Türkiye’nin büyük şehirlerinden birinde, önce merkezî bir yerde gıda ve temel ihtiyaç maddeleri üzerine bir market açmışlar, güzel çalıştıkları için kısa zamanda büyük başarı kazanmışlardı. Sonra halka açılmışlar, büyük sermâye toplamışlar, şube üstüne şube açarak hem işi hem de hizmetleri büyütmüşlerdi. Dile kolay, bir şehirde irili ufaklı tam 48 market işletiyorlardı.

Sattıkları birçok madde ve malzemeyi fason olarak imal ettiriyorlar, bazılarını üreticiden alıp doğrudan doğruya tüketiciye sunuyorlar, bazısını da dışarıdan ithal ediyorlardı. Ben bu marketlerden birkaçını gezdim, gözlerime inanamadım. Demek Müslümanlar içinde de bu kadar başarılı, bu kadar işbilir, bu kadar işbitirir, bu kadar işe yarar, bu kadar müessir iş adamları vardı. Mağazalar tertemizdi. Bazı fiyatları inceledim; lüks (!) şarküteri dükkanlarında 8 bin liraya satılan bir hazır yemek konservesi, bizimkilerde sadece 4 bin liraydı. Etler, pirinçler, peynirler, sabunlar, yağlar hem çok kaliteli hem de çok ucuzdu. Bu bir harikaydı.

Dükkânlar müşteri ile dolup taşıyordu. Her sınıftan, her kesimden müşteriyi orada bulabilirdiniz. Çarşaflı hanımların yanında mini etekli bayanlar görülüyordu. Müşterek olan tek şey malların kalitesi, fiyatların ucuzluğu, hizmetin mükemmelliği karşısında herkesin memnun, minnettar ve müteşekkir olmasıydı.

Televizyonda yayınlanan reklamlarına milyarlar giden, bu yüzden maliyeti arttıkça artan deterjan, bizim marketlerde yarı fiyatına satılıyordu. Müşterilere sağlıklı beslenme, ucuz ve kaliteli mal alma, masraflardan tasarruf yapma konularında ofset baskılı güzel broşürler hediye ediliyordu.

Bu işin müteşebbisleri dindar ve münevver insanlardı. Ama dinî tarafı olmayan ilerici takımının da takdirini kazanmasını bilmişlerdi. Bunların tek şikâyeti. Bizim Marketler de içki reyonunun bulunmamasıydı. Diğer bütün ihtiyaç maddelerini buradan temin ediyorlarmış, içkiyi başka yerden alıyorlarmış.

Müessesenin genel müdürünün odasında bir kahve içtim, büronun dekorasyonuna hayran kaldım. Geleneksel Türk İslâm-Türk zevki ile çağdaş sanat başarılı bir şekilde sergilenmişti. Müdür bey bana, ilk fırsatta, fast food’un alaturka versiyonu bir lokantalar zinciri açacaklarını anlattı.

Eminim ki, o şehrin belediye işlerini bizim marketçilere verseler, kısa zamanda büyük ıslahat yaparlar, göz kamaştırıcı hizmetler görürler. Kendileri cidden tebrike layıktı.

