Salı

 

Sahih-i Müslim’de Enes radiyallahu anh’tan rivayet edilen bir hadîste Peygamberimiz, (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu dünyanın, gelen gün geçen günü aratacak şekilde bozula bozula Kıyamet gününe doğru gideceğini beyan buyurmaktadır.

Geçmiş günlerde iyi, güzel, aydınlık zaman parçaları da bulunmuştur. Ancak bunlar istisnadır, gidiş çizgisi, kural hadîste beyan edildiği gibidir.

İslâm tarihinin, Müslüman ülke ve toplumların zaman zaman kendi kıyametleri olmuştur. Çingiz ve Hülagû istilâları, Endülüs’ün çöküşü, Osmanlıların Viyana’dan Çatalca’ya kadar gerilemeleri, Hindistan’daki İslâm devletinin çöküşü bu kıyametlerdendir. Bir de büyük Kıyamet olacaktır ki, onunla bu dünyanın ve insanlık aleminin hâtime çizgisi çekilecektir.

Ortadoğu’da kıyametler yaşanıyor. 1917’de Kudüs’ün Osmanlı Müslümanlarının elinden çıkıp Haçlı İngilizlerin eline geçmesi bir kıyametti.

1948’de İsrail’in kurulması ve Filistin halkının kendi öz vatanlarından sürülmesi de bir kıyametti.

İslâm dünyasında son yüz yıl içinde ne facialar, ne kıyametler cereyan etti.

1944’te, o şanlı Kırım hanlığının son kalıntısı olan Kırım Tatarları Stalin’in emriyle hayvan ve yük vagonlarına bindirilip vatanlarından sürüldü, Kırım ismi haritalardan silindi. Halkın yarısı yollarda feci şekilde can verdi.

1909’da bi’l-irs ve’l-istihkak Osmanlı padişahı ve İslâm halifesi olan Sultan Abdülhamid; Mason, Dönme, Siyonist, Jön Türk güçleri tarafından tahtından indirildi. Jön Türkler ve İttihad’çılar sanki imparatorluğumuzu yıkmaya ahd etmişlerdi. İkinci Meşrutiyet-Mason ve Dönme devriminden on sene sonra devlet bitti, Mondros’ta teslim oldu.

İmamet-i Kübra-i İslâmiyenin 1924’te kaldırılması da yakın tarihimizin kıyametlerindendir.

Hangi birini sayayım? Afganistan’ın ABD tarafından işgali, son Irak savaşı, 1992’de Cezayir seçimlerinin iptali hep birer kıyamet değil midir?

Türkiye’de nice yıllardan beri militan, fanatik, azılı, agresif İslâm ve Müslüman düşmanları ile zahiren islâmcı görünen, karpuz gibi dışları yeşil, içleri kıpkızıl birtakım münafıklar elele vermişler ve halkımızın temel hak ve hürriyetlerini ayaklar altına almışlar ve aldırmışlardır.

Filipinlerin güneyinde Mindanoa’da uzun yıllardan beri Müslümanlar hürriyetleri için çarpışıyor. Orada da bir kıyamet yaşanıyor.

Marksist-Leninist rejimlerin kızıl baskısı altında Balkan Müslümanları kendi kıyametlerini yaşadılar. Haçlı Sırpların Bosna-Hersek’te yaptığı katliamlar unutulmadı.

Düşmanlarımız kötülüklerine hiç ara vermiyor. İslâm ülkesi Irak, meşru olmayan bir savaş sonucunda işgal edilmiştir ve orada kan dökülüyor. Orada güvenlik yok, huzur yok. Irak’ın devlet, ülke ve halk olarak haysiyeti ayaklar altına alınmıştır.

Biz Batı Türklerinin vatan olarak elimizde Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar uzanan şu vatan parçası kalmıştır. Osmanlı devletinin en geniş zamanındaki sınırlara bakalım, bir de bugünkü sınırlarımıza. Ne kadar küçülmüşüz… İşte Haçlılar, Siyonistler, Misyonerler bize bu toprağı da çok görüyorlar. Ayaklarımızın altındaki vatan toprağı oyuluyor ve çoğumuzun haberi yok.

Türkiyeliler İslâm dinine bağlı kaldığı müddetçe onları yıkmanın, yenmenin imkânsız olduğunu anlayan düşmanlarımız genç nesillerin dinsiz, imansız ve ahlâksız yetişmesi için çalıştılar. Türkiye Müslümanlarını içten çökertmek için ülkemizde hırsızlığı, talanı, soygunu, kokuşmayı, hortumlamayı teşvik ettiler. Halkımızı Sünnî Alevî,Türk Kürt, sağcı solcu, dinci lâik diye birbirine düşman kamplara ve kutuplara ayırdılar.

