Medeniyetin, kültürün, ilmin, irfanın temeli lisandır. Ama hangi lisan? Elbetteki, üçyüz kelimeden ibaret olan

günlük konuşma ve iletişim dili değil; yazılı-edebî lisandır.

Türkiye’de zengin bir edebî-yazılı Türkçe kalmış mıdır? Maalesef Türkçe bitirilmiştir. Lisan olmayınca da medeniyet, kültür, ilim, irfan, sanat gerilemiştir.

İsmail Hakkı Tonguç

adındaki Marksistin çıkardığı ilköğretim seferberliği bizi bugünkü iflâsa götürmüştür. Eğitim herkese okuma yazma öğretmekten, eğitimi en alt tabanda yaygın hale getirmekten ibaret değildir.

Asıl eğitim millî kimlik ve kültürü yaşatmak, öğretmek, bunun yanında çağ seviyesinde vasıflı genel kültür vermektir.

Rejim bu ikisini de yapamadı. Millî kültür ve kimliğe sırt çevirdi, zıt gitti; çağ seviyesinde genel kültür de veremedi. Bizi yakın tarihimizde uygulanan ucube eğitim batırmış, bitirmiştir.

Türkçe’nin en güzel olduğu yıllar 1920’li yıllardır.

O devirde lisanımız Türkçe, Arapça, Farsça kelimelerle doluydu. Kökleri Arapça’dan ve Farsça’dan gelen bu kelimeleri biz

Türkçeleştirmiş

, kendi aksanımızın kalıpları içine sokmuştuk. Araplar güzel sanatlara

fünunun cemîle

diyorlardı, biz ona

«sanayi-i nefîse»

demiştik…

Zengin bir lisanın başka lisanlardan kelime almış olmasından daha tabiî bir şey düşünülemez.

Fransızca esas itibarıyla Latince kelimelerden meydana gelmiyor mu? Almanca da en az otuz bin yabancı kökenli kelime yok mu?

Bizdeki lisanı sadeleştirme hareketi sonunda, 20’li yılların o zengin, güzel, medenî Türkçesi elden gitti. Onun

yerine on küsur bin kelimelik

(onun da çoğu ilmî tâbirdir)

kısır, zayıf, yoksul, perişan, zavallı, ufuksuz bir arı, duru, sade, özleştirilmiş, tavşan suyuna tirit bir Türkçe

geldi. Bugünkü arı-duru Türkçe ile ne medeniyet olur, ne edebiyat, ne sanat, ne şiir, ne kültür, ne de irfan…

Türk lisanına, Türk harsına, Türk irfanına hizmet etmiş

Ermeniler

vardır, onları tenzih ederim ama Türkçe’nin bugünkü hale gelmesine, imzalarını ölünceye kadar

“A. Dilaçar”

şeklinde yazmış olan

Agop Martoyan

adlı bir Ermeni’nin öncelik etmiş olduğunu söylemek istiyorum.

Bu zat CHP zamanında Dil Kurumu’nun genel sekreterliğine getirilmiş ve Türkçe’nin canına okumuştur.

Fransa’da sivri akıllının biri çıksa ve “Öz Fransızca istiyoruz, dilimizdeki onbinlerce Latince kökenli kelime atılmalı, yerlerine eski Galya dilinden alınma kelimeler üretilmelidir” dese

adama deli muamelesi yaparlar, kahkahayla gülerler.

Almanya’da biri çıksa, “Lisanımızdaki otuz bin yabancı kökenli kelime atılsın, yerlerine Cermence sözcükler uydurulsun”

dese onu da

tımarhaneye koyarlar.

Türkiye’de şu anda dil meselesi diye bir gündem maddesi yoktur. Halbuki bu mesele bizim

gündemimizin birinci maddesi

olmalıdır. Bir halkın, bir ülkenin, bir devletin dilini kaybetmesi en büyük, en vahim, en korkunç kayıptır. (Bu konuda Prof. Oktay Sinanoğlu hazretleri de çok uğraştı ama yalnız bırakıldı… –REB)

Çetin Altan

bir yazısında bugünkü Türk toplumu için

“Şifahî toplum”

tâbirini kullanmıştır. Çok doğru, çok isabetli bir hükümdür bu. Aydınlarımız, yüksek tahsil yapmışlarımız, üst tabakamız çok konuşuyor, durmadan konuşuyor ama yazamıyor. Yazılanlar ortadadır. Bizde çok az kitap çıkıyor, çok az kitap okunuyor. Yayınlanan, okunan kitaplar da genellikle çok kalitesizdir.

