Bazı akılsız Müslümanlar vardır; tembellik, ihmalkârlık yaparlar, namazlarını kılmazlar, kendilerini ve çevrelerini “inşaallah emekli olunca, beş vakit namaza başlayacağım” diye uyutup afyonlarlar. Namaz, İslâm’ın en önemli ibadeti ve eylemidir. Kur’an-ı Kerim’de

“(Beş vakit) namaz müminlere belirli vakitlerde farz edilmiştir”

mealinde ayet bulunmaktadır. Binaenaleyh kılmayanların derhal kılmaya başlamaları gerekir. İlmi, irfanı, kültürü olan Müslümanların namaz hususunda din kardeşlerini, toplumu uyarmaları, onların üzerine farzdır, büyük bir vazifedir.

Şu anda Türkiye Müslümanlarının gündeminde namaz diye bir madde var mıdır? Bence yoktur.

Kılan kılıyor, kılmayan kılmıyor… Kimsenin umurunda değil. Peygamberimiz (salat ve selam olsun O’na):

“Camide cemaati namaza hazırladıktan sonra, yerime bir vekil koyup, kendim yanıma birkaç genç alıp, biraz da yakacak temin edip, cemaate katılmayanların evlerini yakasım geliyor…”

buyurmuş. Resulullah Efendimiz cemaat konusunu bile bu kadar sıkı tutmuşlar, bir de namazı büsbütün terk edenlerin durumunu düşünün.

Bu devirde namaz konusunda zorlama yapılamaz. Zorlama yapılamaz ama davet edilir, teşvik edilir, propaganda yapılır, işte biz bunları yapmıyoruz.

Namazın politikayla, laiklikle, rejimle, şu veya bu ideolojiyle bir ilişkisi yoktur. Vatandaşların vicdanına kalmış bir iştir. Hiçbir sakıncası olmamasına rağmen, Müslüman sorumlular namaz hususunda, mutlaka yapmaları gereken çalışmaları, hizmetleri, vazifeleri yapmıyorlar. Acaba niçin?

– İnsanları namaz kılmaya çağırmakta bir rant yoktur. Bir rant olsa, deliler gibi çalışanlar görülecektir.

– Namaz için çalışmak ün, ikbal, alkış da kazandırmaz.

Peki ne kazandırır? Allah’ın rızasını kazandırır, sevap kazandırır, ebedî mutluluğa vesile olacak bir hayırdır. Maalesef bunlar bizi cezbetmiyor.

Diyanet mi yapar, özel diyanet mahiyetindeki büyük İslâmî cemaatler mi yapar, kimler yapacaksa namaz hususunda, cemaat hususunda, hayatın günde beş kez durdurulması konusunda mutlaka çok planlı, çok programlı bir seferberlik başlatılmalıdır.

Halkımızın büyük kısmının namaza istidadı, yani yatkınlığı vardır. Bazen bir teşvik, bir gencin, bir hanımın, bir vatandaşın beş vakte başlamasına yeterli olur. Yeter ki, davetler, çağrılar, teşvikler, propagandalar vasıflı olsun, insanların ruhlarını ihtizaza (titreşime) getirsin.

Namaza başlatmak için yüz sayfalık kitap gerekmez. On altı sayfalık bir broşür yeterlidir. Lakin kaliteli bir broşür, öyle laf salatası metinler bir işe yaramaz.

Müslüman bu broşürü yirmi dakikada, yarım saatte okuyacak, heyecanlanacak, üzülecek, gözünden birkaç damla yaş akıtacak ve kendini toparlayacak.

Basmakalıp, ucuz, işporta işi, ruhsuz, aşksız, şevksiz, ateşsiz edebiyat bir işe yaramaz, İmam-ı Gazalî Hazretleri, “Öyle vaazlar vardır ki, edene de, dinleyene de vebaldir” buyurmuşlardır.

Namazdan sonra İslâm’ın temel emirleri, farzları, Resulullah Efendimizin müekked Sünnetleri, Şeriatın muhkem hükümleri hususunda da kampanyalar açılmalıdır. İslâm kadınlarının ve kızlarının tesettür kıyafetiyle gezmelerini yasaklayan bir kanun yoktur. Okullarda, üniversitelerde, resmî dairelerde uygulanan başörtüsü yasağı genel değildir, mevziîdir, geçicidir. Tesettür propagandası yapmak evrensel insan haklarına, tabiî hukuka aykırı bir şey değildir. Peki biz Müslümanlar bu konuda niçin adam gibi çalışmıyoruz?

