Çarşamba yazısı çıkmamıştır.İngiliz, Amerika, Kanada, Alman, İsviçre demokrasilerinde bir Türk’ün din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti var da; Türkiye’deki kısıtlı ve güdük demokraside yok. İngiltere’de veya Norveç’te yaşayan bir Türk ailesi on iki yaşından küçük çocuklarına yaz tatilinde din ve Kur’an dersi verdirebilir ama Türkiye’de verdiremez.

Sadece din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti değil, diğer bütün hürriyetler kuşa çevrilmiştir, kısıtlanmıştır. Türkiye bir hukuk devletiymiş… Bir hukuk devletinde binlerce memuru hükümet kararı ile işinden atmaya kalkmak düşünülebilir mi?

Vatandaş, yirmi senelik devlet memurudur. Çalışkandır, dürüsttür, başarılıdır, defalarca ödül ve aferin kazanmıştır. Sonra bir gün, bu memur vatandaş, yargı yolu kapalı olmak ve bütün hakları yakılmak suretiyle işinden atılır. Neymiş dindarmış, karısı başını örtüyormuş, içki içmiyormuş, altın yüzük takmıyormuş, balolara katılmıyormuş… Bir hukuk devletinde böyle haksızlıklar olur mu?

Anayasamızda devletin bir hukuk devleti olduğu yazılıdır. Sadece yazıda, teoride kalan bir hukuktur bu.

Lise mezunu olan, yüksek tahsil yapmamış bulunan bir hükümet büyüğü, Anayasa Mahkemesi başkanlığı yapmış, büyük bir hukuk ihtisas ve kültürüne sahip bir cumhurbaşkanına hukuk dersi veriyor. Ne günlere kaldık!

Cumhurbaşkanımıza aba altından sopa gösterenler var. Bunlar ne saf ve ebleh adamlarmış. Onlar sopa gösterecek ve Cumhurbaşkanı da korkup, hizaya gelecek, istediklerini yapacak. Ne boş hayallerdir bunlar.

Türkiye’de laiklik varmış. Bu da kocaman bir yalandır. Bizdeki sistem “Devlet dini” sistemidir. Siyasî rejim, derin devlet, kendilerini milletin üzerinde gören egemen gizli azınlıklar dine ve dindarlara baskı yapmaktadır. Böyle laiklik olmaz. Cesaretleri varsa gerçek laikliği getirsinler. Önlerinde iki şık vardır:

Ya gerçek laikliği getirip Müslümanlara din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hürriyeti verecekler, din ile devleti gerçekten ayıracaklardır.

Yahut İngiltere’de olduğu gibi din ile devlet uyumunu sağlayacaklardır.

Her iki halde de bitecekler, yıkılacaklardır. Onun için statükoyu devam ettirmek için çırpınıp duruyorlar.

Bu ne biçim demokrasi ve hukuk devletidir ki, Müslüman vatandaş kestiği kurbanın derisini istediği yere veremez; hacca istediği gibi gidemez.

Bu ne biçim demokrasi ve eşitliktir ki, on milyonlarca Müslüman vatandaşın, sayıları 100 bin civarında olan Sabataycı Yahudiler kadar hakkı, hürriyeti, haysiyeti yoktur.

Türk vatandaşı bazı kadınlara üzerinde TC anteti bulunan resmî vesikalarla fahişelik yapmak izni veren, bu kadınları çalıştıran madama ödül takdim eden bir rejim; Amerika’da tahsil görmüş, şık giyimli aydın bir Türk kadınının, başına eşarp örttü diye, kazanmış olduğu milletvekilliğini tanımıyor, onu Meclis’e sokmuyor, bunlar yetmezmiş gibi vatandaşlıktan çıkartıyor. Böyle demokrasi, böyle hukuk sistemi, böyle siyasî ahlâk olur mu?

