Bolluk, Serbestlik, Refah, Zevk u Sefa, Gel Keyfim Gel
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 19 Aralık 2018
Bugün Müslüman halkın bir kısmı, hele üst tabakası akıllara durgunluk veren bir bolluk, zenginlik, refah, aşırı tüketim, lüks, saçıp savurma, geniş imkanlar içinde yaşıyor. Bu zenginlikle birlikte ahlâksızlık da arttıkça artıyor.
Öyle ki, zengin fahişelerin bir
ödeniyor, birtakım çılgınlar hela ve banyolarındaki madeni armatürleri altınla kaplatıyor, lüks lokantalarda adam başına
. Eski
Bizden daha zengin bir ülke olan Japonya’da zenginler 80-100 metrekarelik dairelerde otururken bizde
oturanların sayısı az değil.
Caddelerde meydanlarda zehirli dumanlar saçarak yol alan milyonlarca lüks otomobil… Marinalarda lüks yatlar…
Bu bolluğun, bu refahın, bu israfın, bu lüksün, bu keyif ve safanın, bu çılgın zenginlik ve israfın kaynağı, sebebi ve hikmeti nedir? Bu durum normal midir, yoksa anormal mi?
Allahın Kitabı Kur’an-ı Kerîm’in Mâide sûresinin 42’nci ayetinde “Andolsun, senden önce diğer ümmetlere de elçiler gönderdik…Sonunda yalvarıp tövbe etsinler diye onları yoksulluk ve afetlerle yakalayıp cezalandırdık” buyruluyor.
Beyzâvî tefsirinde bu ayetin açıklamasında: “Ama onlar inkâr ettiler. Gönderilen elçileri yalanladılar, biz de onları şiddet ve fakirlikle, zarar ve afetlerle yakaladık. Tá ki, Bize itaatkâr olsunlar, günahlarından tövbe etsinler” denilmektedir.
Elmalılı Hamdi tefsirinde ise, “Ya Muhammed!.. Sen emin ol ki, senden evvel birçok ümmetlere biz resuller gönderdik… Tanımadılar, küfrettiler, biz de onları şiddetli fakirlik, geçim darlığı, hastalıklar, afetler ile sıktık, fakr u zaruret ile tuttuk, tazyik eyledik ki, tazarru etsinler, zilletlerini anlayıp isyanlarına tövbekâr olsunlar. Bizden (Allah’tan) bağışlanmak istesinler (…..) Velâkin etmediler, kalpleri gittikçe katılaştı. Uyanma ve toparlanma kabiliyetlerini kaybettiler, fakr u zarurete alıştılar. Şeytan da yapa geldiklerini alladı pulladı, kendilerine hoş gösterdi. Yaptıklarını fena olarak değil, iyi yapıyoruz diye yapmaya, şerri hayır, günahı sevap olarak görmeye başladılar. Artık tövbe ve rücu ihtimali kalmadı. Vicdanlar dondu, akıllar tutuldu, azıttılar da azıttılar” açıklaması yapılıyor.
Aynı surenin 44’üncü ayetinde şöyle buyruluyor: “Kendilerine yapılan uyarıları unuttular. (Bunun üzerine) onlara her şeyin kapılarını açıverdik. Kendilerine verilen bu genişlik ve serbestlik ile tam ferahlandıkları sırada, tuttuk, kendilerini yakalayıverdik…”
Elmalılı tefsirinde: “Şiddetlerden ve sıkıntılardan sonra onlara öyle bir hürriyet ve refah verdik ki, maddî mânevî bütün engelleri kaldırdık. Her taraftan üzerlerine nimetler saçtık, iyi kötü, her şey kendilerine bol bol açık bulunuyordu; her türlü rahatlar, sıhhatler, zaferler, muvaffakiyetler, zevkler safalar önlerinde hazır idi, ne arzu etseler bulacak, ne isteseler yapabilecek hale geldiler, kendi iradelerinden başka kendilerini durduracak ve kayıtlayacak hiçbir şey görünmüyordu. (…..) Tuttukları yolun iyi olduğuna, bütün bunları hak ettiklerine ve her türlü sorumluluktan azade bulunduklarına hükmettiler. Hiçbir kayıt, hiçbir kaygı duymaz oldular, her şey kendilerininmiş, Allah ve ahiret yokmuş gibi zevk u safaya daldılar, keyiflerini çattılar. Tam böyle ferahlandıkları, gel keyfim gel dedikleri sırada kendilerini birden bire bastırıp yakalayıverdik. O anda İblis gibi bütün ümitleri kesildi. Ümitsizlik içinde donakaldılar” denilmektedir.
Bizim halkımız yakın tarihte çok sıkıntılar çekti,
Sıtma ve veremle kıvranan milyonlarca insan…
Sonra Cenâb-ı Hak lütfetti,
Rahatımız ve hürriyetimiz gide gide çoğaldı. Halkın bir kısmı zenginleşti, müzeyyen evler yapıldı, saray gibi yazlıklar, havuzlu villalar, milyonlarca lüks otomobil. Firavunun sarayında bile bulunmayan lüks, konfor, şatafat… Üzerinde bir kuş sütü eksik sultanî sofralar… Hızlı trenler, her yere uçup konan uçaklar, bayram tatillerinde Maldivler’e, Seyşeller’e zevk u sefa sürmeler, içkiler, kumarlar, binbir çeşit fuhşiyyat, daha neler neler…
Heyhat!.. Bu zenginlik, bu rahat, bu konfor, bu lüks, bu israf, bu zevk u sefa, bu tantana ve şaşaa içinde nice
Dünyanın bir imtihan yeri ve mezraa olduğunu unuttular.
