Cumartesi

 

İstanbul ilçelerinden birinde “Kutlu Doğum Haftası” münasebetiyle etkinlikler yapılmış ve İslâm dinine ve Şeriatına aykırı işler sergilenmiştir. Birkaç örnek veriyorum:

Mevlevî semazenlerle birlikte sahneye hanımlardan müteşekkil bir Semah ekibi çıkartılmış ve her iki grup birlikte döndürülmüştür.

Böyle bir şeye din izin vermez. İslâm dini ve Şeriatı, kadınlara gösterdiği büyük hürmet dolayısıyla birtakım sınırlandırmalar koymuştur.

Mevlevilikteki semalar tekke ve zaviyelerde yapılabilir.

Sadece usulüne, erkânına, şartlarına, âdâbına uyularak yapılabilir.

Sevgili Alevî kardeşlerimizin semah yapması arzu ediliyorsa, onların bunu ayrıca yapmaları uygun düşerdi. Bir de, Yüce Peygamberin doğumunu kutlamak için sahnelere hanımların çıkartılmasını geleneksel İslâm kesinlikle kabul etmez ve böyle bir şeyi saygısızlık ve sınırları çiğnemek olarak görür.

Filân ilâhiyat profesörü buna fetva vermiş… Böyle bir fetva makbul ve muteber olmaz.

İstanbul’un, ismini vermeyeceğimiz ilçesinde yapılan Kutlu Doğum etkinliklerinde Peygamberimizin ismi her defasında çıplak olarak kullanılmıştır. Ne “Hazret-i” denilmiştir, ne de bir kere bile olsun Salat-u selam getirilmiştir. Bu da büyük bir saygısızlıktır.

Yine bu toplantıya, Diyalog taraftarı bir cemaate mensup kız öğrenciler, Yüce İslâm dininin kabul etmediği bir kıyafetle sahneye çıkartılmıştır. Başları açık, etekleri kısa, tuvalete benzeyen beyaz elbiseler içinde.

Bırakın İslâm’ı, geleneksel Yahudilik bile kadın erkek birlikte böyle karışık dinî merasimler yapılmasına izin vermez.

Böyle şeyler, daha ziyade protestan kiliselerinin etkinlikleri meyanındadır.

Birtakım din görevlilerine, ilahiyatçılara, İslâmcılara, diyalogçulara hitap ediyorum: İslâm’a, Kur’ân’a, Şeriat’a, Sünnet’e aykırı etkinliklerle dine hizmet edilmez. Bu gibi ölçüsüz, saygısız, sınır aşıcı etkinlikler sonunda

tokatlar

gelebilir. Tokat ne demektir, bilir misiniz?

Sevgili Peygamberimiz (Salat ve selam olsun O’na) anılacaksa, O’nun doğum yıldönümü kutlanacaksa; bunun

mutlaka mevrid-i nassa, şer’î ölçülere ve hükümlere, Sünnet’e, İslâm dininin temel kurallarına uygun olması gerekir.

Bu gibi etkinlikler öncelikle camilerde yapılmalıdır.

Başka mekânlarda yapılacaksa, İslâm dinine ve şeriatine uygun olarak yapılmalıdır.

Peygamberimizin doğum günü kutlanıyor ve Resûl-i Kibriya, Fahr-i Kâinat aleyhi ekmelüttahiyyat Efendimizin isminin başına Hazret-i getirilmiyor ve ona bütün toplantı esnasında bir kere bile salat ü selam okunmuyor… Böyle bir şey İslâm terbiyesine, Türkiye terbiyesine yakışır mı?

“Efendimiz, Diyalog yaptığımız sevgili Nasranî kardeşlerimiz hazret mazret demiyorlar, sadece Jesus diyorlar, biz de onları taklid ediyoruz…” diyenler çıkacaktır.

Onların bu mazereti makbul değildir. Özürleri kabahatlerinden büyüktür. (Bir kavmi (toplumu) taklit eden onlardan olur” hadîsini kendilerine hatırlatırız…

Kutlu Doğum kutlamalarına evet… Bu kutlamalardaki dine aykırı şeylere hayır…

Tekrar ediyorum: İlahî Tokat yersiniz ve perişan olursunuz…

Papazlarla Sarılıp Öpüşen Hocalar

1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edildiğinde ve iktidar Sultan Abdülhamid’ten alındığında Selanik’te birtakım basiretsiz sarıklı İslâm hocalarının “Yaşasın hürriyet, yaşasın Kanun-i Esasî, yaşasın Meşrutiyet…” avazeleri içinde papazlarla öpüştüğünü tarih yazıyor.

Elbette bütün sarıklılar, bütün din hocaları böyle yapmamıştır ama maalesef yapanlar da olmuştur.

