Cumartesi

 

Eskiden gazeteler kendi reklamlarını yaparken “Haberin ve yorumun doğrusu bizde” diye yazarlardı. Medya, dün de bugün de objektif olamamıştır. Gazetelerin, dergilerin, tv’lerin ardında peşin fikirler (ön yargılar) vardır ve onlar bildiklerini okurlar, objektif değil, sübjektif yayın yaparlar.

Şu anda Türkiye medyası bol bol dezenformasyon yapmaktadır. Belli bir konuda bir yığın haber ve yorum okuyorsunuz ve neye inanacağınızı şaşırıyorsunuz. Her kafadan ayrı bir ses çıkıyor. Birinin ak dediğine öbürü kara diyor. Sadece medyada böyle değil. Siyasette, eğitimde, tarihte, lisan ve edebiyatta, düşünce sahasında da böyle.

Gazetelerin, tv’lerin birinci vazifesi olup bitenleri doğru olarak haber vermek, bunları (elden geldiği kadar) doğru, âdilâne, objektif bir şekilde yorumlamaktır.

Bu ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların birinci vazifesi doğru bir medya kurmaktır. Bu işi kimler yapacaktır? Elbette ki, esnaf, işçi, köylü, fakir Müslümanlar değil. İslâmî kesimde para babaları vardır. İmkânlı kişiler vardır. Temsilci, güçlü, üstün şahsiyetler vardır. Onlar yapacaktır.

Benim dediğim şey, cemaat gazetesi çıkartmakla, cemaat tv’si kurmakla olmaz. Cemaat gazetesi öncelikle cemaat için çalışır, cemaatin başındaki muhterem için çalışır, cemaatin menfaatlerine çalışır.

Doğru medya, bütün Türkiye’nin medyasıdır. Türkiye’nin menfaatlerini düşünür, Türkiye’yi bir bütün olarak kabul eder. Cemaat yayın organı Müslümanları bile ikiye ayırır: Bizden olan Müslümanlar ve bizden olmayan Müslümanlar. Doğru gazete ve tv ise halkı bir bütün olarak görür. Bu bütünün içinde farklılıklar vardır, karşıtlar düşman değildir, “ötekiler” bir zenginlik unsurudur.

PKK sıcak ve yakıcı bir krizdir. Dikkatler hep onun üzerine çevrilmiştir. Şu anda en çok işlenen konu odur. Türkiye’nin bir de müzmin bir medya problemi vardır. Bu medya meselesi halledilmedikçe bu ülke selamete kavuşmaz.

Müslüman Türkiye’nin en büyük gazetesi Hürriyet’tir ve o gazetenin üst tabaka yöneticileri, köşe yazarları, yorumcuları, kurmay erkanı içinde beş vakit namaz kılan bir tek Müslüman eleman yoktur. Dikkat buyurunuz, Müslüman yoktur demedim, dindar Müslüman yoktur dedim. Bu bir anormallik değil midir?

Sağlıklı, dirlikli ve düzenli ülkelerde ve sistemlerde medya şeffaf olur. Ülkeyi ve halkı bir bütün olarak kabul eder ama onun içindeki çeşitlilikleri, farklılıkları da inkar etmez. Suçlu oldukları, âdil yargılanma neticesinde sabit olmuş kişiler dışında hiç kimseyi suçlu kabul etmez. Hele hiçbir vatandaşa hain demez.

Fransa’da bundan on beş sene kadar önce ilk başörtüsü krizi patlak verdiğinde dünyaca ünlü Le Monde gazetesi bu konuya her gün tam bir sayfa ayırmıştı. Orada her gün, bir lehte, bir aleyhte imzalı yazı yayınlanıyordu. Bizde böyle bir basın var mıdır?

Sadece yargı kurumunun âdil olması yetmez. Medyanın da âdil olması gerekir. Bugünkü büyük medyasıyla Türkiye’nin işi çok zordur.

Çay Kültürü

Hali vakti çok iyi… Saray gibi bir dairesi var. Nereden bakılsa 600 bin lira eder. Otomobili lüks, cep telefonu lüks, üstü başı lüks mü lüks… Velhasıl Bay Lüks… İşte bu sayın zatın, kendi içtiği ve misafirlerine ikram ettiği çay berbat bir madenî çaydanlıkta demleniyor. Çay bardakları, tabakları, kaşıkları kalitesiz. Şekerlik bir felaket. Çayın getirildiği tepsi rezalet… Vah vah, bu ne büyük bir sefalet ve fakirliktir.

Cep telefonuna bir milyon lira vermiş, porselen bir Çin çaydanlığına birkaç on bin lira veremiyor… Kravatı 155 lira ama biraz paraya kıyıp zarif kesme çay bardakları, Japon işi çay tabakları, zarif kaşıklar alamamış. Sanatlı bir tepsi kaç lira eder? Fazla bir şey tutmaz, onu da alamamış…

Felaket bu kadarla da bitmiyor. Bizim tuzu kuru dostumuz, en ucuz ve kalitesiz çayları alıp demliyor ve tabiatıyla iyi netice alamıyor. Dahası da var: Çay içerken abuk sabuk konuşmalar yapılıyor. Dedikodular… Ivır zıvır konular… Zevzeklik ve gevezelik… Böyle bir ortamda dünyanın en iyi çayını içseniz, o çay acır ve zevksiz olur.

Evet, bir çay kültürü vardır. Serveti, imkanı müsait olanlar çayın hakkını vermelidir. Pirinç bir semaver… Üzerinde güzel bir porselen demlik… İçinde kaliteli çaylardan yapılmış nefis bir çay… Nefis bardaklar, nefis tabaklar, nefis kaşıklar… Şekerlik harika… Çay içilirken edebiyattan, sanattan, tarihten, kültürden, tasavvuftan, mimarlıktan, hikmetli konulardan bahs ediliyor… Arada bir mısralar, beyitler, kıtalar okunuyor… Evet efendim, estağfirullah efendim, zat-ı âliniz, bendeniz, hâk-i pâyinize arz ederim, devlethaneleri, fakirhaneleri, min gayri haddin, teveccüh buyurdunuz efendim…

Kütüphanemde Japonların çay seremonisini anlatan büyük boy bir “Çay kitabı” var. İngilizce. Japon çayı hazırlayabilmek için yıllarca bir ustadan ders almak gerekiyormuş. Meşhur çay ustalarından birinin icazetnamesini kitaba katlanır bir ek olarak koymuşlar. Çay ustasının çay şeceresi 450 sene ötesine gidiyor. Kimonolu Japon hanımlarının nasıl çay hazırladıklarını gösteren kartları görmüşsünüzdür. Bir ibadet havası içinde oturmuşlar seyr edip bekliyorlar.. Bizde ne çay kültürü kaldı, ne kahve kültürü… Çocukluğumda önce ekmekler bozuldu… Sonra çaylar, kahveler, şerbetler… En sonunda hayat bozuldu, koktu. 11 Kasım 2007