-müddeti gibi bir cihan nizamı kurmuş bir milletiz. Bize ne oldu?
Düşünmek gerek. Kafa yormak lazım. Beyinleri çatlatırcasına cevap aramak ve bulmak gerek. Çare ve çözüm üretmek gerek. Çıkış yolları bulmak gerek. 13 Mayıs 2002