Aradan dört sene geçmedi, Balkan Harbi patladı ve koskoca Rumeli elimizden gitti. Ne Selanik kaldı, ne Yanya, ne İşkodra…

Hoca olmak başka şeydir, siyasetten anlamak başka şey…

Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinden ve Fer’iye sarayında gaddarca şehid edilmesinden kısa bir müddet önce İstanbul’da bir “Softalar Yürüyüşü” yapılmıştı. Süleymaniye’den, Beyazıt’tan ta Sirkeci’ye kadar binlerce sarıklı talebe-i ulûm yürümüştü. Bu sarıklılar kimin nam ve hesabına yürümüştü? Midhat Paşa’nın…

Birtakım kurallar vardır ki, onları hafızalarımıza iyice nakş etmeliyiz ve hiç hatırdan çıkartmamalıyız:

Birincisi: Dindarlar da siyaset konusunda yanılabilir.

İkincisi: Dindarlık başka şeydir, siyasetbilirlik başka şey.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük siyasetçisi Hz.Muhammed’tir. Mekke müşrikleri ile Hudeybiye andlaşması imzalandığında Hz. Ömer gibi büyük bir zat bile anlayamamış, sonradan pişman olacağı birtakım tenkitler yapmıştı.

Türkiye’ye demokrasi ve çoğulculuk 1945’te gelmiştir. Son 60 yıl içinde Müslümanlar siyaset konusunda büyük hatâlar yaptılar. Futbol kulübü tutar gibi particilik yapanlar siyasetten anlamayan kişilerdir.

1908’de olduğu gibi bugün de papazlarla ve hahamlarla sarılıp öpüşen hocalar görüyoruz. Dün “yaşasın Meşrutiyet, yaşasın hürriyet, müsavat, adalet, uhuvvet” diye haykırıyorlardı. Bugün, “Yaşasın Dinlerarası Daiyalog ve Hoşgörü!..” diye bağırarak öpüşüyorlar, kucaklaşıyorlar.

Dünkü gafiller önce Rumeli’nin, sonra Ortadoğu’nun elimizden çıkmasına yol açtılar.

Bugünküler, elimizde kalan şu son vatan parçasının parçalanmasına sebep olacak işler yapıyor.

Mevlana’ya Ozan ve Düşünür Diyenlerin Dillerini Eşek Arısı Soksun!

Büyük Veli Mevlana Celaleddin Rumî


(kaddesallahu sirrehussami) hazretlerini, kendi ideolojileri için kullanmak istiyorlar. Bazıları onun için

“Büyük ozan ve düşünür”

diyor. Dillerini arı soksun. Büyük veli deseler olmaz mı?

Son günlerde biri kalktı ve Mevlana için

“O Arapçılık yapmamıştır…”

meâlinde bir laf etti. Dilini eşek arısı soksun! Mevlana hazretleri dine, şeriata, fıkha, sünnete sımsıkı bağlı alim ve fazıl bir Müslümandır. Abdestsiz yere basmazdı… Beş vakit namaz kılardı… Ayrıca çok miktarda nafile namaz kılardı… Genellikle gündüzleri sâim (oruçlu), geceleri kaim (namazda) idi… Dünya malına, paraya, servete önem vermezdi. Bir gün akşam evine gelmiş, hizmetçisine

“Bugün evde yiyecek olarak ne var?”

diye sormuştu. Hizmetçisi

“Efendim, bugün evde hiçbir şey yok…”

deyince,

“Ya Rabbi Sana şükürler olsun, bugün evim Peygamber evine benzedi…”

buyurmuşlardı.

O mâneviyat güneşi, Kur’ân-ı Azimüşşana bağlıydı. Mesnevî’deki hikmetleri Kitabullah’tan aldığı ilhamla yazmıştır. Mevlana; Kitab, Sünnet, cemaat ehliydi. Sevad-ı Âzam, Büyük Kalabalık, Cadde-i Kübra üzerinde yürürdü. Dinsizler onun bu taraflarından hiç bahs etmezler. Büyük ozan, büyük düşünür… deyip dururlar.

Mevlana’yı gerçekten seven kişi, onun gibi İslâm’ın zâhir ve şer’i ahkâmına uymalıdır.

Mevlanacı Müslüman beş vakit namaz kılmalıdır.

Mevlana bağlısı, Peygamberin Sünnetinden ve ahlâkından kıl kadar ayrılmaz.

Mevlevilik bir medeniyettir. Mevlevilik lafla olmaz, yaşayarak olur. İslâm ve Müslümanlık dışında Mevlevilik olmaz. Ne namaz var ne niyaz, cumaya bile gitmez… Sonra bir yığın palavra,

“Ah Mevlana, vah Mevlana…”

Mevlana bir tasavvuf güneşidir ama dinin zahiri hükümleri ve gerekleri olmadan ne Mevlana olur, ne Mevlevilik.


Müslümanlar!.. Tuzaklara düşmeyiniz. O, ozan ve düşünür değil; veli, âbid, zâhid,

“bende-i Kur’ân”, “Hak-i pay-ı Peygamber”, musalli, ahlâklı, faziletli, Sünnî bir mürşid-i kâmildir…

Onu böyle bilmeli, böyle sevmeliyiz. 13 Mayıs 2007