Çarşamba

 

Müslümanlar arasında Kur’ân ve Sünnet esaslarına, ehl-i sünnet ve cemaat akaidine uymayan bazı fikirler, görüşler, inançlar vardır.

1. “Bizim Hazretimiz, büyüğümüz, Şeyhimiz, Hoca Efendimiz hiç hatâ yapmaz, ne söylerse doğrudur, ne yaparsa isabetlidir…”

Böyle bir inanç İslâm’a aykırıdır. Çünkü yüce dinimiz sadece Peygamberlerin, ismet sıfatıyla sıfatlı, mâsum olduklarını beyan etmektedir. Diğer insanlar, Peygamberler gibi günahtan, hatâdan, yanlışlıktan korunmamışlardır. Şiîler, imam tanıdıkları kimselerin masum olduklarına inanırlar, Ehl-i Sünnet’te böyle bir inanç yoktur. Peygamberlerden sonra insanların en üstünü olan Hazret-i Ebu Bekir, ondan sonra üstünlükte ikinci olan Hazret-i Ömer radiyallahu anhüma Efendilerimiz bile hatâ edebileceklerini kabul etmişler, böyle bir hal vukuunda ümmetin ehil ve yetkili olanlarının kendilerini uyarmalarını, düzeltmelerini istemişlerdir. Binaenaleyh bugün bazı cemaat mensuplarında görülen “Lâ yuhti ve mâsum Hoca Efendi” inancı İslâm’ın ruhuna aykırıdır.

2. “Bizim Şeyhimiz her şeyi bilir…” inancı da İslâm’a aykırıdır. Allahü Teâlâ velî kullarına, dostlarına, âmil ulemaya bir takım keşifler, bilgiler ihsan eder. Ancak hiçbir kulun bilgisi mutlak değildir.

“Şeyhlerinin, Hoca Efendilerinin her şeyi bildiğini”

iddia edenler dehşetli bir vartaya düşmüş olurlar.

3. “Mehdi Hazretleri çıkacak ve İslâm dünyası kolayca kurtulacak…”

Mehdi çıkacaktır, bu konuda mütevâtire yakın nice hadis-i şerif vardır. Lakin onun zuhurundan sonra İslâm dünyasının kolayca, zahmetsiz ve külfetsiz bir şekilde kurtulacağını sanmak bir kuruntudan ibarettir. Şu anda İslâm dünyası büyük günahlar, isyanlar, tuğyanlar, gafletler, hıyanetler içindedir. Bütün Müslümanları suçlamıyorum ama bir kısım Müslümanlar yoldan çıkmışlardır. Sahih haberlerde ahir zamanda dehşetli savaşların olacağı, muhariplerin büyük kısmının can vereceği bildiriliyor. Melhame-i kübra (büyük kanlı savaş) ile ilgili hadislerdeki bilgiler insana dehşet veriyor. Kanlı savaşlar, korkunç trajediler, büyük hercümerç, dehşetli tahribattan sonra Mehdi’nin yedi veya kırk yıllık bir adalet ve saadet devri gelecektir. O devri kimler görecektir? Daha önceki korkunç hadiselerde canlarını kurtarabilmiş olanlar. Müslümanların ucuz, kolay, ücretsiz kurtuluş hayal ve kuruntularına kapılmamaları gerekir.

4. “İmam-ı Azam Ebu Hanife ‘Benim içtihadımı nakz eden (bozan) bir hadis görürseniz, içtihadımı bırakıp ona tâbi olunuz’ demiştir. Binaenaleyh biz de, Ebu Hanife’nin bu sözüne uyarak hadislere tabi oluruz..”

Ebu Hanife Hazretleri bu sözü köylü, işçi, esnaf, bakkal, doktor, mühendis, ev kadını Müslümanlara söylememiştir. Müctehid fi’l-mezheb derecesindeki büyük fukahaya söylemiştir. Onlar (varyantlarıyla birlikte) on binlerce hadisi senetleriyle ezbere biliyorlardı. Üç hadis bile ezberinde olmayan kimselerin yapacağı iş değildir bu. Usul-i fıkıh ilmi “Bir mukallid fukaha sözüyle nass arasında bir uyuşmazlık görürse, fukahaya tâbi olur. Çünkü onun uyuşmazlık gibi gördüğü şeyin bir tevili vardır, yahut tahsis ve tevcih mevzuubahistir…” diyor.

