Bizi Avrupa Birliği’ne Alırlar mı?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Yakın zamanlara kadar İslâmcılar, siyasal İslâm’ın temsilcileri, nice Müslüman aydın Avrupa Birliği’ne girmemize karşıydılar. Bu konuda nice kitap ve makale yazılmış, beyanat verilmiştir. Şimdi ise Müslümanlar genellikle Avrupa Birliği’ne girilmesine taraftardır. Bu sefer de, Atatürkçüler, çağdaşlar, militan lâikler cephesinde büyük bir tornistan olmuştur. Birliğe girildiği takdirde bugünkü rejimin ve statükonun kalkacağından endişe ediyorlar.
Türkiye gazetesi başyazarı tarihçi Yılmaz Öztuna Kasım 2000 tarihli ve “Demokrasimizin İlkeleri” başlıklı yazısında bizim kendimize mahsus demokrasimizin üç temel şartı olduğunu söylüyor:
Birincisi: “Devletin sınırları içinde bile herhangi tarzda otonomi isteyen bir parti yasa dışı sayılacaktır.”
İkincisi: “Dini, politikaya temel yapmak isteyen bir partinin istikbali olmayacak, lâikliğe aykırı bulunacaktır.”
Üçüncüsü: “Atatürk’e yöneltilecek bir hakaret, müsamaha görmeyecektir.”
Öztuna, Avrupalılar bizim bu şartlarımızı kabul ettikleri takdirde Birliğe girmemize taraftardır. Aynı gazetenin Atatürkçü ve lâik yazarlarından Altemur Kılıç ise Birliğe girilmesine şiddetle karşıdır.
Avrupalıların, Birliğe almak için bize teklif ettikleri şartlar ise bambaşkadır.
Bir kere, fikir, görüş, din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetlerini Batı ülkeleri seviyesinde kabul etmemizi istiyorlar. Onların bu şartı kabul edilirse derin devlet güçleri başörtüsü ile yaptıkları savaşa son vereceklerdir.
Avrupalılar bizdeki lâikliğin hakikî lâiklik olmadığını biliyorlar. Bunun da düzeltilmesi, Müslümanlara bağımsız dinî cemaat kurma, bunun başına ruhanî bir reis seçme, devletten tamamen ayrı ve müstakil bir dinî hiyerarşi kurma hakkı tanınmalı, imkanı verilmelidir. Devlet madem ki, lâiktir, o halde din işlerine karışmasın. Devletin resmî bir Diyanet İşleri Başkanlığı olacak, bir genel müdürlük seviyesinde olan bu resmî dairenin başkanını devlet seçecek, kabinede din işlerinden sorumlu bir bakan bulunacak, devletin beş yüz küsur imam-hatip okulu, on yedi ilâhiyat fakültesi olacak; bütün imamlar, müezzinler, müftüler devlet memuru olacak, devletten maaş alacak ve sonra da bu rejime lâik denilecek. Avrupalılar böyle bir sisteme lâik diyecek kadar aptal ve kültürsüz değildir.
Atatürkçülüğe gelince: Atatürkçülükle demokrasinin uyuşup uyuşmadığı hususuna girmeyeceğim. Lâkin ülkemizde şu anda herkes Atatürkçüdür. Atatürk’ün localarını kapattığı Masonlar Atatürkçüdür. İki kimlikli Sabataycılar Atatürkçüdür. Atatürk’ün hapse attırdığı ve onbeş sene zindanda kalmasına sebep olduğu Nâzım’ı delicesine seven Marksistler Atatürkçüdür. Ziya Gökalp ve Moiz Kohen Tekinalp milliyetçileri Atatürkçüdür. Peki bu Atatürkçülük nedir? Avrupalılar, Türk demokrasisinin değişmez maddesi olarak gösterilen bu Atatürkçülükle bizi Birliklerine kabul ederler mi?
Almanya’da Hıristiyan Demokrat Partisi oluyor da, Türkiye’de niçin Müslüman Demokrat Partisi olmayacak?
İngiltere’de ve öteki demokrat Avrupa ülkelerinde başörtülü kızlar üniversitelere serbestçe gidip okuyabiliyorlar da, Türkiye’de niçin okuyamayacaklarmış?
Dünyanın hangi medenî, ileri, hukuklu ülkesinde resmî ideoloji hâkimiyeti ve terörü vardır?
Millî iradenin ve hukukun üzerinde bir derin devlet heyûlâsı bulundukça tam bir demokrasinin kurulması ve yaşaması mümkün müdür?
Avrupalıların bizi birliklerine alacaklarını hiç sanmam. Oyalayıp duracaklardır. Türkiye, siyasî rejimi ve derin devleti İslâm’a karşı da olsa Müslüman bir ülkedir. Avrupa’nın temel kimlik maddelerinden biri ve belki birincisi ise Hıristiyanlık kültürüdür.
Türkiye Avrupa Birliği’ne alındığı takdirde tam demokrasi gelecek, geniş bir din ve inanç hürriyeti olacak ve Türkiye İslâm’a kayacaktır. Almadıkları takdirde, ülkemiz bu sefer başka birliklere girmek isteyecek, kayacaktır. Velhasıl içinden çıkılmaz bir durum.
Türkiye, İsviçre gibi Avrupa Birliği’ne girmeyen, girmek istemeyen bir ülke olamaz mı? Bunun için iyi idare edilmesi gerekir.
Şimdi bazılarına göre ülkemiz için en büyük tehlike İslâm’dır. İslâmî kalkınmayı, ilerlemeyi durdurma işini de milliyetçilere vermek istiyorlar. Onlara şu hususu hatırlatmak gerekiyor: Alparslan Türkeş’in cenaze törenindeki büyük mahşerî kalabalığı unutmamışsınızdır. Bir milyon vatandaş o karlı, soğuk günde nasıl haykırmıştı? Bir milyon hançereden Bismillah, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illallah sadaları çıkmamış mıydı? Asıl Türk milliyetçiliği, asıl Türkçülük Moiz Kohen’in (nâm-ı diğer Tekin Alp) milliyetçiliği değildir. Gerçek Türk milliyetçileri ve Türkçüler İslâm’ı inkâr etmezler, din ile savaşmazlar.
Bu memlekette iki büyük belâ vardır: Biri militan, azgın, kuduz din ve mukaddesat düşmanlığı; ötekisi din sömürüsü ve mukaddesat bezirgânlığı. Gerçek milliyetçiler, gerçek Türkçüler bu iki aşırılığın dışındadır. Çoğu dindardır. Dindar olmayanlar da din düşmanı, Müslüman düşmanı değildir. Milliyetçileri dine karşı kullanmak isteyen çokbilmişler hava alacaktır. Kazdıkları kuyuya düşeceklerdir. Türkiye’nin halk, devlet ve ülke olarak yücelmesini, iyiliğini isteyen herkes milliyetçidir. Lâkin Moiz Kohen (Tekin Alp) milliyetçiliği zararlıdır, merduttur, hain bir ideolojidir. Bu millet böyle zokaları yutmaz.
Moiz Kohen (Tekin Alp) milliyetçiliğinde ısrar ederseniz, köken itibarıyla Türk olmayan (fakat Türkleşmiş bulunan) milyonlarca vatandaşı küstürür, ülke birliğini yıkarsınız.
Türkiye’nin her şeyi var da, beyin unsuru yetersiz. Her kesimde kaliteli, güçlü, üstün, çağ seviyesinde, dürüst aydınlarımız, vasıflı beyinlerimiz olsa kısa zamanda düze çıkarız.