, israfa ve sefahate daldılar.
Ümmetin dindarları
farizasını ihmal etti.
Yüksek binalar yapıldı, binalarda zinalar yapıldı. İçki, kumar, fuhuş, irtişa, irtikap, beyinsizliğin ve azgınlığın her çeşidi yayıldı da yayıldı.
Milyonlarca insan Allah’a karşı vazifelerini unuttu, cep telefonuna ve televizyona verilen önem kadar namaza, ibadete, zikre, salih amellere önem verilmedi. Bilenler bilmeyenleri uyarmadı.
Tuzu kuru olan kesim, bütün bu nimetlerin Allah’tan olduğunu düşünmediler, bunların şükrü edilmezse ellerinden alınacağını hatırlarına getirmediler.
Gaflet karanlıkları yoğunlaştıkça yoğunlaştı. Milyonlarca Müslüman bu sorumsuzca gidişata uydu, akıntıya kapıldı.
Sabah ezanları okundu, birkaç ihtiyardan ve sâdıktan başka camiye giden olmadı.
Mübarek ramazanlarda, beş yıldızlı sefahat mekânlarında, o içki içilen, domuz eti yenilen yerlerde mutantan ve muhteşem iftar ziyafetleri verildi. Gaflet öylesine kesif hale gelmişti ki, o iftarlardan sonra akşam namazları yatsıya 5 dakika kala paldır kültür, yalap şalap kılındı.
İnsî şeytanlar Ümmet-i Muhammedi yüzlerce hizbe, fırkaya, cemaate, gruba, kliğe ayırdılar. Tefrika, nifak ve şikak, çekişme ve tepişme aldı yürüdü. Gıybet ve nemime ayyuka çıktı. Allah’ın kardeş kılmış olduğu nice mü’min birbirine düşman oldu.
Müslümanlar otomobilleriyle, fahir elbiseleriyle, müzeyyen meskenleriyle, göz alıcı mobilyalarıyla övünmeye başladılar. Fakirler, işsizler, bîçareler ezildikçe ezildi; zenginler yedikçe yedi, saçıp savurdu.
Bu bolluk, bu refah, bu aşırı zenginlik, bu baş döndüren kalkınma onlara pek hoş ve sevimli geldi. Durum çok iyidir, istikbalimiz çok parlaktır, nurlu ufuklara koşuyoruz demeye başladılar…
Yukarıda meâllerini verdiğim ayetlerle ilgili olarak, bundan otuz yıl kadar önce Cerrahî şeyhi merhum
şöyle söylemişti: “Dün gece Elmalılı tefsirini okurken bu ayetlerle ilgili yorumlar beni çok düşündürdü, dehşet içinde kaldım.”
Sakarya taraflarında 95 yaşında, çok yaşlı ve hasta bir kadın, tek başına izbe ve sefil bir yerde yaşıyor.
Parası olsa, soba yakacak gücü yok. Yemek de pişiremiyor, Allah razı olsun komşular arada bir, bir şeyler gönderiyor. Kadın aylardan beri bir lokma et yememiş. Kendisini ziyaret edenlere ağlayarak bunları anlatıyor.
İnternette kadının fotoğrafını gördüm, hikâyesini okudum. Müslümanlık ölmüş… İnsanlık ölmüş…
Böyle bir kadına ömrünün son günlerini
geçirmesi için Müslümanların zekat vermesi gerekmez mi? Bu kadıncağız zekât ayetindeki fakir ve miskin sınıfına giriyor. Soba yakamadığı, yemek pişiremediği için ona günde bir iki saat hizmet edecek biri de lazım. Müslümanların bu hizmetçinin masrafını da üstlenmeleri gerekir. Zekat konusuna temas eden yazılar kaleme alınca,
Filan cemaat Venezüela’da hayırlı hizmetler yapıyormuş… Onların hizmetini inkâr eden yok, benim dediğim, Türkiye’deki zekâta muhtaç fakir, miskin, borca batmış, gurbette perişan olmuş mülteci Müslümanlara zekât verilmesidir.
Gerçek ve olgun Müslümanlar merhametli insanlardır. Dinimiz “merhamet etmeyene merhamet edilmez” buyuruyor. Fakir ve sefil Müslümanlar açlıktan intihar edecek…
Üç gün aç kalan
…
Ve birtakım cemaatler, dernekler, vakıflar zekâtları
yine keyfe má yeşâ harcayacaklar. Bendeniz bir Müslüman olarak buna tabiî isyan ederim.
Elbette yeni camiler yapılacak, lakin zekât parasıyla yapılmayacak. Elbette hayırlı, faydalı, İslâmî hizmet ve faaliyetler yapılacak, lakin zekât parasıyla değil.
Kur’ân namazın nasıl kılınacağını bütün ayrıntılarıyla açıklamamış, biz namazı Efendimizin Sünnetine göre kılıyoruz. Nitekim “Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız, siz de öyle namaz kılınız” buyurmuşlardır.
Kur’ân’da zekâtın kimlere verileceği çok açık, çok seçik, çok ayan beyan bildirilmiştir.
Ulema efendilerimiz,
bildiriyor
Bunlar yapılmasın mı? Böyle bir şey diyen yok. Müslümanlar böyle şeyler için ayrıca para verecekler.
95 yaşındaki hasta, aç, perişan, soğuktan tir tir titreyen, gözyaşları döken ihtiyar kadının vebáli hepimizin üzerinedir. Arzu eden cemaatçiler bendenize sövüp sayabilir. Eyvallah!.. 15 Ocak 2011