Cuma

 

Kitapçılığın, yayıncılığın da kendine mahsus bir etiği vardır. Bilhassa İslâmî kitap yayınlayanların meslekî ahlak kurallarına titizlikle uymaları, riayet etmeleri gerekir.

(1) Çok tutulan bir eserin lisanı sadeleştirilecek, zengin ve ciddî Türkçe’den

“Günümüz Türkçesine”

çevrilecektir. Bu iş için tanınmış, kendisine güvenilen bir hocaya müracaat edilir. Vakti yoktur. “O halde muhterem Hocam, müsaade buyurunuz da sadeleştirmeye sizin imzanız konulsun…” denilir. Hoca ile anlaşılır, bir miktar ücret ödenir, başkasının yaptığı sadeleştirmeye onun imzası konur. Sonra maalesef anlaşılır ki, bu sadeleştirme esnasında bir yığın hatâ yapılmıştır.

Soruyorum: Bu “iş” ahlaka uygun mudur?

(Bu konuda fazla bilgi almak isteyenler muhterem Mehmet Tâlû Hoca’ya müracaat edebilir.)

(2) Sabatay Sevi hakkında bin sayfalık dünya çapında önemli bir eser, üçte biri atılarak, geri kalan kısmı yalan yanlış çalakalem çevrilerek tercüme edilir ve eserin canına okunur. Bu iş doğru mudur?

(3) Arapça’dan klasik bir tefsir tercüme edilip cilt cilt yayınlanmaktadır. Eser çok tutulur. Yayıncı, kârını arttırmak için esere, aslında olmayan ilaveler yaptırır, cilt adedini çoğaltır…

(4) Bundan altmış yetmiş sene önce basılmış olan, yabancı dillerden çevirme birtakım kitaplar, Türkçeleri sadeleştirilmek suretiyle yeniden basılır ve başka kimseler mütercim olarak gösterilir.

(5) Başka yayınevlerinin tercüme veya telif kitapları yüzde doksan makaslanır, yüzde on değişik metinler konur ve ayrıca yayınlanır…

(6) Hiçbir ilmî, edebî değeri olmayan şişirme, baştan savma, ucuza mal edilmiş kitaplar dört renkli parlak kapaklar içinde yayınlanır. Alanlar yararlanmaz, satan bol para kazanır…

(7) Ashaba küfr eden, temel akaid kurallarına aykırı fikir ve görüşleri ileri süren bir Rafizî’nin kitapları, bazı yerleri “ayıklanarak” dilimize çevrilir. Ayıklama yapılmıştır ama yine bir sürü bozuk fikir ve hezeyan kalmıştır. Zavallı Müslüman gençlere ve halka bu bozuk ve sapık kitap İslâmî bir cevher gibi yutturulur.

(8) Maalesef, istemeksizin bir felaket de benim başıma gelmiştir. Avrupa’da sürgünde iken meşhur bir İslâm klasiğini Osmanlıcasından sadeleştirip basmaya karar verdik. Ehliyetsiz sadeleştiriciler kitabı katl ettiler. Her sayfada yirmi yanlış. Bir tekini söyleyeyim: Sûrî halifeyi, Suriye halifesi diye çevirmişler!.. Sonunda rezil olduk.

(9) Adam kocaman bir kitap yayınlar, başında veya sonunda doğru dürüst bir “İçindekiler” kısmı yoktur. Müellifi hakkında ciddî bir biyografi konulmamıştır. Olması gerektiği halde endeks de yoktur.

(10) Birtakım tercüme kitaplara ilaveler yapılır, ilave oldukları sarahaten belirtilmez, müellifin fikirleri gibi görünür.

(11) Öyle bozuk tercümeler yapılmıştır ki, müellifin ak dediğine kara, kara dediğine ak demektedir. Müellif

“Bayram haftası”

diye yazmış, bizimki

“Sandal tahtası”

diye tercüme etmiştir. İmamı Rabbanî’nin bir kitabını tercüme etmişler, bir yerde “Sünnet ve nafile namazların önemi yoktur…” gibi bir yer okudum. “Olmaz böyle bir şey, İmamı Rabbanî böyle bir şey söylemez…” diyerek kitabın başka tercümelerine baktım, Metin, “sünnet ve nafile namazlar çok önemlidir” diyordu… Çürük bina yapanlar, onlarda oturanların katili olurlar. Bozuk din kitabı çıkartanlar insanların sapıtmasına yol açarlar.

Yayıncılık ehliyet ve liyakat isteyen bir hizmet ve faaliyet sahasıdır. İslâm Dini para kazanmak için her vasıtayı mübah görmez. Doktorluk yapan bir kimsenin tıb ilminde hâzık olması gerekir. Sultan Abdülhamid zamanında bazı Ermeniler kitapçılık yapmışlar, İslâmî eserler basmışlardır ama kesinlikle bozuk kitaplar yayınlamamışlardır.

Bizde son yıllarda önüne gelen Kur’ân tercümesi, Kur’ân meâli, Kur’ân tefsiri yayınlamaya başladı. Bunların bir kısmı güvenilir ve muteber eserlerdir. Yazanlara, yayınlayanlara teşekkür ve hayır dua ederiz. Bir kısmı ise

“tefsir bi’r-rey ve’l-heva”

denilen gayr-i muteber tefsirlerdir. Bazı tercüme, meal ve tefsirlerde çok vahim, çok fâhiş hatâlar vardır.

