Boyları Devrilsin!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 11 Aralık 2018
İslam, ibadet
ve yüksek ahlâk dinidir. Bu ikisi birbirinden ayrılmaz. Gerçek Müslüman hem ibadet eden, hem de ahlâklı ve faziletli olan bir insandır.
Namazını kılıyor, orucunu tutuyor, hacca gidiyor ama dinin yasak ve haram kılmış olduğu nice ahlâksızlığı yapıyor. Yalan söylüyor, vaadinden dönüyor, emanete hıyanet ediyor, haram kazanıp haram yiyor, gıybet ediyor, diliyle insanlara zarar veriyor, lüks, israf ve sefahat içinde yaşıyor… Böylesi gerçek dindar değildir, münafıktır, fasıktır, facirdir, canavardır.
Müslüman, yaşayış tarzında, hayatında Resulullah’a (Salat ve selam olsun ona) uyan, onu kendisi için örnek ve model kabul eden kimsedir. Hem ibadette, hem de ahlâkta ona uyacaktır. Bugün Türkiye Müslümanları hem ibadet, hem ahlâk konusunda büyük noksanlar ve ayıplar sergiliyor.
İbadetlerin en önemlisi olan namaz yüzde doksan terk edilmiştir. Ahlâkımıza gelince korkunç bir kriz içindeyiz. İslamcı geçinen birtakım haşarat, dinin kesinlikle yasak etmiş olduğu her haltı yemektedir.
Bu haşarat Müslümanların adını kötüye çıkartmış, yüzlerini kara etmiştir. Bir dinsiz bir Müslüman’a gerici, tutucu, eski kafalı diyebilir ama asla ve asla ona yiyici, sahtekâr, yalancı, güvensiz adam diyememelidir. Bir dinsiz, Müslüman’ın arkasından “O vatandaş çağdışıdır ama doğruluğuna ve adaletine diyecek yoktur” demelidir.
Müslüman, insan olmak hasebiyle hata edebilir, günah işleyebilir, yanlış yapabilir ama şunları kesinlikle yapmamalıdır:
1. Yalan söylemek… 2. Verdiği sözden dönmek… 3. Emanete hıyanet etmek… 4. Haram yemek… 5. Saçı bitmedik yetimlerin, fakir halkın hakkını yemek… 6. Gıybet ve nemime yapmak… 7. Başkalarının karılarına, kızlarına, bacılarına kötü gözle bakmak, onların namusuna dil ve el uzatmak… 8. Kara, kirli, haram servet sahibi olmak… 9. Lüks ve israfa batmak… 10. Adaletsizlik yapmak… 11. Komşularına kötülük yapmak, onları rahatsız etmek… 12. Kindar olmak, intikam almak…
Çağdaş Türkiye’de İslam’a en büyük zararı verenler, en ağır darbeleri vuranlar ahlâksız sahte dindarlardır. Bu ve aynı konudaki önceki yazılarımla bir nebzecik de olsa emr-i maruf ve nehy-i münker
vazifemi yaptığıma inanıyor, ahlâksız İslamcıları, sahte Müslümanları Allahü tealaya havale ediyorum. Boyları devrilsin!
Bendeniz edebiyatçı değilim, tumturaklı derin laflar edemem.
‘nın kaba Türkçe dediği çok sade ve açık bir dille yazarım. Merhum üstad Necip Fazıl bir keresinde, “Şevket, sen konuşur gibi yazıyorsun” demişti.
Bazıları ağır ve anlaşılması güç bir dil kullandığımı iddia ediyor. Tamamen haksız ve yersiz bir iddiadır bu. Bundan daha açık, bundan daha sade, bundan daha yalın bir Türkçe ile yazamam. Zaman zaman bugün fazla kullanılmayan bazı kelimeler kullanırım.
Okur-yazar bir Türkiyelinin ne mal olduğu yazılı edebî Türkçesinden anlaşılır… Herkes elbette büyük şair ve edip olamaz ama lise ve üniversite bitirmişlerin
kullanmaları gerekir.
Bugün Fuzuli’nin Türkçesiyle konuşup yazmıyoruz ama kültürlü bir Türkiyelinin Fuzuli’nin Türkçesini anlaması gerekir.
Maddî imkânım olsa, hacimleri küçük de olsa edebî Osmanlıcayla gazeteler, dergiler, kitapçıklar yayınlarım. 1928’den önceki Türkçe kitapları, evrakı, mezar taşlarını, kitabeleri okuyamamak bir Türkiyeli için büyük kültür ayıbıdır.
Bugün başbakan diyoruz. Daha önce
deniyordu… Osmanlılar
diyorlardı. Kültürlü insanlar bunları bilecektir.
Dış İşleri Bakanı…
Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı…
Genelkurmay Başkanlığı…
Din Görevlileri…
Temyiz Mahkemesi… Yargıtay… Danıştay…
Sayıştay…
Kabine…
Büyükelçi…
Lise ve üniversite mezunuysan zengin ve edebî Türkçeyi bileceksin, anlayacaksın. Mektubunun başında “Lütufnâme-i âlileri vâsıl-i dest-i âcizî oldu…” diye yazmasan bile bu cümlenin mânasını bileceksin.
A muhterem
mahdumunuza İngilizce hocası tutmuşsunuz; ona bir de ehliyetli, muktedir ve liyakatli bir
tutsanız ne iyi edersiniz.
Başta tenkit edenler olmak üzere
ve selamlarımı arz u takdim ediyorum. 02 Ağustos 2012