Çarşamba

Peygamber, Müslümanlar ve insanlar için en güzel örnek ve modeldir. İslâm dünyası ve insanlık Peygambere itaat ettiği, O’nun getirdiği ilahî dini kabul ettiği, O’nun sünnetine uyduğu taktirde selamet, saadet ve barış bulabilir.

Hazret-i Peygamber’in bizim için örnek ve model olduğu açık ve kesin Kur’ân âyetiyle sâbittir. Bu konuda Müslümanlara düşen vazifeler şunlardır:

1. Sadece inandık, O’nun örnek ve model olduğunu kabul ettik deyivermekle iş bitmez. Aksiyon ile (amelle, uygulama ile) Peygamberin sünnetini, yaşayışını benimsememiz, kendi hayatımıza tatbik etmemiz gerekir.Peygamberi çok sevdiğini iddia ediyor ama bütün hayatı, yemesi içmesi, davranışları, dünyevî işleri, evi barkı Peygamberin Sünnetine tamamen zıt bir vaziyette. Demek ki, o adam Peygamberi kendisine bir örnek ve model olarak almamıştır.

2. Kur’ân’da Peygambere itaat edilmesini emreden âyetler bulunmaktadır. Bazılarının meâllerini kısaca zikredeyim: “Kim Peygambere itaat ederse, muhakkak ki, Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa, 80); “Allah’a ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin.” (Enfal, 46); “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin ve Resulüne itaat edin de amellerinizi boşa çıkartmayın.” (Muhammed sûresi, 33); “Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çekinin.” (Mâide, 92). İslâm dini bize doğrudan doğruya gelmemiştir, onu bize Peygamber getirmiştir. Müslüman olabilmek için Peygambere iman etmek, Peygambere itaat etmek, Peygamberin getirdiği Kitab’ı kabul etmek, Peygamber’in sünnetini kabul etmek gerekir. Kuru kuruya iman ettim diyor ama Kitab’ın ve Sünnet’in hükümlerini hayata uygulamıyor. Böyle bir Müslümanlık laf Müslümanlığıdır.

3. Peygamberimizin önemli özelliklerinden biri İslâm’ı insanlara ücret istemeden ve almadan tebliğ etmiş, öğretmiş olmasıdır. Müslümanlar bu konuda da kendisine uymakla mükelleftir. İslâm’ı tebliğ eder, dini öğretir, müjdeler ve korkuturken ilk Müslümanlar ücret almazlardı. İlk asırların âlimleri dinî hizmetler için ücret ve maaş almak hususunda fetva ve ruhsat vermemişlerdir. Daha sonra İslâm dünyası çok genişlemiş, Çin hududundan Atlas okyanusu sahillerine kadar muazzam bir coğrafya İslâm’ın hakimiyetine girmiş; imamlık, müftülük, kadılık, din dersi öğretmenliği yapanlara maaş verilmesi gerekmiş, mütehhirîn uleması da bu konuda fetva ve ruhsat vermişlerdir.

Ancak din yoluyla, din sömürüsü ile, mukaddesatı istismar ve istihdam ederek zenginleşmenin fetvası ve ruhsatı yoktur. Bu yolla elde edilen zenginlik haramdır, ateştir.

İmamlara, müezzinlere, müftülere, vaizlere, din dersi öğretmenlerine, İslâmî misyonerlik faaliyeti yapanlara, geçinecekleri kadar maaş verilebilir. Ancak kendilerine maaş verilen bu gibi kişilerin ehliyetli olmaları, vazifelerini ciddî şekilde hakkıyla yapmaları gerekir. Ehliyetsiz olanların aldıkları maaşlar haramdır.

Zamanımızda uğursuz, ahlâksız, karaktersiz, münafık, şerir, şaqi, fâsık, fâcir bir zümre İslâm dinini bir ticaret vasıtası, bir mal gibi kullanarak dünyalık toplamaktadır. Bunlar din bezirgânlarıdır. Din ve mukaddesat kutsaldır, onun ticareti yapılamaz.

Münafıklar diyor ki: “Biz hem hizmetimizi yaparız, hem de bu esnada din yoluyla zengin oluruz…” Böyle şey olmaz. Böyle zenginlik meşru değildir.

Zengin olmak isteyen için nice meşru yol ve saha vardır. Ticaret yapsın, sanayi işleri ile uğraşsın, üretim yapsın, ithalat ihracat yapsın; ziraat, hayvancılık, arıcılık, balıkçılık yapsın, fabrikatörlük yapsın; doktorluk, mühendislik, avukatlık yapsın… Şer’î kurallara ve hükümlere uymak şartıyla bunlar meşru kazanç yollarıdır.

Din ticareti, mukaddesat bezirgânlığı yaparak zengin olmak karı satarak zengin olmak, içki satarak zengin olmak, ribacılık ile zengin olmak, haydutluk yaparak zengin olmak gibidir. Din istismarı yaparak zengin olanlar Allah’a ve Resulüne ihanet etmiş olur.