Birtakım namussuz, şerefsiz, alçak herifler bankaların içini boşaltıp, trilyonları zimmetlerine geçiriyor ve fatura devlete ve millete çıkartılıyor. Böyle hukuk, böyle demokrasi olur mu?

Sivas’ta dindar halk tahrik ediliyor, bu yüzden müessif hadiseler ve çalkantılar oluyor, Madımak otelinde otuz üç vatandaş dumandan zehirlenerek can veriyor. Oteldeki dinsizlerden biri tabancasıyla iki kişiyi öldürüyor. Bu adam cezasız kalıyor, otuz üç vatandaş hakkında idam cezası veriliyor. Erzincan’ın Başbağlar köyünde camiden çıkan sünnî vatandaşların otuz küsuru kurşuna diziliyor. Önce katil zanlıları yakalanıyor, sonra serbest bırakılıyor ve mesele kapanıyor, kapatılıyor. Böyle eşitlik olur mu? Devletin ve rejimin, alevilerle sünnilere yapılan zulüm ve haksızlıklar karşısında aynı tavrı sergilemesi gerekmez mi?

Müslüman iş adamları gerici olmakla, yeşil sermaye olmakla suçlanıyor, tehditlere maruz kalıyor. Camilerdeki vaazlar ve cuma hutbeleri üzerinde büyük kontrol, sansür, baskı var… Müslüman kızlar üniversitelere alınmıyor… Müslüman ve tesettürlü memureler işlerinden atılıyor… Sakallı memurlar ve işçilere “ya sakalını keseceksin, yahut defolup gideceksin!” deniliyor… Diyanet İşleri personelinden; imamlardan, müezzinlerden, müftülerden, vaizlerden, din hocalarından İslâm dinine aykırı olan, onların inançlarına ters düşen taahhütnameler alınıyor… Ülkenin çoğunluğunu teşkil eden, askere giden, vergi veren on milyonlarca Müslüman vatandaşa sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya muamelesi yapılıyor… Atatürk’ün kapattığı Mason locaları açık, lakin Müslümanların tekkeleri ve dergâhları kapalı… İslâmî faaliyetleri kontrol etmek için binlerce ajana, casusa, provokatöre, hafiyeye bütçeden maaş ödeniyor ve bu adamlar ortalığı birbirine katıyor… İslâm ile irtica özdeş hale getirilmiştir, en mâsumâne dinî faaliyetler gericilik ve tehlikeli olarak görülüyor…

Soruyorum: Dünyanın hangi demokrat, hukuklu, medenî, ileri ülkesinde böyle aşırılıklar, böyle rezaletler, böyle zulümler yapılmaktadır?

Siyasetin üzerinde olması ve sadece devletin, milletin, vatanın hizmetinde bulunması gereken önemli bir devlet gücü şu anda tam manasıyla politikaya girmiş vaziyettedir. Türkiye buna benzer bir duruma 1910’larda düşmüştü. 1912-13 Balkan harplerinde bunun acısını çektik, devletimizin yarısı elden gitti. Yazık ki, tarihten ibret almıyoruz.

Türkiye kendini düzeltmez ve islah etmezse büyük felaketlere uğrayacaktır.

Din sömürüsünü bahane etmesinler. Müslümanları bu hale düşürenler onlardır. Türkiye’ye iyilik ve hizmet etmek istiyorlarsa din, inanç, inandığı gibi yaşamak, dinini hayata tatbik etmek hürriyetini sağlasınlar.

Cumhuriyeti bir Sabataycı veya Mason veya resmî ideoloji cumhuriyeti haline getirmek gayretleri netice vermeyecektir. Türkiye’nin bir millî kimliği, millî kişiliği, millî kültürü, bir tarihî devamlılığı vardır. Bu ülkenin batmasını istemiyorlarsa bunları tanımaya ve kabul etmeye mecburdurlar. Tarihî ârızalar ilelebed devam edemez. 24 Ağustos 2000