Bu kadar bozulma kendi kendine tesadüfen olmamıştır. Türkiye’yi Türkiyelileri bozmak için çok planlı, programlı bir çalışma yapılmıştır. Yazık ki, Müslümanların bir kısmı düşmanların oyunlarına gelmiş, nice vahim hatâlar ve günahlar irtikab etmiştir. Bu memlekette küfrün, şirkin, ilhadın, fısk ve fücurun, dolaylı şekilde de olsa, en büyük yardımcıları din sömürücüsü sahte İslâmcılar olmuştur. Dikkat ediniz, perdelerin, paravanların ardında dönen dolapları anlamaya çalışınız. Göreceğiniz şeyler şunlardır:

1. Onların dini imanı paradır, zenginliktir, dünya mallarıdır.

2. Onlar para elde etmek, zenginleşmek için dini, mukaddesatı alet ve vasıta kılarlar.

3. Nefs-i emmareleri onların putudur, ona taparlar.

4. Onlar kendi şahsî ikballeri, riyasetleri, ünleri için İslâm dâvâsını ve Müslümanları satacak kadar seciyesiz ve alçaktır.

5. Onlar kendi maddî ve mânevî menfaatleri için Şeytan’la, en azılı İslâm ve Müslüman düşmanlarıyla fütursuzca işbirliği yapmaktan çekinmezler.

6. Yüce İslâm dini ve Şeriatı haram kazançları kabul etmez. Onlarsa haram yollarla muazzam miktarda para kazanmışlar, efsanevî servetlere sahip olmuşlardır.

7. Onlarda münafıklığın, “Söylerse yalan söyler, kendisine emanet verilirse o emanetin hakkını vermez, ona ihanet eder; vaad ederse (söz verirse) sözünden döner” şeklinde ifade edilmiş olan üç temel alâmeti ve özelliği bulunmaktadır.

1950’li, 60’lı yıllarda Türkiye Müslümanları ümit doluydu. İmanlı nesiller yetiştirilecek, kadrolar kurulacak ve ülke selamete çıkacaktı. Maalesef dini imanı para olan, nefs-i emmarelerine put gibi tapan birtakım sahte İslâmcılar bu ümitleri yıktılar.

İslâm dâvâsına hizmet etmek için, islâmî faaliyet yapmak için birtakım zarurî, olmazsa olmaz şartlar vardır. Bunların birincisi ihlâstır. İkincisi istikamet yani doğruluktur. Üçüncüsü medenî, şehir kültürlü, çağ seviyesinde Müslüman olmaktır.

Birtakım sahte İslâmcıların (Samimî, doğru, şerefli, haysiyetli, ihlâslı, faziletli Müslümanları tenzih ederim) gayeleri haram yollarla para vurmak, ün ve alkış kazanmak, ikbal sahibi olmaktır. Bu gibi niyetlere sahip kimseler yüce İslâm’a elbette hizmet edemezler.

İslâmî hareketi bir rant hareketine dönüştürmüş olanlar yakın tarihimizin en büyük cinayetini işlemişlerdir. Onlar Türkiye’nin ümitlerini yıkmışlardır. Onların sayesinde Türkiye alternatifsiz kalmıştır.

“Be adam sen neler konuşuyorsun?..” Ben ne konuştuğumu çok iyi biliyorum. Cesaretiniz varsa, bütün varlığınızın mal beyanını açıkça verebilir misiniz?
Allah’ın bildiğini kullardan niçin saklıyorsunuz?
Bunca parayı ve malı nasıl elde ettiniz? Bu sorunun cevabını açık alınla verebilir misiniz?
Başkaları, dinsizler çalarsa çok kötü, tuh kaka… Biz, bizimkiler çalarsa ses seda yok, dolaylı şekilde çok iyi…

Resmî bir daire büyük, lüks, şahane bir site yaptırıyor. Birtakım açıkgöz sorumlular, projede olmayan bir ilâve yaptırıyor. Şahane daireler, her birinin değeri 400 bin dolar. Projede, şartnamede bulunmayan bu taşınmaz mallar bu açıkgöz sorumlular tarafından sessiz sedasız paylaşılıyor. Oh ne güzel! Kolayca 400 bin dolarlık dairelerin sahibi oldular… Biri bunu öğrenince “Aman kimse duymasın, örtbas edilsin…” diyor.

Hani Hazret-i Ömer edebiyatı yapıyordunuz… Bu mudur Hazret-i Ömer’in adaleti? Peygamberimiz, hırsızlık yapan seçkin bir kadının affedilmesi için müracaat edenlere “Kızım Fatıma hırsızlık yapmış olsa, tereddütsüz elini keserdim” buyurmamış mıdır?

İslâm dini, Muhammedî Şeriat, Tevhid ahlâkı ihalelerden yüzde on komisyon almaya izin veriyor mu?

İslâm dâvâsını kirleterek zengin olanlara acı bir müjde var: O paralar, o şanlar şöhretler, o ikballer bir varmış bir yokmuş olacaktır. Siz yanmış kişilersiniz… Hem kendinizi, hem de Türkiye’yi yaktınız. 03 Eylül 2003