5. Bazı Müslümanlar dinimizin yasak etmiş olduğu lüksü, aşırı tüketimi, israfı, gösterişi haklı göstermek için “Müslümana her şeyin iyisi layıktır…” gibi bir şeytanî gerekçe ve felsefe ileri sürmektedir. Dinin haram kılmış olduğu bir şeyi, Müslümana her şeyin iyisi layıktır diyerek yapmak sapıklıktan başka bir şey değildir. Dinimiz israfı haram kılıyor, Müslümanlara kanaati emrediyor. Âyette meâlen “Yiyiniz, içiniz lakin israf etmeyiniz” buyuruluyor. Yine Kur’ân’da müsriflerin (israf edenlerin) şeytanın kardeşleri oldukları beyan buyurulmaktadır. Dinin kesin bir şekilde yasak etmiş olduğu bir işi, bir fiili helal ve meşru göstermek insanı maazallah küfre kadar götürebilir.

6. Bazı zamane kadınları, başlarını bir eşarpla örtmekle tesettüre riayet ettiklerini sanıyorlar. Tesettür gizlenmek, örtünmek, nâmahrem erkeklerin şehevî bakışlarından kendini korumak demektir. Bugün öyle sözde tesettürlü kadınlar vardır ki, başları açık olsa o derece dikkat çekmeyecekler. Daracık yırtmaçlı etekler… Allı, zilli, pembeli, kırmızılı, morlu, mavili dikkat çeken renkler… Kalabalık yerlerde takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, kırıta kırıta, salına salına yürümeler… Böyle tesettür olmaz. Her şeyin bir usulü, erkânı, edebî vardır. Sahih-i Müslim’de yer alan bir Hadis-i Şerifte Resul-i Kibriya Efendimiz, saçlarını topuz yapıp, deve hörgücüne benzeten birtakım karıları tenkit etmekte, uyarmaktadır.

7. Bazı kişiler Yahudiler ve Hıristiyanlar için “Onlar da Allah’a ve ahirete inanıyorlar, onlar da cennete gireceklerdir…” görüşünü benimsemişlerdir. Kur’ân ölçüleri ve hükümleri kesindir. Bir kimseye Muhammed Aleyhissalatü vesselamın risaleti ve Allah katından getirdiği din ulaşır, o onları yalanlarsa ebedî saadet ve selametten mahrum kalır. Nitekim madalyonun öbür yüzünde Yahudiler ve Hıristiyanlarda Müslümanları ehl-i necat olarak kabul etmemektedir. Son zamanlarda ortaya atılan “Dinlerarası diyalog ve evrensel kardeşlik” hareketi Müslümanlara kurulmuş dehşetli bir tuzaktır. Müslümanlar, Hazret-i Muhammed’i yalanlayan, Kur’ân’ın Allah’ın kitabı olduğunu inkâr eden, İslâm’ın Allah katında geçerli tek din olduğunu kabul etmeyen, ona -hâşâ- düzmece din diyen kimseleri dost ve velî ittihaz edemez, onları ehl-i necat olarak göremez. “Üç İbrahimî dinin temel inançları ve hükümleri birdir…” iddiası safsatadan ibarettir.

8. Akaid ilminin kural ve hükümlerinden biri de şudur: “Mümini tekfir edenin kendisi kâfir olur…” Zamanımızda bir takım kimseler, bir kısım müminleri uluorta küfürle suçluyorlar. Herhangi bir Müslüman, diğer bir Müslümanın kâfir olduğunu söyleyemez. Bir kimsenin küfrüne ancak ehliyetli ve vazifeli müftü karar verir. İş sadece bu fetva ile de bitmez. Fetvanın, yine ehliyetli ve vazifeli kadı tarafından şer’î hükme bağlanması gerekir. Birtakım Müslümanların birbirlerini tekfir etmeleri büyük bir laubaliliktir, cezası da korkunçtur. Küfürle suçladığı kişi gerçekten kâfir değilse, suçlayan, sırf bu suçlama yüzünden kendisi kâfir olur.

Müslümanların muteber akaid (inanç bilgisi), ilmihal kitaplarını dikkatle okumaları ve onlardaki bilgi ve hükümlere uymaları gerekir. Akıllı ve sağduyulu Müslümanların beşer onar kişilik gruplar oluşturarak icazeti, ehliyeti, liyakati olan gerçek din hocalarından akaid, fıkıh, İslâm ahlâkı dersleri almalarını âcizane tavsiye ederim. 21 Ekim 2004