Bugünkü dille..
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 10 Mart 2019
Medeniyetin, kültürün, ilmin, irfanın temeli lisandır. Ama hangi lisan? Elbetteki, üçyüz kelimeden ibaret olan
Türkiye’de zengin bir edebî-yazılı Türkçe kalmış mıdır? Maalesef Türkçe bitirilmiştir. Lisan olmayınca da medeniyet, kültür, ilim, irfan, sanat gerilemiştir.
adındaki Marksistin çıkardığı ilköğretim seferberliği bizi bugünkü iflâsa götürmüştür. Eğitim herkese okuma yazma öğretmekten, eğitimi en alt tabanda yaygın hale getirmekten ibaret değildir.
Rejim bu ikisini de yapamadı. Millî kültür ve kimliğe sırt çevirdi, zıt gitti; çağ seviyesinde genel kültür de veremedi. Bizi yakın tarihimizde uygulanan ucube eğitim batırmış, bitirmiştir.
O devirde lisanımız Türkçe, Arapça, Farsça kelimelerle doluydu. Kökleri Arapça’dan ve Farsça’dan gelen bu kelimeleri biz
, kendi aksanımızın kalıpları içine sokmuştuk. Araplar güzel sanatlara
diyorlardı, biz ona
demiştik…
Zengin bir lisanın başka lisanlardan kelime almış olmasından daha tabiî bir şey düşünülemez.
Bizdeki lisanı sadeleştirme hareketi sonunda, 20’li yılların o zengin, güzel, medenî Türkçesi elden gitti. Onun
(onun da çoğu ilmî tâbirdir)
geldi. Bugünkü arı-duru Türkçe ile ne medeniyet olur, ne edebiyat, ne sanat, ne şiir, ne kültür, ne de irfan…
Türk lisanına, Türk harsına, Türk irfanına hizmet etmiş
vardır, onları tenzih ederim ama Türkçe’nin bugünkü hale gelmesine, imzalarını ölünceye kadar
şeklinde yazmış olan
adlı bir Ermeni’nin öncelik etmiş olduğunu söylemek istiyorum.
Fransa’da sivri akıllının biri çıksa ve “Öz Fransızca istiyoruz, dilimizdeki onbinlerce Latince kökenli kelime atılmalı, yerlerine eski Galya dilinden alınma kelimeler üretilmelidir” dese
Almanya’da biri çıksa, “Lisanımızdaki otuz bin yabancı kökenli kelime atılsın, yerlerine Cermence sözcükler uydurulsun”
dese onu da
Türkiye’de şu anda dil meselesi diye bir gündem maddesi yoktur. Halbuki bu mesele bizim
olmalıdır. Bir halkın, bir ülkenin, bir devletin dilini kaybetmesi en büyük, en vahim, en korkunç kayıptır. (Bu konuda Prof. Oktay Sinanoğlu hazretleri de çok uğraştı ama yalnız bırakıldı… –REB)
bir yazısında bugünkü Türk toplumu için
tâbirini kullanmıştır. Çok doğru, çok isabetli bir hükümdür bu. Aydınlarımız, yüksek tahsil yapmışlarımız, üst tabakamız çok konuşuyor, durmadan konuşuyor ama yazamıyor. Yazılanlar ortadadır. Bizde çok az kitap çıkıyor, çok az kitap okunuyor. Yayınlanan, okunan kitaplar da genellikle çok kalitesizdir.
Hemen hemen hiç yoktur. Eğitim seferberliği ile herkese okuma yazma öğretmişler…
Eskiden okuma yazma bilmeyen cahiller vardı, cahilliklerini bilirler ve itiraf ederlerdi. Şimdi ortalık okuma yazma bilen milyonlarca cahil ile doldu ve onlar cahil olduklarını da bilmiyorlar, yâni mürekkep cahiller. Bin yılda oluşan, zenginleşen, büyük bir medeniyet lisanı haline gelen Batı Türkçesi yazık ki, elli senede mahvedildi, tarihe gömüldü.
Türkiye’de
var. Bunların yetmiş ikisini bir araya getirseniz ABD’nin
gibi bir üniversite olamazlar. (Yazı 1990 tarihli, günümüzde yüz civarında üniversitemiz var ama bunların da yüzünü bir araya getirseniz…. –REB) Bırakın Harvard’ı, Batı’nın, Japonya’nın birinci sınıf herhangi bir üniversitesi ile boy ölçüşemezler.
Bunun ana sebeplerinden biri de
sahip olmayışımızdır.
Efendi ne olursan ol; Türk ol, Kürt ol, Sünnî ol, Alevî ol, Sağcı ol, Solcu ol, şu veya bu etnik kökene mensup ol, velhasıl ne olursan ol; şayet aydın, okumuş, gerçekten yüksek tahsilli bir vatandaş olmak istiyorsan mutlaka ve mutlaka zengin-edebî-yazılı Türk lisanını iyi bileceksin. Şimdi ülkemizde üniversite profesörleri bile okuma-yazma bilmiyor.
Herif aydın geçiniyor, kendini kültürlü sanıyor, önüne eski basım bir
konuldu mu ne okuyabiliyor, ne anlayabiliyor, ne de haz ve zevk alıyor.
Hayır, yabancı ülkelerdeki lise mezunları, okumuşlar, aydınlar, üniversite profesörleri kendi edebiyatlarını, kendi lisanlarını bilirler. Bizdeki cahilliğin dünya üzerinde başka bir örneği yoktur…
kendi dillerini, edebiyatlarını, kültürlerini bu kadar kaybetmediler, bu kadar yozlaşmadılar.
Onlar 50’li yıllarda bile İslâm-Arap harfleriyle
basabiliyorlardı. Bizde hâlâ bin yıl kullanılmış olan millî yazımızla kitap basma, yayın yapma yasağı yürürlüktedir.
demekle Türkçe konuşulmuş olmaz. Üçyüz kelimelik sokak ve iletişim diliyle medeniyet, kültür, ilerleme, sanat, tefekkür olmaz. İsviçre Anayasası’nı tercüme edip alsak bile bu dilsizlikle, bu eğitimle, bu üniversitelerle yine de batmaya devam ederiz.
Lisan meselesi gündemde değil ki, kurtuluş için çareler, çözümler aransın. Benim kanaatimce 1920’lerin zengin Türkçesine dönülmelidir. Başka çare yoktur.
diyenlerin dediği olacaksa bu ülkeye, bu millete, bu devlete çok yazık, vah vah….
Mehmet Şevket Eygi üstadın haberkalem.com için yazdığı özel yazılarından
başlıklı yazısını da mutlaka okuyun: TIKLAYIN