İLGİUDEVLET BAKANLIĞININ DİKKATİNE

  • İstanbul’un sanat ve tarih kıymeti çok büyük eski câmilerlnden birinin mihrabında iki şamdan vardı. Üzerleri yazılı, tombak iki şamdan. Tombak, yâni civada eritilmiş altınla kalaylanmış ve asırların geçmesiyle üzeri altınlı oksid menevişleriyle, hârikulâde bir renkler cümbüşüyle ziynetlenmiş baha biçilmez iki şamdan. Bundan birkaç yıl önce birtakım bilmezler bu şamdanların küfünü (!) gidermek için bir kamyonete koymuşlar, Bakırcılara yollamışlar ve keçeli çarka tutturarak kıpkızıl bakır eylemişler. Şimdi mihrabın iki kenarında, fabrikadan yeni çıkmış gibi ışıl ışıl cascavlak parlıyorlar. Tarihî camiyi dolduran çiğ ve deccalî flüoresan ışıkları yeni silinmiş şamdanlardan geri dönüp gözlerinizin içinden beyninize, gönlünüze birer ok gibi giriyor. (Bazılarıysa sevinç içindeler, şamdanlar “parladı” diye.)
  • Boğaziçindeki Emirgân Câmiinde nefis hatlar vardı. Onların çoğu sırra kadem bastı. Sanat değeri bakımından müzelik, maddî kıymet açısından müzayedelik o levhalara ne oldu acaba?
  • İbâdethânelerimiz acayip levhalarla doldu. “MÜSLÜMAN KARDEŞİM PABUCUNU ÖYLE DEĞİL, ŞÖYLE TUT EMİ!. HIRSIZA DİKKATİ. ÜST RAFLARA AYAKKABI KOYMA, ORASI ŞAPKA YERİDİR!.” (Câmide şapkanın ne işi var?)
  • Asrın en büyük soygunu Türkiye câmilerinde yapıldı. Yekûn olarak değeri trilyonlarla ölçülebilecek tarihî halı ve kilimler yok oldu; yerlerine iğrenç, zevksiz, kimyevî boyalı, makina dokuması, tek renkli yaygılar serildi. Bu konuda kimse figan u feryat koparmıyor. Sadece dinsiz bir solcu dergi bu hâdiseyi kapak konusu yaptı, uzun bir ifşaat neşr etti. Sayısı yüzleri geçen İslâmî yayın organları nedense bu soygunun, bu kültür soykırımının üzerine gitmediler. Farkında mı değiller?
  • Küçücük bir câmideyiz. Her taraf mikrofon, hoparlör dolu. Kamet getiriliyor, imam efendi mihraba geçti, müezzin kad kametissalât dedi, fakat imam namaza başlamadı. Baktım, yakasına bir şey iliştirmeğe uğraşıyor. Meğerse mikrofon takıyormuş.
  • İbâdethânelerimizde bir kargaşalıktır gidiyor. Renk kargaşası: Yeşilin her çeşidi, pembe, kırmızı, mor, sarı… sanki renk kataloğu. Işık kargaşası: Her taraf ampul dolu. Bildiğimiz ampuller, flüoresan tüpler, dairevî lâmbalar, lunaparklarda sünnet düğünlerinde yakılan renkli ampuller. Mermerler, kefeki taşları, işlemeli kapılar, pencereler her taraf yağlı boya. Mihrapların iki yanında saçma sapan iki saat, (ikisi de alafranga, bari birini ezanî saate ayarlasalar.) Caminin mimarî yapısına hiç yakışmayan ucube âvizeler. (Ankara Kocatepe Camii’ndeki gibi.)

Bu konuda daha yazacak çok şey var. Diyanet İşleri Başkanlığının Vakıflar idaresi ile müştereken câmi iç mimarîsi, ibâdethâne dekorasyonu ve estetiği konusunda bir uzmanlar heyeti toplamasını diliyorum. Bugünkü hal bizi ele güne rezil ediyor. Gezen turistlerden utanmamız lâzım.

Diyanet ve Vakıflar ile ilgili devlet bakanlığını da harekete geçmeğe çağırıyorum.

Yazıktır, ayıptır, günahtır bu kadar zevksizlik ve tahribat.