Bu devirde kitap yazmak, kitap ticareti yapmak para getiren bir iş sahasıdır. Binaenaleyh telif ve tercüme ücreti alarak zengin olanlara bir şey denilemez. Ancak onun da şartları, sınırları bulunmaktadır:

A. Ehliyeti olmadığı halde sırf para kazanmak hırsıyla Kur’ân tercümesi ve tefsiri yapıyor, hayli dünyalık kazanıyor. Bu kazanç haramdır. Çünkü Peygamber “Kendi re’yiyle Kur’ân’ı (yanlış, hatâlı) tefsir edenler kâfir olur” buyurmuştur.

B. Para kazanmak için Şeriata, fıkha aykırı kitaplar çıkartanlar da kazandıkları paranın hayrını görmezler.

C. İslâm’ı sinsice içinden yıkmak isteyen reformcular, yenilikçiler de aynı durumdadır.

Ehliyetli, icazetli, liyakati olan bir ehl-i sünnet âlimi tefsir, fıkıh, hadîs, siyer, kelam kitapları hazırlamış, bunlar basılmış ve müellif bir miktar telif ücreti almış. Buna kimse bir şey demez. Aksine o hocaya hayır dua eder, onun ellerinden öper herkes. Kur’ân’a, Sünnete, Şeriat’a, fıkha aykırı bozuk din kitapları yayınlayarak zengin olan kimseler büyük vebal altındadır.

Kendilerine İslâm temsilcisi süsü veren, biz din için çalışıyoruz edebiyatı yapan birtakım şerir ve şaki adamlar dinin, ahlâkın, bilgeliğin yasak kıldığı yollardan haram paralar kazanıyor. Bu gibi bozuk, fâsık, fâcir adamlara inananlar, onları destekleyenler ahmaktır.

Peygamber Efendimiz “El-fakru fahrî” demiş, gönüllü olarak fakir ve mütevâzı bir hayatı seçmiştir. Akıllı, olgun, şuurlu bir Müslüman lüks ve israf içinde yaşamaz; Nemrud ve Firavun gibi tantanalı, şaşaalı, ihtişamlı, israflı, gösterişli bir hayat sürmez. Müslümanlar, Peygamber ve Ashab-ı Güzin gibi olamasalar, yapamasalar bile yaşayış itibarıyla elden geldiği kadar tevâzu, kanaat, orta hallilik içinde yaşamalıdır. Herif “Ben İslâm temsilcisiyim, ben Peygamber yolundan gidiyorum” diyor, fakat hayatına bakıyorsunuz tam bir Nemrud hayatı, bu ne korkunç tezattır.

Milyonlarca halk açlık, sefalet, çaresizlik, parasızlık, işsizlik içinde ağlıyor, çırpınıyor, bunalıyor. Bizim birtakım tatlısu Müslümanları ise ziyafetten ziyafete, lüks lokantadan lüks lokantaya koşuyor, çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar pahalı yemekleri yiyor. Sonra da Peygamberi seviyorlarmış, Sünnetine uyuyorlarmış… Bu ne biçim sevgi, bu ne biçim itaattir.

Şeytana hizmet veren cehennemî, tağutî bir âlete büyük paralar verip aldın ve evinin baş köşesine mihrap gibi koydun. Bu âlet rahmanî midir, şeytanî midir? Kuş kadar aklın, böcek kadar vicdanın varsa bu soruyu çok kolayca cevaplandırabilirsin. Hazret-i Peygamber dünyaya tekrar teşrif etse ve senin evine misafir gelse “Bu nedir?” diye soracak olursa ne cevap vereceksin?

Herifin yüz bin dolarlık lüks bir otomobili var ama arada bir muhtaç bir fakire elli milyon lira sadaka vermez. Bu herif Peygamberi gerçekten sevmiş, O’na gerçekten itaat etmiş, sünnetini gerçekten benimsemiş olsaydı Müslümanlara acırdı, yardım ederdi.

Güneydoğu Asya’da korkunç bir felaket meydana geldi. Son haberlere göre 280 bin insan öldü, bunların büyük kısmı Müslümandır. On milyonluk Hıristiyan Yunanistan bile ilk hamlede yetmiş milyonluk Müslüman Türkiye’den daha fazla yardım topladı. Biz nasıl Müslümanlarız?

Türkiye’nin zenginlerinin ilgisizliği karşısında Başbakan üzüntüsünü beyan etti, Dolmabahçe Sarayı’nda bir ziyafet verdi, zenginlerden yardım topladı. Böyle mi olmalıydı?

Türkiye Müslümanları, hele onların zengin ve üst tabaka takımı büyük bir gaflet ve umursamazlık içindedir. Dünya onları kendisine esir etmiştir. Lüksün, aşırı tüketimin, aşırı konforun, israfın, saçıp savurmanın sınırı ve freni kalmamıştır. Haydi dinsizlere ve dinden kopmuşlara fazla bir şey demeyelim; fakat hem dindar geçinen, hem de Müslümanlığın hayatla ilgili bütün temel prensiplerini çiğneyen sahte sofuların, sahte İslâmcıların, sahte dindarların sergiledikleri günahlar, isyanlar, fısklar, fücurlar, ihlaller karşısında susmak mümkün müdür?

Ne zaman uyanacaklar? Türkiye Afganistan’a, Çeçenistan’a, Irak’a döndüğü zaman mı? Çok geç olmuş olmayacak mı? 03 Şubat 2005