Son yıllarda Türkiye’ye dışarıdan ithal edilen “Dinlerarası Diyalog ve Evrensel Kardeşlik” doktrinini propaganda eden,Müslümanlar arasında yaymaya çalışan kimseler görmekteyiz.Yüce İslâm dininde Diyalog diye bir şey yoktur. Bu, sonradan çıkma son derece tehlikeli bir bid’attir. Resulullah Efendimiz Necran Hıristiyanlarına ahidnâme vermiştir ama onlarla “Diyalog” yapmamıştır.

Yine Hazret-i Ömer Radiyallahu anh Kudüs ahalisine ahidnâme vermiştir. Lakin onlarla diyaloga girmemiştir.

– Hazret-i Muhammed’e iman etmeyen, onu-hâşâ- yalancılıkla suçlayan,

– Kur’ân’ın Allah katından gönderildiğine inanmayan, onun -hâşâ- uydurma bir kitap olduğunu iddia eden,

– İslâm dininin Allah katından gönderilmiş hak din olduğunu kabul etmeyen kimselerle nasıl diyalog ve Evrensel Kardeşlik yapabiliriz?

Bazı gazeteler, dergiler, yayıncılar maalesef bu Diyalog ve Evrensel Kardeşlik tuzağına düşmüşlerdir. Bunların Diyanet, büyük din hocaları tarafından uyarılması gerekir. Bu iş bana düşmez. Uyarmazlarsa vebal ve sorumluluk onlara ait olur.

Son otuz kırk yıl içinde din adına hayli bozuk kitap yayınlanmış bulunuyor. Reformcu, yenilikçi, Fazlurrahmancı (Tarihsellik…) birtakım ilahiyatçılar, geleneksel Ehli sünnet Müslümlanlığının kabul etmediği bozuk fikir, görüş ve re’yler ortaya atmışlardır.

– Kur’ân’ın ve sünnet’in bir takım hükümleri bu devirde geçerli değildir. Onlar eski zamanlara aittir… dediler.

– Sanki kendileri Cennet’in bekçileriymiş ve kapıcılarıymış gibi herkesi içine doldurmaya yeltendiler…

– Kitap, Sünnet ve İcma-i ümmetle sâbit olan tesettürü bile inkâr edenler çıktı.

– Faizin yüzde yüze kadar olanı câizdir diye içtihad yaptılar.

Halkımızda ve gençliğimizde kuvvetli bir din kültürü ve birikimi olmadığı için bu gibi kitapların tahribatı büyük oluyor.

Bütün kardeşlerime önemle tavsiye ediyorum: İcazetli ulemanın dışındakilerin yazdığı tefsir, ilmihal, fıkıh kitaplarını okumasınlar. Arap aleminde Pakistan’da zuhur etmiş aktivistlerin kitaplarını okumasınlar. “Allah gerçek bir Janus..”

diyerek -hâşâ- Yüce Rabbimizi iki çehreli bir Roma putuna teşbih eden sapıkların kitaplarını okumasınlar.

Kur’ân-ı Azimüşşanı kendi hevalarına, re’ylerine göre tefsir edenlerin eserlerini okumasınlar.

Din bilgilerini, ilmihallerini icazetli ve güvenilir din alimlerinin telif etmiş olduğu kitaplardan okusunlar.

“Dinin tek kaynağı vardır, o da Kur’ândır. Bugünkü İlmihal Müslümanlığı bozuktur. Benim çıkarttığım Kur’ân Müslümanlığı doğrudur…”

diyen şu mâlum ve mâhut reformcunun peşinden giden manevî bir felâkete duçar olur. Herkes ayağını denk alsın, din işlerinin şakası yoktur.

“Ebû Hureyre itimada şayan bir kimse değildir…” diyerek ashabın büyüklerinden olan bu zata; “Esahhü’l-kitab ba’de Kitabullah = Allah’ın Kitabı olan Kur’ân’dan sonra en doğru kitap” şerefini kazanmış olan Buharî-i Şerife dil uzatanların yazılarını okumayınız.

Din uğrularına kapılırsanız imanınız elden gider ve ebedî bir felaket ve hüsrana düçar olursunuz.

Hanefi iseniz Hanefî ulema ve fukahasına, Şafiî iseniz Şafiî ulema ve fukahasına tâbi olunuz. Ahlak ve tasavvuf konusunda dört mezhebin büyüklerine de tâbi olunuz.

Mezhebsizlerin, telfik-i mezahibçilerin peşlerine düşmeyiniz.

Temizliği, ibadetleri, akaid özetini, ahlâkı, siyeri Ömer Nasuhi Bilmen’in Büyük İslâm ilmihali adlı muteber kitabından okuyup öğreniniz.

Ahlak ve tasavvuf konusunda İhya’yı okuyunuz.

Şeriatın zâhirine aykırı olan, ters düşen tasavvufu kabul etmeyiniz. Dinin en küçük bir hükmü bile mukaddestir. Şeriatın en küçük bir hükmü bile Müslümanlar tarafından büyük saygı görmelidir. Din konuları uluorta tartışılmaz. Din konuları ayağa düşürülmez. Din konuları mıncıklanmaz.

Dinî konuları hafife almak maazallah kişiyi küfre götürebilir. Yüce dinimiz hiçkimsenin oyuncağı değildir? Bazı kişiler kendilerini makas, dini kumaş sanmasınlar. Sille-i İlahî gelir, perişan olurlar.

Bazılarının cart curt etmeleri, servet içinde yüzmeleri kimseyi aldatmasın. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeliymiş… Bekleyin, çok şeyler göreceksiniz.

Allah’ın dini, ulemanın bize bildirdiği dindir.

O dine sarılalım.

26 Haziran 2004