Böl, Parçala, Hükmet
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Pazartesi
Onlar bu memleketi sömürge, babalarının çiftliği, atalarının mandırası gibi gördükleri için saltanatlarını, hükümranlıklarını, hakimiyetlerini sürdürebilmek için “Böl, parçala ve hükmet” prensibini uyguladılar.
Onlar uzlaşmış, anlaşmış, kaynaşmış, birleşmiş bir halk istemiyorlardı. Halk, birbirine düşman, zıt, hasım, rakip kesimlere, kutuplara ayrılmış olmalıydı. Bu kesimler birbirleriyle çatışmalıydı.
Bu siyasetlerini başarıyla uyguladılar. Sünnî Müslümanlarla Alevî Müslümanları birbirlerine düşman ettiler. Bu iki kesim arasında ihtilaf yok muydu? Elbette vardı; bunu inkâr etmek aptallık olur. Ancak, yapılması gereken bu ihtilafları körüklemek değil; yumuşatmak, iki kesimi uzlaştırmak, yakınlaştırmaktı. Onlar tam tersini yaptılar. Sünnîler ve Alevîler birbirine düşman olmalıydı.
Bundan yirmi küsur yıl önce Kahramanmaraş’ta yaşanan facia kendi kendine mi olmuştur? Asla! Bu, planlanmış, programlanmış, kasıtlı şekilde tahrik edilmiş bir kardeş kavgasıydı.
Madımak otelinde otuz küsur kişinin dumandan boğulmasıyla neticelenen Sivas olayları, durup dururken, kendi kendine mi olmuştur? Hayır, asla. O acı hadise de kışkırtmaların sonunda patlak vermiştir. Birtakım karanlık güçler bu ülke halkının birbiriyle boğazlaşmasını istiyordu.
Sivas hâdisesinin baş tahrikçisi militan, fanatik, gözü dönmüş, ateist Aziz Nesin’dir. Büyük öykücüymüş, kitapları bilmem kaç dile çevrilmişmiş… Bunlar başka şeylerdir, benim dediğim başka şey. Birtakım karanlık güçler Türkiye’de kardeş kavgası çıkartmak istiyorlardı. Bunun için de Sünnîlerle Alevîlerin gırtlaklaşması gerekiyordu.
Bir adam var. Köken ve sosyolojik kimlik itibarıyla Sünnîdir. Bu adam Alevî vatandaşlarımıza akıl hocalığı ediyor. Ali’siz Alevilik diye yeni bir ideoloji ve kimlik oluşturmaya çalışıyor. Ali’siz Alevilik olur mu? Bu ne mantıksız bir şeydir.
Sadece Sünnîlerle Alevîleri birbirlerine düşman etmekle kalmadılar. Ülkeyi ve halkı Sağcı-Solcu, Dinci-Laik, İlerici-Gerici, Türk-Kürt diye kamplara, kesimlere, kutuplara ayırdılar.
Bütün bu ayırmaların, kutuplaştırmaların, birbirine düşman ve rakip etmenin bu ülke, bu millet, bu devlet için bir yararı var mıydı? Kuş kadar aklı, böcek kadar vicdanı olan bir insan bu suale hayır yoktu cevabını verir.
Bütün bu ayırımlar, kışkırtmalar, bölmeler, parçalamalar, düşman etmeler Türkiye’nin zararına olmuştur.
Elbette ki, isim vererek o kimseleri açıkça beyan etmeyeceğim. Yazımın başında onların bu ülkeyi, bu devleti babalarının çiftliği, atalarından miras kalmış mandıraları, bir nevi sömürgeleri olarak gördüklerini yazmıştım; aklı ve firaseti olan kişi, bunların “kimler” olduğunu keşfeder.
Bizim ülkemizde etnik köken, mezhep bakımından çeşitlilik vardır. Bu çeşitlilik sadece bize mahsus değildir. İsviçre’de dört lisan, iki mezhep var. Almanya’da protestanlar ve Katolikler var. İngiltere’de İngilizler, İskoçyalılar, Galler var.