Sabahları otobüste, metroda, tramvayda, vapurda, trende işine giderken kitap okuyan kaç kişi görüyorsunuz?

Hemen hemen hiç yoktur. Eğitim seferberliği ile herkese okuma yazma öğretmişler…

Okuma yazma bilmekle iş bitiyor mu?

Eskiden okuma yazma bilmeyen cahiller vardı, cahilliklerini bilirler ve itiraf ederlerdi. Şimdi ortalık okuma yazma bilen milyonlarca cahil ile doldu ve onlar cahil olduklarını da bilmiyorlar, yâni mürekkep cahiller. Bin yılda oluşan, zenginleşen, büyük bir medeniyet lisanı haline gelen Batı Türkçesi yazık ki, elli senede mahvedildi, tarihe gömüldü.

Türkiye’de

yetmiş iki üniversite

var. Bunların yetmiş ikisini bir araya getirseniz ABD’nin

Harvard Üniversitesi

gibi bir üniversite olamazlar. (Yazı 1990 tarihli, günümüzde yüz civarında üniversitemiz var ama bunların da yüzünü bir araya getirseniz…. –REB) Bırakın Harvard’ı, Batı’nın, Japonya’nın birinci sınıf herhangi bir üniversitesi ile boy ölçüşemezler.

Bizde maalesef bir tek gerçek üniversite bile yoktur.

Bunun ana sebeplerinden biri de

yazılı-edebî zengin bir lisana

sahip olmayışımızdır.

Efendi ne olursan ol; Türk ol, Kürt ol, Sünnî ol, Alevî ol, Sağcı ol, Solcu ol, şu veya bu etnik kökene mensup ol, velhasıl ne olursan ol; şayet aydın, okumuş, gerçekten yüksek tahsilli bir vatandaş olmak istiyorsan mutlaka ve mutlaka zengin-edebî-yazılı Türk lisanını iyi bileceksin. Şimdi ülkemizde üniversite profesörleri bile okuma-yazma bilmiyor.

Herif aydın geçiniyor, kendini kültürlü sanıyor, önüne eski basım bir

Fuzulî Divanı

konuldu mu ne okuyabiliyor, ne anlayabiliyor, ne de haz ve zevk alıyor.

Kültürlü bir İngiliz Shakespeare’in Hamlet’ini okuyup anlayamaz mı? Bir Fransız Cornielle’i, Racine’i okuyamaz mı? Bir Alman Schiller’i okuyamıyor mu?

Hayır, yabancı ülkelerdeki lise mezunları, okumuşlar, aydınlar, üniversite profesörleri kendi edebiyatlarını, kendi lisanlarını bilirler. Bizdeki cahilliğin dünya üzerinde başka bir örneği yoktur…

Yetmiş yıl Sovyet boyunduruğunda kalmış Türk ülkeleri bile

kendi dillerini, edebiyatlarını, kültürlerini bu kadar kaybetmediler, bu kadar yozlaşmadılar.

Azerbaycan’da bizden iyi Türkçe konuşuluyor.

Onlar 50’li yıllarda bile İslâm-Arap harfleriyle

Türk-Azerî edebiyatının klasik eserlerini

basabiliyorlardı. Bizde hâlâ bin yıl kullanılmış olan millî yazımızla kitap basma, yayın yapma yasağı yürürlüktedir.

Aha oha moha, yuh be, amma da kral, lan, hoşt

demekle Türkçe konuşulmuş olmaz. Üçyüz kelimelik sokak ve iletişim diliyle medeniyet, kültür, ilerleme, sanat, tefekkür olmaz. İsviçre Anayasası’nı tercüme edip alsak bile bu dilsizlikle, bu eğitimle, bu üniversitelerle yine de batmaya devam ederiz.

Lisan meselesi gündemde değil ki, kurtuluş için çareler, çözümler aransın. Benim kanaatimce 1920’lerin zengin Türkçesine dönülmelidir. Başka çare yoktur.

“Biz böyle bir gericilik yapamayız; arı, duru, sade, tavşan suyuna tirit, öz, uyduruk, fakir, yetersiz Türkçeyi bırakamayız”

diyenlerin dediği olacaksa bu ülkeye, bu millete, bu devlete çok yazık, vah vah….

Mehmet Şevket Eygi üstadın haberkalem.com için yazdığı özel yazılarından

“Yazı ve Lisan Kopukluğu Fâciası”

başlıklı yazısını da mutlaka okuyun: TIKLAYIN