Halkımızın riba konusunda mutlaka uyarılması gerekir. Nice Müslüman, bilerek veya bilmeyerek, açık veya gizli faize bulaşmakta, Şeriatın batıl alım-satım dediği alışverişler yapmakta, haram yemektedir. Bu vatandaşların vebali, imkanı olup da onları uyarmayanların üzerinedir.

Yaz tatili geldi, milyonlarca çocuğumuza, gencimize, yetişkinimize bin yıllık Türkçe yazıyı öğretmemiz gerekir. Böyle bir faaliyetimiz, seferberliğimiz, kampanyamız var mı?

Halkın bir kısmı sürünüyor, bir kısmı da bolluktan, tıkınmaktan, israf etmekten çatlayacak vaziyette. Bu adaletsizliği, bu dengesizliği önlemek için ne yapıyoruz?

Toplumumuzda, komşuluk hakkına gereği gibi riayet edilmiyor. Bazen komşular birbirlerini üzüyor, taciz ediyor, rahatsız ediyor. İslâm’da komşuluk hakları ismiyle güzel, faydalı, tesirli, özlü bir broşür hazırlansa, bir milyon adet basılsa, her yere dağıtılsa fena mı olur?

Hayatın akıntısına kapılmış gidiyoruz. Nereye gidiyoruz, belli değil. Böyle Müslümanlık olur mu?

Müslüman dediğin:

– İyi, maruf, güzel sözleri, işleri teşvik, takdir, tergib ve tebrik eder.

– Kötü, münker, çirkin sözleri ve işleri takbih eder (kötüler), onları engellemeye çalışır.

– Müslümanın aklı, fikri küçük olsun büyük olsun, az olsun çok olsun hayır yapmaktır, iyilik yapmaktır, sevap kazanmaktır.

– Müslüman ölünceye kadar hayırlı, faydalı ilim öğrenir, bilgisini ve kültürünü arttırır.

– Müslüman tavırları, hal ve harekâtı, konuşmaları, muameleleri ile güzel insan demektir.

Biz böyle Müslümanlar mıyız?

Peygamber kendisine üç defa yöneltilen “Din nedir?” sorusuna, üç defa “Nasihattir” cevabını vermiş. Biz nefsimize, çoluk çocuğumuza, çevremize, toplumumuza, idarecilerimize nasihat ediyor muyuz?

Peygamber Efendimiz “ölüm sana vaaz olarak yeter” buyurmuşlardır. Biz ölümden, ölenlerden ibret alıyor muyuz?

Bir futbol maçı yapılıyor, ülkede yer yerinden oynuyor. Tuttuğu takım maçı kazandı, şampiyon oldu diye ağlayanlar mı ararsınız, ayılıp bayılanlar mı?.. Takımı kaybedince kendini yerden yere atıp, “Keşke ölseydim de bu günleri görmeseydim” diyenleri mi?.. Çok daha hayatî, çok daha önemli olan din işlerine niçin bu kadar önem vermiyoruz? Kendilerini akıllı zanneden moloz Müslümanlarla bir iş yapılmaz. Onlardan köy olmaz, kasaba olmaz.

Yaz gelmiş, sıcak havalarda cemaat serinlesin diye camiye milyarlarca liralık klima tesisatı yaptırıyorlar. Buna da “Din hizmeti, hayır işi…” diyorlar. Zeka özürlü müdür bu adamlar?

Benim yüce dinimin klimayla, kaloriferle, hoparlörle, cami helasıyla, meşrutayla, pimapen pencere doğramasıyla, ışıldakla, fırıldakla, zırıldakla ne ilgisi olabilir? Okumuş, yetişmiş, kendilerini bir şey zanneden üst tabaka, seçkin Müslüman zümreye sesleniyorum:

– Neredesiniz? Hangi sıçan deliğindesiniz? Sahipsiz cenaze gibi ortada kalmış İslâmî meseleleri ne zaman ele alacaksınız? 01 Haziran 2004