GÜNDEME İLÂVE

Temel insan hak ve hürriyetleri içinde şu sayacağım maddeler de vardır: (1) Dinî inanç ve kanaatlerine göre giyinme hürriyeti. Hiçbir ilerici, Müslüman erkeklerin başlarına geçirdikleri serpuşlara, Müslüman hanımların örtülerine karışamaz. Müslüman hanım avukatların, başlarını örttükleri için mesleklerini icra etmelerine engel çıkartılması vahim bir insan hakları ihlâlidir. (2) Bir milletin bin yıldır kullandığı alfabe ve yazıyı yasaklamak, onu öz kültür köklerinden kopartmak da insan hakları ihlâline girer. (3) Yahudilerin cumartesisini, Hıristiyanların pazannı hafta tatili olarak kabul edip de Müslümanların cumasını tâtil olarak kabul etmemek, bu da insan haklarına aykırıdır. (4) Mason tekkeleri, rotary klüpleri, vesikalı kadın pazarları serbest ama Müslümanların tekke ve zaviyeleri yasak. Bu da insan hakları ihlâlidir.

İnsan haklarıysa, gündemde bunlar da vardır.

Bunlar tartışılamaz, bunlar çağdaşlığa aykırıdır, gibi yaygaraların hiçbir kıymeti yoktur. Konuşacağız, haklarımızı arayacağız, isteyeceğiz, meşru sınırlar içinde kalarak çatır çatır alacağız.

Amerika’nın kuyruğundan ayrılmıyorsunuz. Oradaki din ve inanç hürriyetine bakıp ibret alsanıza. Hem Amerikancılık taslayacaksınız hem de çoğunluğun din ve vicdan hürriyetini çiğneyeceksiniz. Yağma yok!

YAZIK!

Yoğun bir selefîlik propagandası yapılıyor, İbn Teymiyye’nin kitapları basılıyor, talebesi İbn Kayyım’ın eserleri tercüme ediliyor, Necid ihvancılığı hortlatılmak isteniyor. Banlardan Müslümanlara ve Müslümanlığa yarar gelmez. Bu faaliyetler bazılarına para temin eder ama, Ümmet’e yümn ü bereket sağlamaz. Arap âlemine bakınız, paramparça, perişan, zelil durumda. Selefîliğin hâkim olduğu hangi Arab ülkesinde gerçek bir İslâmî rejim kurulabilmiş? 1930’lardan beri, ilhamlarını İbn Teymiyye’den alan Arab İslâmcıları tek bir yerde bile başarı sağlayamadılar. Pakistan’da Mevdudî ne yapabildi? Selefîlerin edebiyatı parlak, ameliyatı başarısız ve sönüktür.

Selefîliğe paralel olarak bir Osmanlı düşmanlığıdır gidiyor. Osmanlıyı arkadan hançerlediler. Kudüs’e giren Allenby ordusunu davul zurna ile istikbal ettiler, sonunda Filistin’i yahudilere kaptırdılar. Hâlâ intibaha gelmiyorlar.

Müslümanlar ancak Ehlisünnet büyüklerinin yolundan giderek izzet ve zafere kavuşabilirler. Bu yol İmamı Gazalî’lerin, İmamı Rabbanî’lerin, Abdülkadir Geylânî’lerin, Halidi Bağdadî’lerin yoludur. Uçmak için iki kanat gerek, Şeriat ve Tarikat (tasavvuf, işin bâtın tarafı).

Selefîlik, mezhebsizlik, Teymiyyecilik mâceraları ile kaybedilecek zamana, harcanacak enerjiye, kaçırılacak fırsatlara, yitirilecek ümitlere acırım.

Kendisi gibi düşünmeyen mü’minleri şirkle, küfürle itham eden, müteşâbihatı zâhirî lügavî manalarına yorumlayarak tecsime (antropomorfizme) sapan, öze dönmek bahanesiyle kışırda ve şekilde kalan selefîlikten kim ne yarar görmüş ki, biz Türkiyeli Müslümanlar görelim?

İbn Teymiyyecilik, Ümmet çeşitliliğini inkâr eden, diyagramda pek küçük bir açıyı temsil eden aşırı bir cereyandır. Bu aşı Türkiye’de tutmaz.

Selefîlik, Teymiyyecilik “sevâd-ı a’zam” değildir.

17.12.1991