Vatansever Türkiyelilerin; parçalamak, düşman etmek, birbirine düşürmek için değil, aksine birleştirmek, uzlaştırmak, anlaştırmak için çalışmaları gerekmez mi?
İstihbarat ve strateji uzmanı bir dostumuz ülkemizde kırk altı etnik grup olduğunu tesbit etmiş. Bence daha fazladır, altmış kadardır. Bunu tabiî karşılamak gerekir. Türkiye, Osmanlı cihan-devletinin enkazı üzerine kurulmuştur. Sadece 1860’larda Kafkasya’dan Rus işgal ve zulmünden kaçarak bize sığınan Müslümanların sayısı milyonlarcadır. Bunların lisanı şu anda Türkçedir, kimlikleri de Türkiyeliliktir. Bu genel Türkiyelilik kimliğinin altında birtakım alt-kimlikler olması tabîdir. Çerkeslik, Gürcülük, Abazalık, Boşnaklık, Arnavutluk, Tatarlık…
Bu memlekette Türklük-Kürtlük ikiliğini çıkartanlar da hep o sömürgeci zihniyetlilerdir. 1980’li yılları düşünüyorum. Ben Kürdüm demek ağır bir suçtu, sokakta Kürtçe konuşmak suçtu; tutuklanma sebebiydi. Bunlar ne kadar akılsızca, beyinsizce baskılardı. Yıllarca Kürtçe yayın yaptırmamak için direttiler. Sonra çeşitli baskılarla buna izin verdiler. Verdiler de ne oldu? Yüksek tirajlı Kürtçe gazeteler, dergiler mi yayınlandı?
Bu ülkede, bu vatanda Türkler, Kürtler, diğer etnik kökenliler karmakarışık şekilde, içiçe yaşıyoruz. Ülkenin her bölgesine dağılmış olan Kürtlerin ayrılması mümkün müdür?
Yapılacak iş, müşterek bir ana değer çimentosu ile ülke çeşitliliğini birleştirmek, perçinlemektir. Ama böyle bir şey sömürgeci zihniyetlilerin işine gelmez. Vaktiyle bu habîslerden biri meclis kürsüsünden “Hayır efendiler hayır! Ben kızıl zehre karşı yeşil zehri kullanamam…” diye haykırmıştı…
Ülkeyi, halkı, devleti daha fazla sömürmek, daha fazla soymak, daha fazla yolmak isteyenler halkı düşman kamplara ayırmakta belki bir dereceye kadar başarılı oldular ama Türkiye’nin de temellerini dinamitlediler, canına okudular.
Türkiye’nin devlet ve millet olarak darbelenmesinde dış düşmanların da tesiri ve rolü olmuş mudur? Bundan şüphe edenin aklından şüphe edilir.
Amerika, Avrupa, İsrail, Rusya, Çin, Hindistan Türkiye’nin güçlü olmasını asla istemezler.
Kürt meselesi elli yılı aşkın bir zamandan beri Siyonistler tarafından kışkırtılıp körüklenmektedir. Haçlılar, misyonerler Türkiye’yi yeniden bir Hıristiyan ülke haline getirmek için, öncelikle tarihî devamlılık şuurunu yıkmak, millî kimliği, millî birlik ve beraberliği berhava etmek istiyorlar.
Bazı üniversitelerdeki ceza hukuku kürsüleri uzun yıllardan beri niçin birtakım iki kimlikli, gizli ve esrarlı bir azınlığın aşırı ilgisini çekmektedir?
Türkiye’yi babalarının çiftliği, atalarından kalmış mandıraları gibi gören zihniyet son yarım asır içinde trilyonlarca dolarlık (mübalağa etmiyorum, trilyonlarca dolarlık) vurgunlar vurmuşlardır. Böyle yağlı bir geliri, böyle bir rantı, böyle bir altın madenini elden kaçırmak istemezler.
Bir Türkiyeli olarak her kesimden namuslu ve vatansever yurttaşlarıma sesleniyorum:
Çeşitliliğimiz, alt-kimliklerimiz ülkemiz için bir zenginlik ve güç kaynağı olmalıdır.
05 Ağustos 2003